[voiserPlayer]
“Siyaset” demişti yıllar evvel Ranciere, “var olanın paylaşılmasıdır.” Bu yolla bize çok temel bir siyaset kuralını da hatırlatmıştı aslında: daha fazlasını paylaşmak için daha fazlasına sahip olmak gerektiği gerçeği. İşte Millet İttifakı’nın uzunca bir süredir dışarıya karşı çizdiği parçalanmış ve çok sesliliği aşarak gürültü kirliliğine evrilmiş görüntüsünün sebebi de siyasetin bu en temel kuralını bir teferruat saymalarından kaynaklanıyor. Başka bir beyanla Millet İttifakı’nın henüz elinde olmayanı, iktidar koltuklarını paylaşma arayışı dolayısıyla ortaya çıkan çatışma görüntüsü, seçmenlerin nezdinde yönetebilme kapasitelerini sorgulatmaktadır. Bu da paradoksal olarak pazarlığı daha şimdiden yapılan bu koltuklara muhalefetin sahip olma ihtimalini düşürmektedir.
Aslında bu durumun ortaya çıkışı, Akşener’in 2021’de kullandığı “Ben Başbakan olacağım” sözlerine kadar dayanıyor. Akşener’in bu çıkışı, bir yandan olmayan bir makamı hedefleyerek Masa adına değil, partisi adına hamleler yaptığı bir siyaset kurgulamasına neden olurken, diğer yandan ve ilkinin sonucu olarak CHP, İYİP ve Deva arasında adeta bir satranç başlattı.
Öncelikle İYİP, Bilge Yılmaz transferiyle beraber Deva Partisi’nin kendisine seçmende rıza üretmek için temel tezi olan 2002-2015 arasında, yani Babacan yönetimi altındaki ekonominin “dünyadaki cennet” olduğu iddiasına eleştirel yaklaşmaya başladı. Çünkü Yılmaz’ın tezleri, Türkiye ekonomisinin çöküşünün temellerini, Deva Partisi’nin iddiasının aksine, bu yıllarda gören bir anlayışa dayanıyor.
Babacan da Yılmaz’ın bu vurgularına zımni bir cevap olarak şöyle dedi: “Bu konuda mütevazı olmayacağım. Şu andaki krizi bizden başka çözecek kimse yok. Kriz çözme tecrübesi ayrı bir şey. İki tane krizi çözmüş başka bir ekip varsa bulalım, gelsinler, çözsünler.”
Bu tezlerin hangisinin doğru olduğu bir kenara, siyasi partiler Türkiye’de ekonominin normalleşmesiyle bile göreceli olarak yaşanacak rahatlamanın öneminin farkındalar. Dolayısıyla iktidar değişimi durumunda yeniden ortaya çıkacak siyasi rekabet atmosferinde ve bu olası değişimin ardından yapılacak ilk seçimlerde, bu rahatlamanın seçmen gözünde yaratacağı olumlu imajın oy karşılığına, ekonominin dümenine talip olma arayışındalar.
Bu rekabetin vardığı bir diğer nokta da İYİP’in ittifakın oy potansiyeli düşük partileriyle aynı oranda bugün söz, yarın ise makam sahibi olmak istememesi, yani eşit muamele görmekten duyduğu rahatsızlıktır. Ancak İYİP’in bu noktadaki tutumu kendi içinde bir tutarsızlık taşıyor. Çünkü İYİP, bir yandan kendisinden daha az oy potansiyeli olan partilerle eşit muamele görmek istemezken, diğer yandan ise kendisinin iki katından fazla oy alan CHP’yle eşit olmak istiyor. Yani, kendisi üstündekine karşı pragmatik, altındakine karşı ise ilkesel bir tutum benimsiyor.
CHP’nin ise İYİP’e sonraki Türkiye’ye dair hedefini hatırlatarak Millet İttifakı’nın bir başbakan adayı da olduğunu bizzat Kılıçdaroğlu’nın ağzından dillendirmesi, yine gereksiz bir meydan okumayla karşı karşıya kaldı: “Birinci parti çıkacağız, bu ülkenin pazarlıksız, hak edilmiş başbakanı olacağım.”
Bu polemik aylar önce yaşanmışken, son günlerde başta İmamoğlu olmak üzere CHP’li belediye başkanlarının Kılıçdaroğlu etrafında kenetlenmeleriyle beraber Akşener yine benzer bir meydan okumayı ortaya koydu:
“Elbette Başbakan Meral olacak. Onunla bununla pazarlık ederek değil, milletimizin iradesiyle, partimiz birinci parti olarak Başbakan Meral olacak. Ona buna yalvararak değil, onun bunun karşısında eğilerek değil, millet iradesiyle, iradenizle.”
Akşener’in arasında aylar olan bu iki çıkışının da Kılıçdaroğlu’nun adaylığının güçlendiği dönemlere denk gelmesi, kendisinin Kılıçdaroğlu’na “Bana başbakanlık vadederek cumhurbaşkanı adayı olamazsın” demeye çalıştığını düşündürmüyor değil. Bu, Akşener’in böyle demek isteyip istememesinden de bağımsız biçimde Masa içinde bir çatışma ve anlaşmazlık imajı çizdiği için iktidarın Masa’nın yönetme kabiliyetini sorgulamasını ve dolayısıyla tam da istediği bir konforu ona sağlıyor. Bu yüzden muhalefet, var olmayan üzerinden bir rekabet yerine, sahip olacağı varlığı maksimuma ulaştırmak için hedefini ve stratejilerini ortaklaştırmalı. Bugün, gelecek Türkiye için rekabet etmek yerine, geçiş dönemini rahat atlatmak için iş birliği yapma günüdür. Aksi durumun, yani var olmayanı paylaşmak için verilen basit kavganın hem memleket hem de muhalefet için bedeli çok ağır olur.
Fotoğraf: Raghavendra Saka