[voiserPlayer]
Dünya siyasetini takip ederken birçok sefer siyasetçilerin davranışlarını anlamlandırmakta zorluk çekiyoruz. Özellikle Trump başkan olduğundan beri, ABD’nin özellikle dış politikadaki davranışlarını anlamlandırmak çok daha zor hale gelmeye başladı ve siyaset bilimciler anlamlandıramadıkları bu davranışları daha çok Trump’ın irrasyonalitesi üzerinden açıklama yoluna gidiyorlar. Bu açıklamalar ne kadar inandırıcı olsa bile alternatif bir kavram üzerinden son dönem ABD dış politikasındaki devlet davranışını açıklamak mümkün görünüyor. Bu yazıda son dönem ABD dış politikası ve İran’la yükselen gerilimi stratejik muğlaklık kavramı üzerinden açıklamaya çalışacağım.
13 Kasım 2019 tarihinde Foreign Affairs dergisinde Frances Z. Brown son dönem ABD dış politikasını stratejik muğlaklık kavramı özelinde açıklamaya çalıştı. Ana argümanı, 2016’da Trump’ın göreve gelmesinden itibaren ABD hükümetinin dış politikada diğer devletlere karmaşık sinyaller göndererek stratejik bir muğlaklık yaratması, bu muğlaklığın şu ana kadar işe yaramış olması ama artık bu muğlaklığın yıkıcı etkilerini görmeye başlayacak olmamızdı. Siyaset bilimi literatüründe genelde stratejik muğlaklık bu argüman üzerinden ilerliyor. Kısa vadede iş birliğine yol açmasına rağmen uzun vadede sonuçlarının kötü olacağı genel anlamda kabul görmüş bir fikir. Yazının kalanında benim savunacağım argüman ise bunun tam tersi. Stratejik muğlaklık uzun vadede de devletlerarası iş birliğini artırmaya ya da savaşların önlenmesine karşı etkin bir devlet stratejisi olabilir.
Stratejik Muğlaklık
Öncelikle stratejik muğlaklığın ne olduğunu açıklamakta yarar var. Herodot tarihi kitabındaki Lidya Kralı Karun ve kâhinin hikayesi stratejik muğlaklık konseptini anlayabilmek için iyi bir örnek. Karun, Pers İmparatorluğuna savaş açmadan önce kâhine danışmaya gider ve muhtemel bir savaş durumunda sonucun ne olacağını sorar. Kâhin, eğer Perslere saldırırsa büyük bir imparatorluğu yok edeceğini söyler. Bu söz üstüne Karun savaşı açar ve kaybeder. Savaş sonrası ilk işi kâhinden bunun hesabını sormaktır. Kâhine neden kendisine yalan söylediğini sorduğunda aldığı cevap: “Ben sana Perslere saldırırsan büyük bir imparatorluğu yok edeceğini söyledim ve bu imparatorluk senin imparatorluğundu” olur. Bu hikâyede, kâhinin kurduğu cümleyi farklı şekillerde yorumlamak mümkün. İlk yorum buradaki muğlaklığın tamamen gelişi güzel ve şans eseri yapılmış olduğu olabilir. İkinci yorum ise kâhinin bu cümleyi bilerek muğlak bir şekilde kurmuş olacağı. Bu tarz stratejik bir muğlaklığa başvurmasının birçok sebebi olabilir. Karun’un ölmesini istiyor olabilir, siyasal açıdan tarafsız kalmak için böyle bir cümle kurmuş olabilir ya da tamamen pragmatik bir sebep üzerinden yanlışlanmamak için böyle söylemiş olabilir, çünkü kim savaşı kazanırsa kazansın kâhinin kehanetinin yanlış çıkması imkânsız olacaktır.
Trump dönemi ABD Dış Politikası ve Stratejik Muğlaklık
Şimdi stratejik muğlaklık konseptinin günümüz siyasetindeki yansımalarına odaklanabiliriz. Belirsizlik, devletlerarası ilişkilerde iş birliğine değil savaşlara sebebiyet veren bir faktör olarak görülüyor. Özellikle eksik, yanlış ya da muğlak bilgiler, yanlış algılamalara sebebiyet verebileceğinden savaşların rasyonel sebeplerinden birisi olarak uluslararası ilişkiler literatüründe öne sürülüyor. Bu tabii ki de tamamen kabul görmüş bir argüman değil ve benim bu yazıdaki anlatmaya çalışacağım ana nokta ise bu argümanın tersi. Yani, muğlaklık ve belirsizlik stratejik olarak oluşturulabilirse, iş birliğine ya da savaşların önlenmesine sebebiyet verebilir.
Öncelikle kısaca Trump’ın bu 3 senelik başkanlığı süresince dış politikada diğer ülkelere göndermiş olduğu belirsiz ve muğlak sinyallere göz atabiliriz. İlk olarak Çin-ABD arasındaki ticaret savaşı Trump’ın yarattığı muğlaklığı görmek için güzel bir örnek. Başkanlığındaki ilk yılı içerisinde, 2017’de, yaklaşık olarak 250 milyar dolarlık ticaret anlaşmaları yaparak ticaret savaşını nispeten azaltma yoluna gitti. 2018 yılında ise ticaret savaşını daha da yoğunlaştırarak Çin’e karşı olan gümrük tarifelerini artırdı ve önceki senenin tam tersi bir politika izlemeye başladı. 2019’un sonundan itibaren gelişmelere bakarsak ise tekrardan bu politikaların tersine işlediğini görüyoruz. 15 Ocak 2020’de ABD Çin’le ‘büyük ve kapsamlı bir ticaret anlaşması’ yapacak. Trump’ın burada gönderdiği sinyaller tamamen muğlak ve tahmin edilmesi çok zor.
