
Lozan’dan Nutuk’a Gazi: Primus Inter Pares
Bir önceki yazımda, zafer öncesindeki Mustafa Kemal algısına değinmiş ve talep gelmesi durumunda sürecin devamını yazacağımdan bahsetmiştim. Öncelikle yazımı okuyan ve bana geribildirimde bulunan, süreci bir yazı dizisi halinde yazmam için beni iştahlandıran herkese çok teşekkür ederim. Bundan sonraki yazılarıma, Daktilo1984’te devam edeceğim.
İlk yazımda zafer öncesindeki Mustafa Kemal algısına değinmiştim. Bu yazımın konusuysa zaferden Nutuk’un okunduğu tarih olan 1927 yılını kapsayan süreçte Mustafa Kemal’in mücadeleleri ve kişi kültünün adım adım nasıl sağlamlaştırıldığı üzerine olacak. Bir sonraki yazımdaysa Nutuk üzerine bir tartışma yürüteceğim.
Öncelikle, Mustafa Kemal’e ve onun başında bulunduğu harekete yönelik muhalefet, zaferden sonra ortaya çıkmış bir olgu değildi. Lozan öncesinde Meclis’te İkinci Grup olarak adlandırılan (Mustafa Kemal’i destekleyen grup Birinci Grup’tu) bir muhalefet hareketi bulunmaktaydı. Bu grubun kritik dönemlerde takındıkları Mustafa Kemal karşıtı tutum, Mustafa Kemal’e muhtemelen bu Meclis’e Lozan’ı onaylatamayacağını düşündürmüş ve seçim kararı aldırmıştı. 1923 seçimleri sonrası oluşan yeni Meclis’te Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu ekseriyeti oluşturmuş ve Mustafa Kemal’in eli rahatlamıştı. İkinci Gruba mensup milletvekilleri, 1926 yılında Mustafa Kemal’e karşı planlanan İzmir Suikastı’nın da başat aktörleri olacaklardır.
Lozan sonrasındaki süreçteyse muhalefetin aktörleri değişmekle beraber, muhalefet olgusu devam etmekteydi. Bu muhalefet, hem ülke içinde hem de ülke dışında sürmekteydi. Dış muhalefet odakları, Lozan’la beraber ülke dışına çıkarılan 150’likler tarafından sürdürülürken, içerideki muhalefet çok daha ciddiye alınması gereken isimler olan Milli Mücadele’nin sembol isimleri tarafından yürütülmekteydi. Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa’nın temsil ettiği radikal, hızlı ve yukarıdan aşağıya (top-down) devrim fikrine karşı çıkan Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa, Rauf Bey gibi isimler yeni muhalefetin önderleriydi. Bu isimler arasında fikirsel bir birlik yoktu. Bunların bazıları, anayasal bir monarşiden yanayken, diğer kısmı Cumhuriyet rejimine taraftar olmakla birlikte Mustafa Kemal’in diktatörleştiğini iddia ediyorlardı. Ortaklaştıkları nokta, Mustafa Kemal’in üzerinde oluşan kişi kültüydü. Bu isimler, 17 Kasım 1924 tarihinde Kazım Karabekir Paşa liderliğinde kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF) çatısı altında birleşmişlerdir.
