[voiserPlayer]
“Burası Türkiye, her şey olur” ifadesi, “kolla kendini” alt metniyle beraber düşünüldüğünde aslında bir ihtiyat çağrısıdır. Evet, bu ülkede belki hiçbir şey öngörülemezdir ama en azından her şeyin olabileceği öngörülebilirdir, dolayısıyla da aslında öngörülemeyen pek de bir şey yoktur. Her şey ve hiçbir şey aynı anda hem öngörülebiliyor hem de öngörülemiyorsa, asgari düzeyde bir öngörünün şart olduğu gündelik karşılaşma ve etkileşimler nasıl bir seyir izlemektedir? “Burada ne oluyor?”, kapsamlı biçimde genişletilmiş ve gözden geçirilmiş ikinci baskısında bu sorgulamaya yeni fikrî hatlar ve vakalar üzerinden devam ediyor…
Levent Ünsaldı’nın “Burada Ne Oluyor?” kitabının genişletilmiş yeni baskısından aşağıdaki pasajı okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz.
I
Nedir bir faaliyetin ekolojisi? Her şeyden önce sistemik bakış veya çözümlemedir. Failleri, beraber bir sistem oluşturdukları çevreleriyle etkileşimleri içerisinde kavramaya çalışmak; davranışlarını örgütlerken dikkate aldıkları bilgi ve anlam öbeklerini bu çevrenin içine yerleştirmek; bu bilgi ve anlam öbeklerini algının ilk ve doğrudan nesnesi olarak kabul etmek; böylelikle de algı-eylem çiftinde devreye giren bilişsel işlemlerin (muhakeme ve çıkarımların), dolayısıyla da failin görece ağırlığını sınırlamaktır. Bir faaliyete ilişkin olarak “gömülü” dendiğinde ifade edilen anlam da budur: Verili bir faaliyet çevresinin düzenlilik ve zorunluluk yapısına aşina, en azından bunun bilgisine sahip faillerin, Dewey’i takip edersek, bu çevre içinde değil, bu çevre aracılığıyla gerçekleştirdikleri faaliyetlerdir.[1] Bu tanım, çevreyi, sıradan bir ihtiva eden statüsünden çıkararak ona faillerin deneyimine “aracılık” etme, dolayısıyla da kısıtlar koyma kapasitesi kazandırır. Bu bağlamda, “gömülü”, “biçimselin” tamamen zıttındadır.
II
Bir örnekle somutlaştırmaya çalışalım. Neredeyse evrensel bir ilke olarak, karşıdan karşıya geçişlerde yaya üstünlüğü ve yaya geçidini kullanma zorunluluğu çoğu toplumda tesis edilmiştir. Yayaların karşıdan karşıya geçişini tanzim eden bu kurallar bütününü bir “birincil çerçeve” olarak alalım. Türkiye’de gerek yayaların gerekse de araçların bu kurallara “uymadıkları” bilinegelen bir durumdur. Hatta bu, “Türkiye’de kurallara nerede uyuluyor ki” şeklinde bir hezeyanda akla gelen ilk örnektir (dolayısıyla bizim de bu örneği seçmiş olmamız muhtemelen tesadüfi değildir). Ancak unutulan şudur ki, insanlar tüm bu “kural tanımamazlıklarına” rağmen karşıdan karşıya geçmeye devam ederler ve bu geçişlerinde, tüm risklere ve kazalara rağmen, yine de “başarılı” olurlar. O halde soruyu yeniden formüle etmek gerekir: Türkiye’de trafikte “kuralsızlık” temel esassa, araçların ya da yayaların kazasız tek bir günü nasıl mümkün olabilmektedir? Muhtemel cevap şu yönde olabilir: Çünkü Türkiye’de karşıdan karşıya geçiş, tek bir birincil çerçevenin (trafik kuralları) mutlak hükmü altında gerçekleşmez; ya da daha doğru bir ifadeyle, trafik kurallarına sıkı sıkıya riayet, başarılı bir karşıdan karşıya geçişin tek anahtarı olmaktan uzaktır. Tersine, bu türden bir mekanik ve sıkı takip çok daha riskli olabilir: Burada yaya geçidi var, geçiş hakkı benim deyip birden yola fırlarsanız muhtemelen yaralanır ya da ölürsünüz. Zira en basitinden, sürücü için yaya geçişlerinde tek amir hüküm bu olmayabilir. Bu açıdan bakıldığında trafik kurallarına uymamak, yine karşıdan karşıya geçiş örneğinden devam edersek, birincil bir çerçevenin tesis ettiği kuralların da ötesinde, bir dizi başka kurala da “uymak” anlamına gelebilir. Bu, o anki faaliyet dairesindeki bir dizi başka ekolojik unsura da dikkat kesilmek manasına gelir: araçların tipi, modeli ve hangi amaçla kullanıldığı, üzerlerindeki olası süslemeler ya da başka dekoratif unsurlar, tabii ki hızları, araç kullanıcısının tavırları, bedenin sürücü koltuğunda aldığı biçim, vs. (Üstelik tüm bu tarama ve kodlama işlemini 5-10 saniyelik bir sürede yaptığımızı düşünelim, eşsiz bir bilişsel kabiliyet!)
