[voiserPlayer]
Öncelikle aylardır yazmaya ara verdiğim için kendimden ve gönülden bağlı olduğum Daktilo1984’den özür dileyerek yazıya başlamak istiyorum. Bir yazı serisi başlatıp serinin ortasına bile gelememek kendim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Üstelik özel hayatımda birçok sevdiğimin özel gününü kaçırdım, birçok kişisel işimi son güne bıraktım, bir aylık hastalığımda doktora dahi gidemedim. İlk tez komitemi kaçırdım ve şu an harıl harıl komiteye çalışmam gerekiyor. Bütün bunları, gerçekten inandığım bir işte çalıştığım için kaçırdım. Ayrıntılarını açıklamam çok doğru olmaz ancak beni takip edenler az çok anlamıştır çalıştığım işi. Bir sivil toplum kuruluşunda, Suriyeliler ile halkımız arasında “nasıl uyum sağlanır” konusunda kafa patlatıyordum. Suriyelilerin entegrasyonu demek istemiyorum çünkü sadece onlar bizim “kurallarımızı” öğrenmek zorundaymış gibi üstenci bir tutuma giriyor. Karşılıklı uyumdan / hoşgörüden, aynı mutfakta birlikte yemek yapmaktan, aynı okula giden çocuklarını sırayla okula götürecek velilerden bahsediyordum. Ne yazık ki bu hayallerim, 28 Şubat sabahı uyandığımda tuzla buz oldu.
İdlib’te gerçekleşen hava saldırısı sonucunda kayıplarımızın olduğu haberleri beni çok üzdü. Daha doğrusu, öğrenebildiğim kısıtlı haberler dahilinde üzülebildim. Haber kanalları hiçbirimizi şaşırtmayarak ölü taklidi yapmayı seçtiler. Gerçi bu sefer penguen belgeseli yayınlayamama sebepleri küresel ısınma olabilir diye hak verdim kendilerine. Herkes kendi şovuna devam ederken steril hayatımda, kendi dertlerimin ne kadar anlamsız olduğunu düşündüm. Benim yarın öbür gün unutacağım insanların aileleri ömür boyu bu üzüntüyü taşıyacaklar diye düşünüp suçlu hissettim. Suçlu hissetmesi gereken herkesin yerine suçluluğu üzerime aldım. Benim suçum ne ki? Peki Aylan bebeğin suçu neydi? Ben bunları düşünüp evde kendi kendime ezilip büzülürken, en şık tıraşı – en güzel makyajı ile koşa koşa stüdyoya giden uzmanları (!) “vay be ne ‘anelizler’ yapıyor insanlar” diyerek izledim. Biraz da okuduğum bölüme, yürütmeye çalıştığım akademik hayatıma karşı yabancılaştım. Hepsinin üstüne canlı yayında gördüklerim beni şoka uğrattı. Küçücük çocuklar, çaresiz insanlar güvensiz botlarla ölüme gönderiliyor ve bu canlı yayında izletiliyordu.
Suriyeli insanların “bak kapıyı açarım ha” tavrı ile sınırlara gönderilmesi ve bunun tüm dünyaya izletilmesi; travmalara alışkın ülkemiz için bile olağan dışı bir durum. İnsan hayatının devlet eliyle bu kadar değersizleştirilmesi çok acı. Daha da acısı, VPN ile girebildiğimiz sosyal medyada, her şeyin sorumlusu olarak Suriyeli insanların gösterilmesi, gidiş haberleri hakkında nefret yorumları yapması. İşsizlikle ve ekonomik sıkıntılarla boğuşan, yaşadığı şehrin demografisinin bir anda değişmesi şokunu atlatamayan insanların hatayı birilerinde araması ve en kolay hedefi günah keçisi ilan etmesi benim için doğru olmasa da anlaşılabilir bir refleks. Asıl sorun en başından beri tüm bu sorunları ön göremeyen kontrolsüz bir göç politikası izlenmiş olması. Kontrol edilemeyen göç için yerel halka şeffaf bilgi verilmemesi, iki toplum için ilişkileri daha da zorlaştırdı. Ne gelen ne kadar kalabileceğini ya da “ne” olduğunu biliyor ne ev sahibi ne ikram edeceğini biliyor. Devletin Suriyelilerin ne koşullarda ne kadar süre kalacaklarını, belki hiç gitmeyeceklerini söylememesi ve daha kötüsü işine gelince nefret söylemine sığınması, uyumu hayal haline getirdi.
Sivil Toplum Sektörünün Yükselişi
Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) temelde insancıllık ve tarafsızlık ilkelerini benimseyerek savaş, afet durumu, insani hakkı ihlali gibi sorunlar yaşayan toplumlara yardım eden; demokratikleşme, toplumsal cinsiyet eşitliği, çevrenin korunması, hukukun üstünlüğü gibi konularda hak savunuculuğu yapabilen kâr amacı gütmeyen kuruluşlardır. Bu kuruluşların geçmişleri ve ilkeleri, 1856’da kurulan Kızılhaç’a dayandırılmaktadır. Ayrım gözetmeden, tarafsız ve gönüllü hizmet eden insani yardım kuruluşlarının / STK’lar günümüzde bir sektör haline gelmiştir. Hatta bu sektörde yükselmek için bir beyaz yaka kadar çaba sarf etmenin gerekli olduğunu belirtmem gerekir. STK sektöründe işe girmek isteyenlerin başvurduğu kariyer sitelerini incelerseniz, aranılan niteliklerin çok üst düzeyde olduğunu ve önemli bir tecrübe istendiğini görebilirsiniz. Michael Barnett’in 2005 yılında kaleme aldığı makalesinde belirttiği üzere; tüm dünyada insaniyetçi kurumlarda çalışanlar arasında uzmanlaşma süreci gelişmiş ve kariyer basamaklarını tırmanmak gönüllükten daha önemli hale gelmiştir.[i] STK’lar piyasa sisteminin bir çarkı haline gelmiştir. STK aktiviteleri fonlarla yürümektedir ve fon almak için belirli kriterleri / kuralları, kitabına uydurmak gerekir. Bu kitap Türkiye’deki STK sektörü için açıkça Suriyelileri konu almaktadır.