Bu dönemde, oluşan muhalefet hareketinin çok daha ciddi bir tehdit oluşturmasının sebebi, Mustafa Kemal’in birincisi olduğu eşitlerin ekseriyeti tarafından ortaya çıkmış olmasıydı. Henüz otoritesini tam olarak sağlamlaştıramamış olan Mustafa Kemal, eşitler arasında birinci (primus inter pares) rolünü diğer eşitlere pekala kaptırabilirdi. Mustafa Kemal’in Karabekir’e şu sitemi, bu kaygılarını gösterir niteliktedir:
“(…) Herkes gibi benim İstiklâl Harbi’nin banisi (kurucusu) olduğumu ve Türk milletini ölümden kurtararak ona istiklâlini bahş ettiğimi söyleyeceğine kendini de benim payeme çıkartacak propagandalar yaptırıyorsun. Bir millette ancak bir Gazi olur.” (1)
Mustafa Kemal’in Gazilik rolüne atfettiği önemin sebebi Gaziliğin İslam’daki rolüydü. Mustafa Kemal, Atatürkleşene kadar Gazi unvanını kullanmış ve unvan etrafında bir kutsiyet şekillenmiştir. Hilafetin kaldırılmasıyla beraber toplumda oluşan kutsiyet boşluğu “Gazi”lik ve “Bani”likle doldurulmuş, devlet laikleştikçe Mustafa Kemal’in Gaziliği üzerindeki dinsel anlam törpülenmiş ve Gazilik, dini rolünden bağımsız bir kutsallığa sahip olmuştur.
Bu süreç içinde atılan bir diğer önemli adımsa 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığının kurulmasıdır. Diyanet, çağdışı kalmış dini kurumların yerine, devletin çağdaş uygarlığa açılım sürecinin bir parçası olarak, kurulmuş bir kurumdur. Karpat, devletin bu politikasını “Modern düşünceli dinsel elitleri İslam’a kendi modernist görüşlerini aşılamak üzere” (2) uyguladığı şeklinde yorumlamıştır. Devlet, bir yandan da, Osmanlı’da da önemli bir çevresel faktörü temsil eden çeşitli tarikatların rejime ve devrimlere karşı oluşturabilecekleri direnişlerin de önünü kesmek istemiştir. Çevrede belli bir gücü temsil eden bu tür yapıları, İslam’ı denetim altında tutan ve devrimleri İslam çerçevesinde meşrulaştıran bir kurumla ikame etmiştir. Mustafa Kemal’in şu sözleri, tüm bu sürecin açıklar:
“Bizim dinimiz en mâkul ve en tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.”(3)
Mustafa Kemal, bu sözleri sarf ederek, bir yandan İslami olarak topluma çevresel güçler tarafından dayatılan ya da sufle edilen ilkeler için bir süzgeç sunmuştur: Akıl ve bilim. Yani, din denilen yahut din diye dayatılan her türlü olgunun doğru olmasının tek yolu akıl ve bilime uygun olmasıydı. Çünkü İslam, “en mâkul” din olarak, akıl ve bilimden kopuk hiçbir olguyu, en tabiî din olarak içinde barındıramazdı. Yani, Mustafa Kemal, bu yolla din olarak ortaya atılan ve bilimle çelişen tüm argümanları “hurafe” statüsüne itmekteydi. Diyanet ise bunu meşrulaştıracak kurumdu. Diğer yandan, Mustafa Kemal, kendi yaptığı devrim ve ilerleme hareketlerini de -“akla ve bilime” uygun olduğu için- doğrudan İslam’a uygun hale getiriyordu.
