[voiserPlayer]
“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) de çağırın. Bunu yapamazsanız -ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı, insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır (Bakara, 23-24).”
İslam’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’e bu meydan okumayı yaptıran neydi? Bu sorunun en bariz yanıtı, içinde neşet ettiği toplumun şiir sanatındaki gelişmişliği göz önüne alınırsa, edebi yönü olsa gerek. Seyyid Kutub, Kur’an’da Edebi Tasvir başlıklı kitabında, İslam’ın kutsal kitabının edebi yönünü ele alıyor ve o edebi yönün Kur’an’ın sanatsal tasvirde eriştiği üstün seviye olduğunu iddia ediyor.
Kur’an’ın sanatsal tasvirde edebi üstünlüğü anlatımın canlı, renkli ve hareketli tablolar halinde olmasından kaynaklanıyor. Kuran, mesela, Allah’a şirk koşan bir kişinin durumunu, “sanki semadan düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu bir yere sürüklüyor (Hacc, 31)” tablosu ile; hidayete yeni erenleri, “siz ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da sizi ondan kurtardı (Al-i İmran, 103)” tablosu ile; iman etmemekte inatçılık edenleri semadan açılan bir kapıdan inip çıksalar bile, yine de “Sadece bakışlarımız sarhoş oldu, hayır biz büyülenmiş bir kavmiz (Hicr, 14-15)” şeklinde konuşturarak anlatır.
Kur’an geçmişte Müslümanların yaşadığı halleri de tarihi veya kurgu ürünü kıssaları da canlı tablolarla anlatır. Mesela bir hezimet anını, “O vakit ki gözler kaymış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı (Ahzab, 9-13)” tablosu ile veya savaşta geri çekiliş anını, “O sıra siz geri geri çekiliyordunuz, kimseye dönüp bakmıyordunuz, Resul ise arkanızdan sizi çağırıyordu. Bunun üzerine Allah sizi gam üstüne gam ile cezalandırdı (Al-i İmran, 152-154)” tablosu ile; Allah’a ortak koşmaktan dolayı bahçesi mahvolan birisinin pişmanlığını, “Onun ürünleri kuşatıldı da ona yaptığı masraflara karşı avuçlarını ovuşturmaya başladı! Onun çardakları üzerine çöktü. ‘Ah!’ diyordu, ’N’olaydım Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmayaydım (Kehf, 42),” tablosu ile; tufanda Nuh’un oğlunun sular içindeki halini, “O onlarla, dağlar gibi dalgalar içinde akıyordu (Hud, 42),” tablosuyla hayallerde canlandırır.
Kur’an kıyamet, nimet ve azap sahnelerini de canlı ve hareketli tablolarla anlatır. Mesela, kıyametin kopuş anının insanlar üzerindeki etkisini, “her emzikli emzirdiğinden geçer ve her yüklü kadın yükünü düşürür ve insanları sarhoş görürsün, halbuki sarhoş değillerdir (Hacc, 1-2)” tablosuyla;
kabirlerden çıkışı ve ardından toplanışı, “onlar bakışları huşu içinde kabirlerden çıkarlar, yayılan/zıplayan çekirgeler gibi (Kamer, 6-8)” tablosuyla; cehenneme atılma anını, “tutun onu da yaka-paça cahimin ortasına sürükleyin, sonra da başının üstüne kızgın su azabından dökün” tablosuyla; cennetlikleri ise “kuşkusuz emin bir makamda, cennetlerde ve pınar başlarında, ince ve kalın ipekler giyerek karşı karşıya (Duhan, 51-57)” tablosuyla resmeder.
Kur’an, sanatsal tasviri tahyil (zihinde canlandırma) veya tecsim (cisimlendirme) ile yapar. Tahyil, teşhis (kişileştirme) veya insan olmayan şeylere insani özellikler atfedilerek yapılır. Mesela, sabah vaktinin teneffüs etmesi (Tekvir, 18), gecenin gündüzün peşinden koşması (A’raf, 54), gece vaktinin geçip gitmesi (Fecr, 4), gecenin Allah’la insan gibi konuşması (Fussilet, 11), ay ve güneşin sanki yarış içinde olması (Yasin, 40), yeryüzünün yağmurla canlanması (Hacc, 5), huşu halinde olması (Fussilet, 39) bu türden teşhis örnekleridir.
