[voiserPlayer]
İklim politikaları, uluslararası ajandanın en üst sırasında olmasa da her yıl önemini artırıyor. Bu ilgi artışı; ekonomi, enerji, sürdürülebilirlik ve doğa olayları gibi günlük yaşamı etkileyen krizlerin iklim değişikliğiyle doğrudan bağlantılı olduğunun anlaşılmasıyla ilgili. İklim değişikliği farkındalığının yerleşmesi ve iklim değişikliğine karşı etkin bir mücadele geliştirilmesi belki uzun zaman alacak, ancak bir devrim beklentisi yerine sağlıklı bir mekanizmanın işleyişini kabul etmek bizi daha gerçekçi kılacaktır.
2024’e bakmadan önce 2023 yılının sonunda gerçekleşen COP28’i kısaca değerlendirmek gerekir. Birleşik Arap Emirlikleri’nde düzenlenen 28. Taraflar Konferansı’nın, daha başlamadan büyük bir ilgi ile takip edileceği anlaşılmıştı. Zira, gelirlerinin tamamına yakınını petrolden elde eden (petrostate) bir Körfez ülkesinde Taraflar Konferası’nın düzenlenmesi büyük bir tepki toplamıştı. Dolayısıyla, Körfez’in gölgesi COP28 tartışmalarının üzerine çöktü demek yanlış olmaz.
COP28’e Birleşik Arap Emirlikleri’nin Sanayi Bakanı ve en büyük petrol şirketi ADNOC’un CEO’su Sultan Al Jaber başkanlık etti. Dönem başkanlarının COP ajandasını belirleme göreviyle üstlendikleri kritik rol, onları küresel iklim politikalarında önemli bir konuma getiriyor. Al Jaber’in ulusal yükümlülükleri, Taraflar Konferansı’na yönelik mevcut eleştirileri daha da alevlendirdi. Bu durum, konferansların bağlayıcılığı, işlevsel bir mekanizma olup olmadığı ve yaptırım kapasiteleri gibi yapısal sorunları gündeme getirdi.
Ancak, Taraflar Konferansı’na çoğu zaman gereğinden fazla beklenti yükleniyor. İklim politikalarında bir devrim beklentisinden ziyade, bu sürecin bir norm inşası olduğu anlaşılmalıdır. Bu, iklim politikalarına karşı ne umutsuzluğa ne de aşırı iyimserliğe kapılmamız gerektiğini hatırlatıyor. COP29 bu yıl Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenecek. Konferansın, fosil yakıt ağırlıklı bir ekonomiye sahip bir ülkede yapılması yine tartışmaları beraberinde getirecektir. Ancak asıl mesele, ülkelerin toplandıkları yerden ziyade, taahhütlerini yerine getirip getirmedikleri olmalıdır.
Ülkelerin Taraflar Konferansı’nda sundukları ulusal katkı beyanlarına göre emisyon değerleri 2030’a kadar yükselmeye devam edecek. IPCC raporlarına göre 2025, 1.5 derece sınırı için kritik bir öneme sahip. Climate Analytics ve Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2023 sonunda paylaştığı iki rapor da 2025’te emisyon salımlarının zirve yapacağı ve sonrasında düşüş yönlü bir ivme seyredeceğine dair öngörüler sunuyor. Climate Analytics’in sunduğu mevcut politika, düşük çaba ve devam eden ivme senaryolarına göre rüzgâr ve güneş enerji sistemlerinde büyümenin devam etmesi, elektrikli araçlara yapılan yatırımların sürmesi ve CO2 dışı emisyonlarda ilerlemenin hız kazanmasıyla değerlerin 2030’dan önceki yıllarda zirve yapmasının mümkün olduğunu ortaya koyuyor. Her ne kadar bu senaryoların aksini belirten argümanlar olsa da (bkz. https://www.eia.gov/outlooks/ieo/narrative/index.php) küresel ivmenin fosil yakıtlardan kademeli uzaklaşması, bu enerji kaynaklarına yönelik tutumların sorgulanması ve yenilenebilir enerji sektörüne bakış hızla değişmeye devam ediyor.