1925’te çıkan Şeyh Sait İsyanı’yla beraber, hem çevresel güç odağı haline gelen tarikatları hem de Milli Mücadele’nin sembol isimleri tarafından yürütülen muhalefet hareketini Takrir-i Sükun Kanunu’nun verdiği geniş yetkilerle bastıran Mustafa Kemal, 1926’da ise ciddi bir suikast girişiminden kurtulmuştu. 1926’daki İzmir Suikast girişiminden sonra başlayan yargılamalarda, Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa ve Refet Paşa gibi isimlerin yargılanmaları sırasında, izleyiciler bu isimlere saygılarını göstermek için ayağa kalkmışlardır. (4) Bu, genelde dönemin iktidar sahiplerine, özeldeyse Mustafa Kemal Paşa’ya bu isimlere karşı halkta hâlâ ciddi bir teveccüh olduğunu göstermiştir. Bu da Mustafa Kemal’i, bir sonraki yazının konusu olacak olan ciddi bir polemik kitabı olan Nutuk’u yazmaya itmiştir.
Takrir-i Sükun Kanunu’yla beraber, ülkede ciddi bir muhalefet odağının kalmamasıyla Mustafa Kemal otoritesini sağlamlaştırmış ve ülkedeki tek otorite odağı haline gelmeye başlamıştır. Bu sürecin en açık göstergesiyse 1926 yılında dikilmeye başlanan Mustafa Kemal heykelleridir. Bunun ilk adımı, 1926’daki Türk Ocakları’nın 3. Kongresi’nde atılmış ve her Türk Ocağı’nda bir Mustafa Kemal heykeli bulunması önerilmiştir. (5) Aynı yıl, Sarayburnu’nda ilk Mustafa Kemal heykeli de açılmıştır. Bu heykeller ayrıca, İslam’ın bir tabusunu da yıkmıştır. Heykel, İslami çevreler tarafından son derece olumsuz bir imaja sahiptir. Bilindiği gibi bugün bile bazı çevreler tarafından Atatürk heykelleri tartışma konusu yapılmaktadır. Bu heykellerin, o gün tartışılmaması iki durumun açık göstergesidir. Birincisi, Takrir-i Sükun Kanunu’yla beraber alternatif muhalefet odaklarının dağıtılmış olması; ikincisi, Gazi’nin, geçen yazının da konusu olan, toplumu ihya etmek için gönderilen bir Mesih olarak algılanması ve şahsına duyulan derin saygı ve minnet duygularıdır.
Sonuç olarak, Milli Mücadele yıllarında bir öncelik olarak Hobbescu bir yaklaşımla ortak düşmana karşı (işgalci kuvvetler) daha geniş bir ittifak kurmak mümkündü ve öyle de oldu. Ancak bu safhadan sonra kavganın sebebi, mücadele edilen harici bir düşmanın bir toplumun haysiyetini ayaklar altına alan uygulamaları değil; eski dostların farklı fikirleri ve iktidar kavgaları olmuştur. Mustafa Kemal Paşa, yukarıda anlatılan süreklilik içinde alternatif iktidar odaklarını dağıttıktan sonra, bu isimlerle bir hesaplaşma sürecine girmiş ve bir sonraki yazının mihveri olacak olan Nutuk’unu okumuştur.
Kaynakça
- Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, UM:AG Yayınevi, Ankara, 1999, s. 99.
- Kemal Karpat, Elitler ve Din, Timaş, İstanbul, 2018, s. 266.
- Erişim Tarihi: 08.09.2019, https://www.ktb.gov.tr/TR-96459/din-ve-laiklik.html
- Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim, İstanbul, 1998, s. 254.
- Füsun Üstel, Türk Ocakları, İletişim, İstanbul, 2017, s. 196.
Paylaş
Yazarın diğer içerikleri

