
Orta Doğu Demokrasiye Hazır mı?
Avrupalı devletler dünyanın farklı bölgelerini sömürgeleştirmeye başladıklarında karşılarında onları durduracak bir askeri güç yoktu. Ancak yine de yayılmacılıklarını meşrulaştırma ihtiyacı içindeydiler. Bu sebeple Asya, Afrika ve Amerika kıtalarında yaşayan yerel halkların medeniyetten uzak olduklarını ve kendilerini yönetecek seviyede olmadıklarını iddia ettiler. Medeni milletler seviyesine gelecekleri ana kadar da Avrupalı devletlerin hâkimiyeti altında yaşamaları gerekiyordu. Dipesh Chakrabarty buna tarihin bekleme odası (waiting room of history) diyor. Yani Avrupalı devletler sömürgeleştirmek istedikleri yerlerdeki halkları bir odaya koyup, hazır olacakları ana kadar burada beklemelerini söyledi. Sorun şu ki, o an hiçbir zaman gelmeyecekti.
Günümüzde Orta Doğu’da yaşayan halklar da Chakrabarty’nin bahsettiği tarihin bekleme odasına hapsedilmiş durumdadır. Üstelik sadece dış güçler tarafından değil, bizzat kendi liderleri tarafından. Orta Doğu’da devrim ve darbelerle başa gelen liderler ülkelerini demir yumrukla yönetirken bu insanların kendilerini yönetecek kapasitede olmadıklarını söylemiş, bu şekilde kendi iktidarlarını meşrulaştırmıştır.
“Orta Doğu demokrasiye hazır mı?” sorusu son derece anlamsız bir sorudur. Çünkü hiçbir millet demokrasiye hazır olarak ortaya çıkmaz. Sorulması gereken soru şudur: “Orta Doğu’da iyi işleyen demokrasilerin tesisini sağlayacak kurumsal altyapı ve siyasi kültür var mı?” İşin ilginç yanı Orta Doğu’da iyi işleyen demokrasilerin kurulması için gerekli olan bu kurumsal altyapı ve siyasi kültürün gelişmesinin önündeki en büyük engel, halkların demokrasiye hazır olmadığını iddia eden, kendi insanlarını tarihin bekleme odasına hapseden kişilerdir.
Eğer bir ülkede iktidarı eleştirmenin sonu muhaberat işkencesine uğramaksa o ülkede siyasi kültür gelişebilir mi? Bir taraftan anayasa mahkemesi gibi denetleyici kurumların gelişmesine engel olup, basın özgürlüğünü kısıtlayıp, diğer taraftan nasıl bu halk demokrasiye hazır değil denilebilir? Orta Doğu ülkelerinde ordunun siyasette etkin olmasının nedeni ordudan başka ciddi bir kurumun olmaması olabilir mi?
Özellikle Arap Baharı’ndan sonra yaşananlar Orta Doğu’daki demokratikleşme ümitlerini haklı olarak söndürse de bu konudaki neden-sonuç ilişkisi yanlış değerlendiriliyor. Irak, Saddam devrildiği için bu hale gelmedi; Irak’ı bu hale getiren Saddam’dır. Libya, Kaddafi devrildiği için bu hale gelmedi; Libya’yı bu hale getiren Kaddafi’dir. Aynı şeyi bölgedeki diğer ülkeler için de söyleyebiliriz.