Uluslararası algının değişmesi ve sürdürülebilirlik normunun yerleşmesi için sistemdeki başat aktörlerin politikaları oldukça önemli. Kasım 2024’te yapılacak olan ABD Başkanlık seçimleri de bu sebeple göz önünde bulundurulmalı. Önceki Başkan Donald Trump’ın Paris İklim Anlaşması’na ve iklim politikalarına yönelik ajandası belli. Donald Trump ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan imzasını çekmesi gerektiğini savunuyor ve iklim krizini ciddi bir tehdit olarak görmüyordu. Selefi Joe Biden, görevdeki ilk gününde Paris İklim Anlaşması’nı yeniden devreye sokmuş, Enflasyon Yasası ile ülke ekonomisini sürdürülebilirlik ve yeşil ekonomiye geçiş politikaları zeminine oturtmuştu. Buradaki sıkıntı ise Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçi Parti’nin hegemonyası ile mücadele etmesi oldu. Yani, ABD gibi uluslararası sistemde öncü bir role ve en büyük 2. karbon emisyonuna sahip bir ülkenin yeni dönemde nasıl bir pozisyon alacağı oldukça önemli.
Türkiye’de ise yerel seçimlere yaklaşırken mutlaka sürdürülebilir şehirler ve yerel kalkınma projelerini göreceğiz. Daha önceki Asterisk2050 raporlarında belirtildiği gibi Türkiye’de iklim politikalarına yönelik toplumsal talep benzer Akdeniz Havzası ülkelerine nazaran daha az. Yani, yeşil ekonomi, sürdürülebilirlik, temiz enerji gibi konuların kamuoyunda tartışılması gündelik politikanın gerisinde seyrediyor. Bu sebeple hem merkezi hükümetlerin hem de yerel yönetimlerin bu minvalde politika ve söylem üretmelerinin önemi oldukça fazla. Yerel seçimler öncesinde adayların bunları yapması için elleri görece kuvvetli. Zira, her ne kadar Türkiye’de politika oluşturma ve yürütme gücü merkezi hükümete bir hayli bağımlı olsa da yukarıda bahsedilen toplumsal talebin oluşması için belediyeler stratejik bir rol üstlenerek bu yoksunluğu giderebilir.
Ender Emre Kanaat’ın Marmara Belediyeler Birliği (MBB) ile yaptığı Yenilik Perspektifinden Yerel Yönetimlerde Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları Çalışmalarının Değerlendirilmesi (2022)makalesine göre 11 ilde yapılan belediye çalışanları mülakatlarında, personelin %50’sinin sürdürülebilir kalkınma amaçları hakkında bilgiye sahip olmadığı görülmüş. Bu çalışmada sürdürülebilir kalkınma amaçlarını bilen ve belediye amaçlarını referans alan stratejilerin varlığı ise yalnızca %13 seviyesinde. Ayrıca yine bu çalışmada ilgili birim ve koordinasyon eksikliğine dair de ilginç bir veri mevcut. Belediyelerde sürdürülebilir kalkınma ile ilgili bir birimin olmadığı ya da olsa da koordinasyonsuz çalıştığı cevabı ise yaklaşık %52.
Yani, Türkiye’nin gayrisafi yurtiçi hasılasının neredeyse yarısına sahip olan bir bölgede sürdürülebilir kalkınmaya yönelik stratejik politika yürütmek çok kısıtlı. Yerel seçimlerde iklim politikalarına yönelik projelerin ortaya konması, bu kapsamda birimlerin oluşturulması ve uygulanması Türkiye’nin iklim politikalarına kritik ölçüde katkı verecek. Merkezi hükümetin de ulusal katkı beyanına somut adımları eklemesi ve iklim finansmanının öne çıkması beklenen COP29 Bakü’deki aktif rol alması Türkiye’nin 2024 iklim politikalarına hız kazandıracaktır.
Sonuç olarak 2024 yılı ve sonrasında, iklim politikalarının giderek artan bir öneme sahip olacağını söylemek mümkün. Uluslararası arenada, özellikle COP28 ve COP29 gibi büyük konferanslarda, fosil yakıt bağımlısı ülkelerin ev sahipliği ve politik rolleri tartışma konusu olmaya devam edecek. Bu durum, iklim krizi ile mücadelenin sadece teknolojik ilerlemelerle değil, aynı zamanda uluslararası politik irade ve işbirliği ile de sürdürülmesi gerektiğini gösteriyor. Özellikle ABD gibi büyük emisyon üreten ülkelerin politikaları ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin yerel ve ulusal düzeydeki iklim stratejileri, bu mücadelenin önemli parçaları olacak. Önümüzdeki dönemde hem uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi hem de yerel ve ulusal düzeyde etkin politika ve uygulamaların hayata geçirilmesi, iklim değişikliğiyle mücadelede kritik rol oynayacak. Bu süreçte, ekonomik, teknolojik ve politik alanlarda atılacak adımlar, küresel ısınmanın 1.5 derece sınırını korumak için elzem olacak.