Biden’ın Irak Karnesi
Joe Biden, ABD’nin 46. Başkanı seçildi. Türkiye, kendi payına yaşadığı her olaydan bir kutuplaşma çıkarabilme yetisini bu seçimde de göstermeyi başardı. Peki, Türkiye açısından da önemli bir başlık olan ABD’nin Ortadoğu politikası bu seçimden çıkan tablodan nasıl etkilenebilir? Bunu anlayabilmek için Biden’ın Irak Savaşı hakkında söyledikleri ve önerdikleri ve yaptıklarına

CHP Kurultayı: Her şey gerçekten yolunda mı?
CHP’nin 37. Olağan Kurultayı yapıldı. Üzerine çokça yazılıp-çizildi, yorumlar yapıldı. Benim bu yazıyı yazmak için bir süre beklememin nedeni de bu yorumları beklemek ve takip etmek istememden kaynaklıdır. Benim kurultaydan aldığım ilk izlenim, CHP’nin politika üretmeye değil, politika yapmaya talip olduğudur. Yani CHP, bugünkü siyasi koşulları bir bağımsız değişken olarak

Çöküşten Kurtuluşa Meşveretten Milli İradeye: Ulusal Egemenliğin Türkiye’deki Serencamı
Bu yazının temel amacı, bir yandan her biri sayfalarca işlenebilecek Osmanlı’nın çöküş edebiyatından, modernleşme çabalarına, modernleşme çabalarından parlamento girişimlerine ve bu girişimlerden Cumhuriyet’e ulaşan süreci özetlerken, diğer yandan da Atatürk Devrimi’nin milli karakterini yansıtan parlamentosunun Osmanlı dönemindeki girişimlerden farkını ortaya koymaktır. Çünkü, Türk modernleşmesini tarihsel bir süreklilik içinde adım

80. Yıldönümünde Köy Enstitüleri: Modernleşme Projesinin Bir Parçası
Osmanlı eğitim sistemi, Selçuklulardan devralınan geleneksel İslami eğitim anlayışına dayanmaktaydı. Bir Din ü Devlet olan Osmanlı’da eğitim sistemini düzenleme yükümlülüğü de dini kurumlara ait olmuştur. Bunun sonucunda, eğitim büyük kentlerde dahi Osmanlı halk kitlesinin ekseriyetine ulaşamamış ve bir elit uğraşı olmaktan öteye geçememiştir. Osmanlı’da, 19. Yüzyılın ortalarına, yani reform hareketlerine

Alevilerin CHP’lileşme Sürecine Tarihsel Bir Bakış
Aleviler ve CHP arasındaki ilişkinin günümüzde karşılıklı bağımlılık (interdependence) ilişkileri üzerinde şekillendiğini söylemek çok da yanlış olmaz. Aleviler, CHP’nin kitlesel olarak en geniş oy tabanını temsil ettiklerinden, CHP için bir olmazsa olmazdır. Bunun yanında, CHP de Aleviler için inançlarından dolayı sistemden dışlanmamaları için olmazsa olmaz bir müttefik. Devletin Sünni çoğunluğu

Yeni Kutsiyetin Oluşum Aracı Olarak Nutuk ve Tepkiler
Bu yazı, dört yazılık yazı dizisinin son halkası olacaktır. Geçen yazıda da belirttiğim gibi, Nutuk incelenirken, onu iki bölümde incelemek daha doğrudur. Bu bağlamda, ilk yazıda Nutuk’un amacı ve kapsamı ve içeriği anlatılmıştır. Nutuk’la ilgili yazıların ikincisini oluşturan bu yazıdaysa Nutuk’un içeriğine ve suçlamalarına karşı verilen tepkiler ve yeni rejimin

Hesaplaşmadan Meşruiyet Arayışına: Nutuk
Bir önceki yazımda, bu yazımın konusunun Nutuk olacağından bahsetmiştim. Ancak ciddi bir itham ve polemik kitabı olan Nutuk’u da anlayabilmek için, bu eseri iki bölümde incelemek gerektiğini düşünüyorum. Bu bölümlerin ilkini oluşturacak olan bu yazıda, Nutuk’un amacı ve kapsamı ve içeriğinden bahsedeceğim. Bu bölümlerin ikinci kısmını oluşturacak olan bir sonraki

Zafer Öncesi Mustafa Kemal Algısı: Mesih mi yoksa Beşer mi?
Atatürk’le ilgili yıllardır tartışılagelen bir konu vardır: Atatürk kendini bir tanrılaştırma süreci içine girmiş midir, yoksa böyle bu tartışma tarihin sübjektif yorumlarının bir sonucu olarak mı doğmuştur? Öncelikle bu tartışmayı yürütürken, bu süreci iki döneme (1930’dan önce ve sonra) ayırmak gerekmektedir. Bu yazının ana odak noktasıysa 1930 öncesi döneme, hatta