Tecsim ise soyut şeylerden somut şeyler gibi bahsedilerek yapılır. Mesela, “onlar günahlarını sırtlarına yüklenmiş götürüyorlar (En’am, 31)” ayetinde olduğu gibi günah ve sevaplardan maddi bir yükmüş gibi bahsedilir, “o derece bunaldılar ki yeryüzü bütün genişliğine rağmen başlarına dar geldi (Tevbe, 118)” ayetinde olduğu gibi psikolojik bir hal fiziki bir hal gibi tarif edilir, “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş (Bakara, 7)” ayetinde olduğu gibi hidayete erememe, fiziki engeller varmış gibi açıklanır, “Onlar önlerindeki ağır bir gün’ü bırakırlar (İnsan, 27)” ayetinde olduğu gibi yaşanan zor bir gün fiziki varlığı varmış gibi ağır olarak nitelenir, “bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getirir koruz (Enbiya, 47)” ayetinde olduğu gibi sevap veya günahtan ağırlığı olan bir şey gibi bahsedilir.
Çoğu ayet ise hem teşhisi hem tecsimi birlikte kullanır: “Allah onların kalplerine korku düşürdü (Haşr, 2), “iyi bilin ki fitneye düşenler kendileridir (Tevbe, 49)”, “Allah’ın eli onların elinin üstündedir (Fetih, 10)” ayetlerinde olduğu gibi.
Kur’an sanatsal tasvirlerinde sanatsal uyum arar. Mesela, kullanılan ifade ve yapılan tasvir ile hedeflenen gaye arasında bir uyum vardır. “Kuşkusuz Allah indinde o devvabın en şerlisi o sağırlar o dilsizlerdir ki akl etmezler (Enfal, 22) ayetinde olduğu gibi. Bu ayette imandan gaflet, sağırlık, dilsizlik ve akl etmemekle eşleştirilir, ki aslında bunlar hayvanlar gibi olmak demektir. Nitekim, el-devvab kelimesi de yürüyen/hareket eden anlamına gelir, ancak insanları içerse de daha çok hayvanlar için kullanılır.
Kur’an sanatsal uyumu bazen seçtiği kelimelerin seslendirildiği an hayalda yarattığı tınılarla yakalar. Örnekler çoktur. Mesela, “ne büyük bir kelime ağızlarından çıkıyor (Kehf, 5)” ayetinde, bahsi geçen büyük kelime Allah’a çocuk isnat etmektir. Ancak bu öyle büyük bir iddiadır ki ağızlardan zorlukla çıkmalıdır. O yüzden ‘efvahihim (ağızlarından)’ zorlukla telaffuz edilir, zira ağız önce uzun ‘va’ harfini okumak için açılır, sonraki mim ile kapanmadan önce de insan boğazının en gerisinden çıkartılan ‘ha’ harfini iki kez okumalıdır.
Kur’an farklı, hatta zıt tabloları birlikte resmettiği anlatımlarında da aslında büyük bir uyum gözetir. Mesela, öte dünyadaki azabın detaylandırılmasının hemen ardından nimetin detaylandırılması (Gaşiye, 1-16), ‘nutfeden’ yaratılan insanın, bu haline bakmayıp, yaratıcısına karşı hasım oluşu (Nahl, 4), kıyametin korkutucu atmosferinde, Allah’ın bazı kullarına “gir cennetime!” diyerek seslenmesi (Fecr, 27-30), içe işleyen bir ateş, kaynar ve kızgın bir su ve serin ve hoş olmayan bir dumanın oluşturduğu gölge, bu gölgede olanların dünya hayatında keyif ve zevk içinde olduklarının hatırlatılması (Vakıa, 41-46) gibi ayetler, Kur’an’ın zıt tabloları uyum içinde birlikte resmetmesinin çarpıcı örnekleridir.
Kur’an’daki sanatsal uyumun diğer bir türü de onun kendi iç musikisinin olmasıdır. Kafiye, vezin ve ritme dikkat ile elde edilen bir iç musiki. Necm suresinin ilk 22 ayeti bu duruma güzel bir örnektir. Vezin olarak 22 ayet birbirine hemen hemen denkken, kafiye harfi hepsinde aynıdır. Harflerin, kelimelerin dizilişi ve uyumu ritimli bir bütün oluşturur. Alternatif ifadelendirme ise ya kafiyeyi, ya vezni, ya da ritmi bozmaktadır. Mesela, 20. ayette “ve menate’s salisete’l uhra (ve diğer üçüncü Menat)” ayeti, sadece “ve menate’s salise (ve üçüncü Menat)” olarak ifade edilseydi, kafiye bozulacak, ritim etkilenecekti. Sadece “ve menate’l uhra (ve diğer Menat)” olarak ifade edilseydi, vezin bozulacaktı.