III
Ancak burada hemen bir düzeltme. Dewey’in uyarısını bir kez daha hatırlatarak, bir eylemin, bir çevre içinde değil, bu çevre aracılığıyla gerçekleştiğinin altını çizelim. Dolayısıyla yayamız karşıdan karşıya geçme faaliyetini aslında tek başına yapmaz, içinde bulunduğu faaliyet ekolojisinin datalarını kullanarak yapar; bunu daha önce öğrenmiş ve yapmıştır ve yeniden yapabileceğini bilir. Dışarıdan bakıldığında fevkalade mahir ancak son derece riskli işler yapan bir akrobatı andırabilecek bir dolmuş şoförünün aynı anda neler yapabileceğine yakından bakalım. Şunların hepsini eş zamanlı yapabilir: Araç hareket halindeyken kendisine uzatılan parayı alıp üstünü verebilir; sürekli biçimde inme-binmelerin olduğu bir yolcu sirkülasyonunda toplam yolcu sayısıyla eldeki para miktarının tam olarak örtüşüp örtüşmediğinin sağlamasını yetkinlikle yapabilir; bu sırada ister sigara içebilir isterse de yemek yiyebilir ve ani direksiyon kırmalarla şerit değiştirebilir, gerekirse bir anda en soldan en sağdaki şeride geçerek yeni yolcu alabilir ve elbette işin olmazsa olmazı, tüm bunları yaparken cep telefonuyla sürekli biçimde, söz konusu dolmuş hattının diğer arabaları ve şoförleriyle irtibat halinde kalıp, belli ki birtakım gruplaşmalar üzerinden seyreden “hat savaşlarında”, hangi aracın nerede olduğunu, hangi hızla gittiğini, ne yaptığını, sıraya uyup uymadığını, bir dizi fair-play ilkesi hem varmışçasına hem de yokmuşçasına grubun diğer üyelerine kendi “kabile dilinde” –yani anlaşılması durumsal indekslere sıkı sıkıya bağlı bir gündelik dil çerçevesinde[2]– aktarabilir: “4502 yatıyor abi, bi keriz biz miyiz?” [Açılımı: sonu 4502 plaka numarası ile biten dolmuş sıraya uymuyor, bekleme yapıp yolcu alıyor. Not: Bu ihlali saptayan ve bildiren şoförün, beş dakika sonra aynı ihlali geçekleştirmesi de olasılık dışı değildir. Çünkü “keriz” değildir veya daha yerinde bir ifadeyle, söz konusu ihlalin, aslında tam manasıyla bir ihlal olmadığını, diğer gruplarla karşı karşıya gelindiğinde kullanılabilecek sıradan ancak işlevsel bir argümandan ibaret olduğunu bilecek kadar “keriz” değildir.]
Her hâlükârda, bizim açımızdan burada önemli olan husus, tıpkı yayamız gibi, dolmuş şoförünün de bunların hiçbirini tek başına yapmamasıdır. Her ediminde, kendini sarmalayan o anki faaliyet ekolojisinden gelen dataları kullanır. Bu datalar tipiktir yani bilindiktir, dolmuş şoförüne öngörebilme ya da kestirebilme kapasitesi sağlar. Aynaya şöylece bir bakıp bir anda sağa kırdığında, sağındaki aracın fren yapıp yol vereceğini bilir, çünkü hep öyle olmuştur, tam bu esnada, eş zamanlı olarak avucunun içindeki parayı, kime verdiğine bakmaksızın ilk sıradaki yolculardan birine doğru uzatması da ek bir dikkati gerekli kılmaz, çünkü o para üstünün birisi tarafından alınacağından neredeyse emindir, dolmuş içi iş bölümü ilk sırada oturanlara bu türden bir sorumluluk yükler –bundan kaçınmanın bir yolu, eğer ilk sırada oturmada ısrarcı olunacaksa, şoförün normalde sağ elinin ulaşamayacağı, sıranın sol ucundaki cam kenarı tarafına oturmak olabilir-. O halde görülmektedir ki şoför, hemen hemen her edimini, bir anlamda, içerisinde bulunduğu faaliyet ekolojisinin ona sağladığı (veya sağladığını düşündüğü) avantajlar veya düzenlilikler aracılığıyla gerçekleştirir. Bu düzen, birincil bir çerçevenin (münhasıran trafik kurallarının) sınırlarını da aşacak derecede ancak onları da kapsayarak (örneğin şoförümüz şerit değiştirirken sinyal verdiği zamanlarda bu “kurallara” uyar) başkalaşmıştır ama bu asla stricto sensu bir kuralsızlık değildir. Dolayısıyla, bir kural ile uygulaması arasındaki makastan her bahsedildiğinde ya da bu yönde bir yargıda bulunulduğunda, etkileşimsel açıdan bundan bizim anladığımız, gönderme yapılan kuralın uygulamada hiçbir hükmünün olmaması değil, sadece, fiilen olup bitenin kendine has dinamiğinde, bahsi geçen kuralın, umulanın aksine, tek geçer akçe olmamasıdır.
