Ekonomos Haftalık Ekonomi ve Finans Bülteni (20-26 Haziran)
[voiserPlayer]
15 Haziran’da açıklanan Amerikan Merkez Bankası FED’in faiz artış kararı öncesi ve sonrasında birçok merkez bankası gerek sermaye kaçışını önlemek, gerekse de gıda ve enerji fiyatlarındaki artış kaynaklı enflasyondaki yükselişi durdurmak için ellerindeki en önemli silahı kullanıp faiz artırımına gitti. Bu ülkelerin birçoğu ise tek haneli enflasyona sahip ülkelerdi. Türkiye ise son açıklanan %73,5’lik enflasyonla Lübnan, Sudan, Venezuela, Suriye ve Zimbabve’den sonra dünyada en yüksek enflasyona sahip altıncı ülke.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin art arda açıkladıkları bu faiz artışları ve Türkiye’nin yüksek enflasyonunun varlığında gözler merkez bankası kararına çevrildi. Global faiz artırımını öne sürerek son bir çıkış olarak merkez bankasının bir faiz artışına gidebileceğini bekleyen bir çevre olduğu gibi Erdoğan’ın konuşmalarından yola çıkarak uzun bir aradan sonra faiz düşüşü gerçekleşebilir beklentisinde olan bir çevre de vardı.
Diğer bir tarafta ise para politikasının rafa kaldırıldığı düşüncesiyle faizlerin sabit kalacağını bekleyen bir kesim de vardı. Tüm bu farklı beklentiler ışığında ve yüksek enflasyonun varlığında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) 23 Haziran 2022 tarihli PPK toplantısında politika faizi olan bir haftalık repo faizini %14’te tutarak üst üste altıncı toplantıda da faizi sabit tutmuş oldu
Merkez Bankası PPK Toplantısı Sonuç Metni
Kurul daha önceki metinlerde de olduğu gibi bu metinde de küresel gelişmelerin ve sorunların yüksek enflasyonun nedeni olduğunu öne sürerek “Küresel gıda güvenliğindeki ticaret yasakları ile artan belirsizlikler, emtia fiyatlarındaki yüksek seyir, temel gıda ve enerji başta olmak üzere bazı sektörlerdeki arz kısıtlarının sürmesi ve taşımacılık maliyetlerindeki yüksek seviye, uluslararası ölçekte üretici ve tüketici fiyatlarının artmasına yol açmaktadır” ifadelerini kullandı.
Devamında ise artık iktisatçılarca hiçbir inandırıcılığı kalmamış olan “TCMB, fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda enflasyonda kalıcı düşüşe işaret eden güçlü göstergeler oluşana ve orta vadeli yüzde 5 hedefine ulaşıncaya kadar elindeki tüm araçları liralaşma stratejisi çerçevesinde kararlılıkla kullanmaya devam edecektir.” diyerek enflasyonla mücadelede kararlılık vurgusu yaptı. PPK metninden bağımsız olarak merkez bankası bir anlamda, içerdeki enflasyon sorunu, dışarıdaki Ukrayna-Rusya savaşı ve global faiz artırım sürecinin, faiz kararını herhangi bir şekilde etkilemediğini ve para politikası uygulamadıklarını bir kez daha ilan etmiş oldu. Faizin yükseltilmediği bu karar sonrasında iktisadi kurumlar mecbur kaldıkları farklı ve deneysel önlemlere ise devam ettiler. Haftanın kapanış günü olan cuma günü piyasalar kapandıktan sonra birtakım yeni önlemlerin devreye girdiği açıklandı.
Sermaye Kontrollerine Doğru Adım Adım: BDDK Kararı
BDDK cuma günü yaptığı açıklamayla iki önemli karar aldı. Bu kararlarla;
- Döviz varlıklarının TL karşılığı 15 milyon TL’yi aşmayan şirketlere kredi kullanım durumunda döviz varlıklarını 15 milyon TL üzerine çıkarmama şartı getirildi.
- 15 milyon TL üzeri döviz nakdi varlığı bulunan şirketler ise bu varlığın aktifinin ya da satış hasılatının yüzde 10’unu aşması durumunda yeni nakdi TL ticari kredi kullanamayacak.
Bu karara kadar 17,30 civarında hareket eden dolar/TL kararla birlikte 16,49 seviyesine kadar geriledi ve dolardaki bu sert geri çekilmeyle BDDK kararları gündeme damgasını vurdu. 26 Haziran Pazar gecesi ise BDDK tekrar bir açıklama yaparak kredi kısıtlaması kapsamına girecek şirketleri şu şekilde açıkladı:
- 660 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve ilgili düzenlemeler uyarınca bağımsız denetime tabi bir şirket olması,
- Şirketin YP nakdi varlıklarının (altın dahil, efektif döviz ile bankalardaki YP mevduatın) TL karşılığının 15 milyon TL’nin üzerinde olması,
- Şirketin YP nakdi varlıkların TL karşılığının; aktif toplamından veya son 1 yıllık net satış hasılatından büyük olanının yüzde 10’unu aşması.
BDDK’ya göre herhangi bir şirketin bu karar kapsamına girebilmesi yukarıdaki her 3 şartın birden sağlanmasını gerektiriyor. Yine, 1. şartın sağlanmaması halinde, yani bir şirketin ilgili mevzuat uyarınca bağımsız denetime tabi bir şirket statüsünde olmaması durumunda söz konusu şirketin bu karar kapsamına girmeyeceğini belirtiyor.