Türkiye’de, Suriyelilere açık kapı politikası uyguladığı günden bugüne; göç kanunlarının düzenlenmesi, Göç İdaresi’nin kurulması ve sivil toplumun gelişmesi gibi kurumsal gelişmeler yaşandı. Sosyal hizmet mezunları, psikologlar ve hatta uluslararası ilişkilerciler iş buldular. Tüm bu insanlar, özellikle 2016’dan beri Türkiye ile AB arasında mutabakata varılan Mülteci Geri Kabul Anlaşması gereğince sağlanan fonlar dahilinde iş yapmaktalar. Bu STK’ların kapısından girdiğinizde insanların belirli hedefleri tutturmaya çalıştığını, bütçe ve raporlama dönemlerinde “gönüllü” olarak fazla mesaiye kaldığını, sosyal hayatları ile iş hayatlarının iç içe geçtiğini görürsünüz.
Türkiye’de, kamu kurumlarında yürütülen AB projeleri de dahil olmak üzere, göç konusunda muazzam bir bilgi birikimi, iş kaynağı ve gittikçe profesyonelleşen bir sektör oluştu. AB de gerçekleştirdiği finansal yardımları kalem açıklayarak [ii] verdiği her bir Avro için çeşitli kriterler, erişilmesi gereken kişi sayısı, verilmesi gereken belirli modüller ortaya koymakta ve bu sektörün çarkını döndürmektedir. Alanda çalışırken travmaya sürekli maruz kalan çalışanlar, şahit oldukları olayları normalleştirmeye başladılar. Bugün geldiğimiz noktada, eli kolu bağlı bir şekilde sınır kapılarının açılmasını izleyen bizler gibi insani yardım sektörü çalışanları da ertesi gün yapacağı acil durum toplantısını düşünmekteler. Kısacası, herkes için, devlet için, Avrupa Birliği için, STK’lar için Suriyeliler sadece yapılacaklar listesinin bir maddesi haline geldi. Mültecilerin kendi sınırları dışında kalması için gereken tüm yardımları yapmaya hazır olan AB kendi içinde çelişkilerle dolu bir göç politikası izlemektedir. Bir yandan yerinden edilmiş insanların haklarına ve Türkiye’ye tüm dünyanın yardım etmesinin gerekliliğine vurgu yaparken diğer yandan Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı kapsamında Suriyelileri güvenli bölgeye yerleştirme planlarına karşılık “musluk kapatma” tehdidinde bulunabilmektedir [iii]. Türkiye’nin sınırları açarak izlediği politika aslında bu zihniyetin bir tezahürüdür. İnsanları “sayı”laştırmak, onları görmezden gelmek; nefret etmekten daha da kötü. Görünen o ki Suriyeliler, dünya ülkelerinin yüce reel politiklerinin birer piyonu haline geldiler.
Yazımın sonunda, doğululuk ve batılılık, ötekilik ve ötekileştirene hayranlık duyma çelişkilerini muazzam bir empati yeteneği ile aktardığını düşündüğüm Amin Maalouf’un kitabından bir alıntı yapmak istiyorum.
“Bir ülke çökerken, her zaman oradan başka bir ülkeye göç etmeyi deneyebilir insan; buna karşılık, bütün dünya tehdit altındaysa, gidecek başka bir yer kalmaz. Hem kendimiz hem de gelecek kuşaklar adına, gerilemeye boyun eğmek istenmiyorsa, olayların akışını değiştirmeye çalışmalıyız.” Amin Maalouf-Çivisi Çıkmış Dünya
Fotoğraf: Rostyslav Savchyn
[i] M. Barnett, (2005). “Humanitarianism Transformed”, Perspectives on Politics, Vol 3, No 4, s. 723-749.
[ii] European Commission, 31.12.2019. “EU Facility for Refugees in Turkey List of projects committed/decided, contracted, disbursed”. https://ec.europa.eu/neighbourhood-enlargement/sites/near/files/facility_table.pdf (Erişim Tarihi: 29.02.2020).
[iii] Gülsüm Alan, “Barış Pınarı Harekatı: AB’nin endişeleri neler? Türkiye’ye yaptırım uygulamayı göze alabilir mi?”, Euro News Türkiye, 11. 10. 2019, Brüksel. https://tr.euronews.com/2019/10/11/baris-pinari-harekati-abnin-endiseleri-neler-turkiyeye-yaptirim-uygulamayi-goze-alabilirmi (Erişim Tarihi: 29.02.2020).