Demokratik ülkelerde güç değişimleri genellikle barışçıl şekilde yaşanırken, diktatörlükle yönetilen ülkelerde bu değişimler sancılı olur. Bunun birçok sebebi var ama basit bir örnekle açıklayalım. Bir ülkeyi ayakta tutan şey kurumlarıdır. Diktatörler bütün gücü ellerinde toplamak istedikleri için ülkelerinde güçlü, köklü, sürekli ve bağımsız kurumların gelişmesine izin vermezler. Çünkü bu kurumlar yeri geldiğinde diktatörün gücünü sınırlayacaktır. Bu sebeple kurumları kendi aile, klan ya da gruplarından insanlarla doldururlar. Irak bunun en belirgin örneklerinden biridir. Bir dönem Saddam Hüseyin Iraklıların aşiret ya da bölgelerini belli edecek isimleri kullanmasını yasaklamıştı. Örneğin Saddam Hüseyin el-Tikriti yerine Saddam Hüseyin denilecekti. Birçok yazar bunu Saddam’ın Irak kimliğini aşiret kimliğinin önüne koyma çabası olarak görse de bunun sebeplerinden biri devlet kurumlarının Tikritliler tarafından nasıl doldurulduğunun gizlenmesidir. Böyle bir durumda iktidar değişirse sadece iktidar değişmez, devlet aygıtı da çöker. Devlet aygıtı çökünce de bunun sonucu iç savaş olur.
Eski zamanlarda hükümdar ölünce onun atadığı bütün kişilerin görevleri düşerdi. Bu sebeple başa gelen hükümdar görev başındaki kişi değişmese bile bütün makamlara tekrar atama yapardı. Oysa bu durum 19. yüzyılda büyük oranda değişmişti. Modern devlet, yazılı kanunlar ve sürekli bürokrasiler ile idare edilen soyut bir kavramdır. Bu sebeple iktidar sahipleri değişse bile varlığını sürdürür. Oysa yukarıda bahsi geçen kişiler bunu tam tersine çevirmiş, devlet aygıtını şahıslarıyla özdeşleştirerek aslında modern devleti ortadan kaldırmışlardı. Gücün tek elde toplandığı bu devletler dışarıdan güçlü görünse de aslında içi boş yapılardı. Temel düzeyde Türkçe anlama yeteneğine sahip birisi burada ABD’nin Irak’ı işgalini ya da diğer dış müdahaleleri savunmadığımı anlayacaktır. Asıl mesele şu ki bu devletleri siyasi değişimlere karşı kırılgan hale getirenler, demokrasinin gelişmesini engelleyenlerdi.
“Orta Doğu demokrasiye hazır değil,” diyen biri eğer Orta Doğu’da demokrasinin gelişmesi için gerekli olan kurumsallaşmanın ve siyasi kültürün önünde bir engelse bilin ki demokrasiye hazır olmayan aslında odur. Kendileri ve klikleri zevk içinde yaşarken halkı fakirlik içinde bırakan rejimlerin insanların adalet ve hürriyet taleplerini kriminalize etmek için kullandığı söylemler fikir değildir.
Paylaş
Yazarın diğer içerikleri