Ayetlerin/surelerin bahsettiği konularla uyumlu bir iç musikisi de vardır. Mesela, Naziat suresinin kıyamet sahnesini tasvir eden 1-14 ayetlerinin akışı hızlı ve üslubu sert iken, hemen ardından gelen kıssanın akışı yavaş ve üslubu yumuşaktır. Aynı şekilde Hud (42-43)’teki Tufan sahnesini anlatan ayetlerin, Al-i İmran (191-194) ve İbrahim (38-41)’teki dua ayetlerinin de iç musikisi içerikleriyle son derece uyumludur.
Ayet uzunlukları ve kafiye düzeninin değiştiği surelerde ise bu değişimin bir mantığı vardır. Mesela, Meryem suresinin ilk 33 ayeti aynı kafiye harfi (ya) ile biter. 34-40. ayetlerde ise farklı bir kafiye harfine (un veya im) geçer. Bu değişikliğin sebebi, 34. ayete kadar Zekeriyya, Yahya, Meryem ve İsa kıssası bir bütün olarak anlatılırken, bu ayetten sonrası bu kıssadan hükümler çıkarmaktadır. Bu ise kıssa bölümünden farklı bir üslubu ve ritmi gerektirmektedir. Nitekim, sure yeni bir kıssaya başladığında eski üsluba ve kafiye harfine geri döner.
Kur’an’daki sanatsal uyumun daha kompleks bir hal aldığı ayetler/sureler de vardır. Son derece kısa bir sure olan Felak suresindeki gibi: “De ki: Sığınırım o felak’ın Rabbine. Yaratılan şeylerin şerrinden. Karanlığı çöktüğü vakit gecenin şerrinden, o düğümlere üfüren neffasların şerrinden ve hased ettiği zaman bir hasidin şerrinden.” Yaratılan şeyler … tam olarak ne olduğu belirsiz ve kapsamı son derece geniş bir tehdit hayali. Belirsiz ve nereden geleceği belli olmayan bu tehdit karşısında manevi bir sıkışmışlık hali yaşar insan. Vakit ise karanlığın çöktüğü gece. Sahneyi biraz daha tamamlayan tasvir ise ancak o vakitlerde iş gören kahinler ve yine insan ruhunun karanlığında gömülü hased duygusu. Böyle peş peşe çöken karanlıklar, hem maddi hem manevi. O hal içindeki bir kul için doğal olan elbette imsak vaktinin (felak) Rabbine sığınmaktır. İmsak vaktinin Rabbi, ani bir aydınlanma getirecek ışığın Rabbi değil. Zira gecenin karanlığından gündüzün aydınlığına geçiş ancak imsak ile olur.
Kur’an, aynı şeyi tasvirde farklı kelime kullanımda da sanatsal uyum gösterir. Mesela, Hacc suresi 5. ayette yağmur yağmadan önceki yeryüzünün halini ölü (hamideh) olarak tarif edilirken, Fussilet 37-39. ayetlerde ise kupkuru (haşi’ah) olarak niteler. Ancak, bu bahsi geçen surelerdeki tablo ile uyumlu kelime tercihleridir. Zira, Hacc suresindeki tablo yeniden dirilme hakkındadır, dolayısıyla ölü daha uyumlu bir tabirdir. Halbuki, Fussilet suresindeki tablo ibadet hakkındadır ve kulların ibadet hareketlerini hayale getirir. Öyle ise, yeryüzünün kupkuru olması ve yağmurla ibadet eder gibi hareketlenmesi gerekir ki ayetlerin resmettiği genel tablo ile uyumlu olsun.
Diğer bir ince sanatsal uyuma Fetih suresi 10. ayette rastlamak mümkündür. Ayet “muhakkak ki sana biat edenler, sadece Allah’a biat ederler” ile başlar. Biat ellerle yapılan bir harekettir. Allah’a biat edildiği için ve tablonun tamamlanması için “Allah’ın eli onların elinin üzerindedir” cümlesi gelir. Bu ayette sanatsal uyum, Allah’ın insan gibi el sahibi olmaktan münezzeh olması inancına rağmen gözetilir.
Kur’an sadece ince dokunuşlarda sanatsal uyum aramaz, çizdiği geniş tablolarda da sanatsal uyuma dikkat eder. “Ya hala bakmazlar mı o deveye, nasıl yaratılmış ve o göğe, nasıl kaldırılmış ve o dağlara nasıl dikilmiş ve o arza nasıl düzlenip döşenmiş (Gaşiye, 17-20)” ayetlerinde olduğu gibi. Üstte yayılan gökyüzü altta uzanan uçsuz bucaksız yeryüzü… arka planda yükselen dağlar ve o dağların önünde duran bir deve. Bu tablo ile temsil edilen ise aslında yaratıcının azameti… yaratacağı his ise sadece kulun o azamet karşısında duyacağı korku.