BDDK bu yeni açıklamayı yaparken ayrıca uzun zamandır kullandırılan düşük faizli kredilerin döviz borcu ve yükümlülüğü olmayan şirketlere gitmesini engellemeye çalıştıklarını da belirtti. Böylece BDDK’nın döviz ihtiyacı olmadığı halde döviz aldıklarını düşündükleri şirketlerin kredi kullanmasını engellemek istediği görülüyor. Fakat şirketlerin döviz ihtiyacının ne kadar olduğunu bu basit hesaplamalarla belirlemek mümkün değil. Nasıl hesaplandığı belli olmayan 15 milyon TL sınırı ya da net hasılatın %10’unu aşması gibi kriterlerin herhangi bir geçerliliği olması mümkün değil. Şirketlerin geleceğe dair planlamaları, ithalat gereksinimi ve stok hamleleri gibi hemen hemen hiçbir özel durumu bilmeden tüm şirketleri aynı kapsama almak başlı başına bir hata.
Bu kararla birlikte son dönemde döviz talebinin karşılanmasında yaşanan zorluklara karşı yeni bir önlem daha alınmış oldu. Karar şirketlerin hem döviz talebini dizginlemek isteyen hem de mevcutta belirli bir miktarın üzerinde dövizi bulunan şirketleri döviz satıcı pozisyona geçmeye zorlayan bir karar. Şirketlerin bir kısmı kredi kullanmak istediğinde bu yaptırımla karşı karşıya kalacak. O nedenle, şirketlerin bir kısmı için döviz satışı zorunlu olmamakla birlikte zorlayıcı. Fakat yakın zamanda istisnalar getirilerek şirketlerin bir kısmının bu kapsamdan çıkarılması beklenebilir.
BDDK Kararının Piyasalara Etkisi Ne Olur?
Alınan kararları sermaye kontrolü olarak kabul etmekse oldukça zor. Sermaye kontrolü daha ziyade ülkeye döviz giriş ve çıkışını kontrol etmeye yönelik yasal ve düzenleyici önlemlerdir. Bu sermaye kontrolleri direkt ve dolaylı sermaye kontrolü olarak iki sınıfa ayrılır. Direkt sermaye kontrolleri genellikle sınır ötesi sermaye işlemlerine ilişkin doğrudan yasakları veya (genellikle isteğe bağlı) bir onay prosedürünü içerir.
Dolaylı sermaye kontrolleri ise belirli sermaye hareketlerini daha maliyetli hale getirerek sermaye hareketini caydırmaya çalışır. Bu tür kontroller, sınır ötesi finansal akışların açık veya zımni vergilendirilmesi ve ikili veya çoklu döviz kuru sistemleri dahil olmak üzere çeşitli şekillerde olabilmektedir. Fakat BDDK’nın getirdiği kredi yasağı yukarıdaki bahsi geçen sermaye kontrolleri içerisinde gösterilebilecek bir uygulama olarak gözükmüyor. Uygulama sermaye kontrolü olmasa da piyasalarca ve yatırımcılarca kontrol olarak algılanması da muhtemeldir.
Kontrol olarak algılanmasa bile sermaye kontrolünden önceki son adımlardan biri olarak görülme ihtimali de piyasaları ve yatırımcıları ürkütebilir. Nihayetinde yapılmak istenen döviz talebini durdurmak ve döviz kıtlığı sorununu aşmak olduğu için bir sonraki aşamada döviz kıtlığını azaltmak için tam anlamıyla bir sermaye kontrolü gelebilir. Bu olasılıkların gittikçe konuşulur hale gelmesi ise hem öngörülebilirliği hem de Türkiye’ye iş yapma eğilimini azaltmaktadır.
Dışarıda Durum: Rusya Temerrüde Düştü
Rusya’nın Avrupa’ya yolladığı doğalgazı kesmesi ile bir yandan doğal gaz fiyatları artmaya devam ederken, diğer yandan gazı kesen Rusya uluslararası borçlarını ödeyemez hale geldi. Fakat bu borcunu ödeyememe durumunun öncelikle uluslararası piyasalara erişememekle alakalı bir durum olduğunu belirtmekte fayda var. Rusya defalarca borçlarını ödemek istediğini ve bunun için elinden geleni yapacağını ilan etse de ilk ödeme tarihi 27 Mayıs olan bir borç vadesi, yatırımcıların hesabına son gün olan bu pazar gününe kadar ulaşamadı ve ülke temerrüde düştü.
Bloomberg’in haberine göre Rusya, bu borcun yatırımcılara gönderilmesi için parayı Euroclear’a (Belçika merkezli bir finansal hizmetler şirketi) yatırdı. Fakat yaptırımlar nedeniyle para orada takılı kalarak kredi verenlere ulaşamadı. Yaklaşık 100 yıldır böyle bir sorun yaşamayan bir ülke için temerrüde düşmek kötü bir durum ama temerrüde düşmenin olası negatif etkilerini zaten Rusya yaşıyordu. Temerrüde düşen bir ülke tekrar borçlanmak istediğinde kredi bulması zorlaşırken Rusya savaş yaptırımları nedeniyle mevcut durumda kredilere ulaşamıyordu. O nedenle, etkisi görece sınırlı ve olayların gelişimi itibariyle ödeme isteğinden bağımsız, teknik nedenlerle gerçekleşen bir temerrüt olması itibarıyla diğer borç ödeyemeyen ülkelerden bu yönüyle ayrışıyor.