Teknoloji Çağında Tarihçilik: Risk mi Fırsat mı?
Geçtiğimiz günlerde Stanford Üniversitesi’nden Ali Yaycıoğlu televizyonlardaki tarih programcılığı ve tele-tarihçilik üzerine düşünme zamanımızın geldiğini söyledi. Bu çağrı, ekrana olan bağımlılığımızın arttığı şu günlerde daha büyük anlam taşıyor. Bu sebeple konu hakkındaki fikirlerimi paylaşmak istedim. Toplumumuz tarihle son derece hastalıklı bir ilişki kurmuştur. Çok sevdiğim bir hocam, “Tarihi kaynaklara tevazu

Halifeyle Pazarlık Yapılır mı?
Tarihi meseleleri analitik düzleme çekip bunlar üzerinde sağlıklı bir tartışma yapamadığımız için aynı konular dönüp dolaşıp tekrar önümüze geliyor. Bu hiç bitmeyen kısır döngü içinde konu, geçtiğimiz günlerde tekrar halifeliğin kaldırılması meselesine geldi. Elbette bu konu üzerinde söylenecek çok şey var. Ancak, bu yazıda önemli gördüğüm bir noktayı açıklamak istiyorum.

İdam Cezası Neden Kaldırıldı?
Tanzimat ile başlayan modernleşme hareketini üç kelime ile özetleyecek olsak bunlar merkezileşme, standartlaşma ve rasyonelleşme olurdu. Osmanlı siyasi, sosyal ve ekonomik hayatını önemli oranda etkileyen bu büyük değişim dalgası Osmanlı hukuk sistemi üzerinde de büyük etkiler bıraktı. Kodifikasyon çalışmaları, modern mahkemelerin kurulması, kadı ve hakimlerin takdir yetkilerinin (tazir ve siyaset)

Filistin ve Orta Doğu’nun Özgürlük Sorunu
Geçtiğimiz yılın Ekim ayından itibaren yaklaşık altı ay boyunca Irak, tarihinin en büyük kitle hareketine sahne oldu. Fakirlikten, yoksulluktan, kötü yönetimden ve yolsuzluklardan bıkan Iraklılar sokaklara döküldü. Hiçbir siyasi parti ve dini grupla ilişkisi olmayan bu protesto dalgası kısa süre içinde bütün ülkeyi etkisi altına aldı. Göstericilerin iki ana hedefi

Devlet İşlerini Ticaret İşlerine Karıştırmanın Zararları ve 1858 Cidde Krizi
15 Haziran 1858 günü Cidde büyük bir kargaşaya sahne oldu. Büyük bir kalabalık şehirdeki yabancı tüccarlara saldırdı ve 22 kişi öldürüldü. Ölen kişiler arasında şehirdeki İngiliz ve Fransız konsülleri de vardı. İngiliz konsül Stephan Page yatağından alınıp evinin camından aşağı atıldı ve linç edildi. Hikâyenin merkezinde aslen Hindistanlı olan ancak

Sonu Belli Olan Hikayeye Akış Yazmak
Günümüzde meydana gelen bir olayı veya mevcut olan bir durumu açıklamak istediğimizde genellikle geçmişe başvururuz. Elbette bu durum son derece normaldir. Ancak bazen içinde bulunduğumuz durum gözümüzü o kadar boyar ki, geçmişe baktığımızda görmek istediklerimizden başka bir şey göremeyiz. Mevcut durumu en iyi açıklayan noktayı seçer ve onunla günümüz arasında

Günaha Girmek Suç Mudur?
Günümüzde hayatımızı etkileyen kurumların, pratiklerin ve prensiplerin büyük bir kısmı 19. yüzyılda ortaya çıkmış ve zaman içinde değişip dönüşerek bugünkü halini almıştır. Maalesef bu dönem sadece birkaç şahıs ve olay etrafında ele alındığından, hem o dönemde yaşanan büyük değişimleri ıskalamış oluyoruz hem de bu değişimlerin bugün hayatımızı nasıl yönlendirdiğinin farkına

Orta Doğu’da Sınırlar Yapay mı?
Daha önce yazdığım bir yazıda Orta Doğu’da DAİŞ benzeri radikal örgütlerin sürekli taban bulmasının en önemli nedenlerinden birinin, bölgedeki ulus kimliklerinin zayıf olması olduğunu iddia etmiştim. Ulus kimliklerini zayıflatan faktörler arasında da transnasyonel hareketleri, lider kültlerini ve devlet aygıtının yetersiz olmasını zikretmiştim. Bu listeye eklenmesi gereken önemli bir faktör daha

Tiyatroyla Barışmak ya da 19. Yüzyılla Sağlıklı Bir İlişki Kurmak
Daha önce yazdığım bir yazıda ülkemizde hala Batılılaşma olarak görülen sürecin aslında merkezileşme olduğunu anlatmıştım. Bu yazıda da tiyatro ve opera gibi Batılı eğlence araçlarının tarihimizdeki yerine değinmek istiyorum. Birçok kişi için bunlar Batı kültürünü hatta Batı’nın ‘ahlaksızlığını’ yayan, kendi toplumuna yabancılaşmış elitlerin kendilerini eğlendirdikleri araçlardır. Mısır Hidivi İsmail Paşa,

Hürriyetten Vazgeçilir mi?
Orta yaşlarında bir Iraklıyı hayalinize getirin. Adı Ahmet olsun. Bu kişi gençliğinin sekiz senesini İkinci Dünya Savaşı’nda sonra dünyanın en büyük konvansiyonel savaşı olan İran-Irak Savaşı’nda geçirdi. Cephede savaşmadıysa bile savaşın yükü onun da omzundaydı. Daha sonra Saddam diktatörlüğü altında en temel haklarından bile mahrum yaşadı. İş bulabilmek, geçimini sağlayabilmek