Kur’an resmettiği bir tablo için çizdiği arka planda da sanatsal uyum arar. Mesela, Allah’ın İslam peygamberine sevgi, merhamet, rıza ve hüznün iç içe geçtiği bir üslupla seslendiği Duha suresi 1-11. ayetlerinin arka planı kuşluk vakti ve sakin bir gecedir, kapkaranlık bir gece değil. “Pek nankördür o insan Rabbine ve kendi de şahittir buna,” ayetinin arka planı da uyumlu olarak, “O harıl harıl koşan, kıvılcımlar saçan ve sabahleyin baskın basan, derken savurup da bir toz duman, onunla toptan ortalayanlara kasem ederim ki (Adiyat, 1-11)”dir.
Kur’an’ın sanatsal uyumu çizdiği tablonun tasvir uzunluğu ve hızında da arar. Bazı sahneler uzun, bazıları kısadır, bazıları hızlı geçer, bazıları yavaş. Ancak her halükarda güdülen gaye ile uyum vardır. Mesela, kısa ve hızlı bir sahne. “Semadan indirdiğimiz bir suyla arzın bitkileri birbirine karışmış, derken rüzgarın savurduğu bir çöp kırıntısı olmuştur (Kehf, 45).” Kısa ve hızlı bir tablo ile dünya hayatının kısalığının izahı. Rum suresi 48-49. ayetlerde ise yağmurun gelişini, Zümer suresi 21. ayette ise yağmur sonrasını yavaş akan bir tablo ile resmeder, zira Kur’an’ın her iki ayette gayesi Allah’ın nimetlerini hatırlatmaktır, o yüzden aceleye gerek yoktur.
Kur’an’ın azap sahneleri ise genellikle uzun tutulur, ta ki muhatap anlatılanları iyice sindirsin ve korku dolsun. Bazen “azabı hissetmeleri için derilerini değiştireceği (Nisa, 56)” ayetinde olduğu gibi azap sahnesi hayalde süre gidecek şekilde tarif edilir, bazen Tevbe suresi 34-35. ayetlerinde olduğu gibi, tek bir azap çeşidi detaylandırılır, bazen Hacc suresi 19-22. ayetlerinde olduğu gibi azabın kendisi çeşitlendirilir, bazen Furkan suresi 27-29. ayetlerinde olduğu gibi sahne durdurulur ve azabı çekenin ruh haline bakış atılır. Bazen ise Hakka suresi 13-37. ayetlerinde olduğu gibi bütün bu farklı yöntemler tek bir anlatıda birlikte kullanılır. Azap sahneleri gibi iman edenlerin dünya hayatındaki dua, tefekkür ve huşu halleri ile ahiretteki halleri de uzun uzun anlatır Kur’an’da, Al-i İmran suresi 190-195. ayetlerinde olduğu gibi. Bu uzun sahnelerle Kur’an muhataplarını gerçek iman sahiplerinin hallerine imrendirir ve imana davet eder.
* * *
“Bu kitabımı sana ithaf ediyorum… Artık aramızdan göçüp gittin. Hayalimde sabit kalan son resmin şudur: Evde radyo başında oturmuşsun, güzel bir şekilde okunan Kur’an’ı dinliyorsun; o mükemmel yüz hatların ise -engin kalbin ve derin duygun sayesinde- Kur’an’ın hedeflerini ve gizli nüktelerini anladığını gösteriyor.
Anneciğim! İşte o küçük yavrunu, o büyümüş genci sevk ettiğin yolun semeresi sana aittir! Oğlun, Kur’an’ı güzel bir sesle okumayı başaramamışsa da, umulur ki onu güzel bir şekilde yorumlamayı başarmıştır. Allah, huzurunda hem seni hem de beni korusun!”
Kur’an’da Edebi Tasvir … sadece bir kitabın edebi analizi değil. Ondan daha öte. Güçlü bir tutkunun ve derin bir inancın sabırla kağıda dökülmüş hali. Her satırında yazarın çırpınışının hissedildiği… Sezdiğini ve hissettiğini tam olarak ifade edebilmek ve aynısını başkalarına da sezdirmek ve hissettirmek çırpınışının…
Seyyid Kutub, Kur’an’da Edebi Tasvir, çev. Ömer Aydın ve Ertuğrul Özalp, İşaret Yayınları, 2015 (2.baskı).
Fotoğraf: Félix Lam