IV
Yukarıdaki örnek, başkalaşmış etkileşim çerçevelerindeki[3] güç dinamiğinin kendine has seyrine ilişkin de yerinde bir örnek teşkil edebilir. Türkiye’de trafikte bir günde yaşanan bilindik yol verme-vermeme, sıkıştırma, aniden şerit değiştirme, önüne kırma, geçiş üstünlüğü tartışmaları neredeyse kaotik bir trafik akışı görünümü verir. Ancak burada bir kaos varsa, “örgütlü bir kaostan” bahsetmek daha yerinde olacaktır ve bu, çok basit bir sebeple böyledir: Herkes herkesin önüne kırmaz. Diğer bir ifadeyle, başkalaşmış çerçevelerdeki güç kullanımının da durumsal sınırları vardır. Bu türden saniyelik karşılaşmalardaki bilişsel tanıma (trafikte aynadan ya da doğrudan sürücüye yönelik kısa bir bakış), aynı zamanda taraflar arasındaki güç dengesine ilişkin de bir tanımadır. Burada araca, aracın içindekilere ve sürücüye ilişkin her bir durumsal gösterge, toplumsal-sınıfsal bir kategoriyle eşlenerek, muhtemel bir “tatsızlık” halinde, ne türden bir davranışın daha yerinde ya da daha “riskli” olacağına dair bir bilgiyi de bünyesinde taşır.
V
Ortak kanı, kurallar ve uygulama, teori ve pratik arasındaki makasa her defasında vurgu yaptığında, eğer burada bir “sorun” görülüyorsa, bunun sorumluluğunu faillere yüklemekten başka bir şey yapmaz (“insanlarımız kurallara uymuyor ki”). Oysa örneğin, “çorba parası” pratiğinin olabilmesi için, bu pratiğin hâlihazırda hem mevcut faaliyetler dairesinin makullük sisteminde hem de tüm katılımcıların ortak repertuarında “meşru” koduyla kayıtlı olması gerekir [yapılabilir, yapmışlar, daha önce de yaptım, bunda sonra da yapabilirim şeklinde.] Aktörler durum tanımlarına ve buna uygun düşen edime, iyi/kötü, kurnaz/saf karakterlerinin hükmü altında değil, “gerektiği gibi” ya da “daha önce yapıldığı ve/veya yaptıkları gibi”nin mihmandarlığında karar verirler. Eğer böyleyse, öznenin krallığını terk etmek üzere olduğumuz söylenebilir, zira her şey sanki bir etkileşimin tarafları arasında bir dizi normatif örtük anlaşma varmışçasına ancak bu mutabakata erişim, aktörlerin de iradelerini aşacak şekilde sınırlandırılmışçasına gelişir…
Levent Ünsaldı, Burada Ne Oluyor?, Ankara, Heretik, Genişletilmiş 2. Baskı, 2020, ss. 107-110.
[1] John Dewey, Logique, La théorie de l’enquête, Paris, PUF, 1993, s. 83. [Logic, the theory of inquiry, 1938.]
[2] Bkz. Harold Garfinkel, Studies in Ethnomethodology, Englewood Cliffs, Prentice Hall, 1967.
[3] En basit tanımıyla “başkalaşmış çerçeve”, zıt ve çatışan eylem mantıklarının verili bir faaliyet dairesindeki biraradalığıdır. Daha detaylı ve sarih bir tanım için bkz., Burada Ne Oluyor?, Bölüm III, ss. 63-73.