Diğer bir örnek ise Trump’ın muğlak Kuzey Kore politikası. Bilindiği üzere Haziran 2018’de Kim ve Trump görüştüler ve iki ülke arasındaki ilişkilerle alakalı pozitif mesajlar verdiler. Bu görüşmenin sadece iki ay sonrasında ise Trump Kuzey Kore’ye karşı tehditler savurmaya başladı. Fakat, tahmin edileceği üzere bu tansiyon bu şekilde ilerlemedi ve Trump görüşmeleri devam ettirmek istediğini Haziran 2019’da dile getirdi. Aralık 2019’a geldiğimizde ise, Trump tekrardan tehditlerini savurmaya başladı ve nükleer silah testleri devam ederse Kim’in her şeyi kaybedeceğini söyledi. Trump, Çin’e karşı gönderdiği muğlak sinyallerin benzerlerini Kuzey Kore’ye de göndermeye devam ediyor. Benzer muğlak sinyalleri özellikle ABD’nin Suriye politikasında da görmek mümkün. Zaten Foreign Affairs’da yayınlanan yazı da genel anlamda bu konu üzerine. Trump’ın Suriye’yle alakalı kurduğu iki ana siyasal söylem mevcut. Birincisi, IŞİD’i tamamen bitirmek. İran saldırısı sonrası yaptığı basın açıklamasından anlaşılacağı üzere Trump yüzde yüz IŞİD’i yok ettiklerini belirtiyor. İkinci söylem ise ABD’yi bu bitmeyen savaşlardan kurtarma üzerine. Bu söylem ilk söylemin tersine işliyor ve ABD’nin Suriye politikasındaki temel muğlaklıklardan birisini oluşturuyor. Daha spesifik örneklere bakmak gerekirse, Türkiye’yle olan son gelişmelere odaklanabiliriz. Trump’ın ABD askerlerini çekeceğini söylemesi üzerine Türkiye Kuzey Suriye’ye operasyonları başlattığını duyurmuştu. Bu esnada ABD basınındaki genel eleştiri noktası Trump’ın Kuzey Suriye’deki müttefikleri olan Kürtleri yalnız bırakmış olması üzerineydi. Buradaki muğlaklık Trump’ın önceden bir kez daha Amerikan askerlerini Suriye’den çekeceğini söyleyip çekmemesiyle alakalıydı aslında. Benzer bir şeyi kısmi olarak yine yaptı diyebiliriz, çünkü Amerikan basınından gelen yoğun eleştiri ve tepkiler üzerine küçük bir grup askeri Suriye topraklarında tutmaya devam etti. Sonuç olarak, Trump’ın Suriye politikasına dair de net bir şey söylemek çok mümkün görünmüyor.
ABD-İran Krizi Özelinde Stratejik Muğlaklık
3 Ocak 2020’de, ABD, Bağdat’ta bir saldırı düzenledi ve İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’yi öldürdü. Kasım Süleymani Kudüs Gücü’nün etkinliğini özellikle Orta Doğu’da artıran kişiydi aslında. Onunla beraber Kudüs Gücü, bölgede istihbarat faaliyeti sürdürmeye başlayan, özel operasyonlar yapan, sadece devletlerle değil devlet dışı gruplarla da yakın ilişki geliştiren bir güç haline dönüşmüştü. Bu saldırı sonrası İran’ın vereceği cevap merak konusuydu ve İran misilleme olarak Irak’ta ABD askerlerinin bulunduğu üslere saldırı düzenledi. Genel anlamda insanların beklediği şey, bir ABD-İran Savaşı’nın başlaması ya da daha da spekülatif iddialara odaklanırsak 3.Dünya Savaşı’nın başlamasıydı, fakat beklenen gerçekleşmedi ve kriz en hafif şekilde atlatılmışa benziyor.
8 Ocak 2020’de Trump’ın basın toplantısında yaptığı muğlaklıklarla dolu konuşma üzerinden ABD’nin stratejik muğlaklığı sürdürdüğünü söylemek mümkün. Öncelikle Trump, Süleymani’ye karşı yapılan saldırıyla alakalı çok net mesajlar veriyor. Konuşmasında direkt olarak dünyadaki en önemli teröristlerden birisi olarak Süleymani’yi gösterdi ve bu sebeple öldürdüklerini belirtti. Üst düzey bir devlet adamı öldürülen İran’ın bu saldırıya karşı misilleme olarak sonucunda hiçbir Amerikan askerinin ölmediği bir saldırı yapması ve sonrasında ABD karşılık vermediği sürece başka bir saldırı yapmayacağını belirtmesi krizi yatıştıran hareket oldu. Fakat, burada sorulması gereken soru üst düzey bir devlet adamı öldürülen bir devletin krizi bu şekilde yatıştırmasının arkasında yatan sebepler ne olabilir?
Bu soruya birçok alternatif yanıt verilebilir, fakat bu yazı özelinde benim cevabım Trump döneminde ABD dış politikasındaki devlet davranışının çok belirsiz ve muğlak olması. Böyle savaş ihtimali olan durumlarda devletler belli bilgiler üzerinden savaşın sonucunu tahmin etmeye çalışıp savaşa girme ya da girmeme kararını veriyorlar. Herhangi bir savaş durumunda ise, elde bulunan bilgiler ışığında belli fayda maliyet analizleri yapılarak savaşın devam ettirilmesi ya da ettirilmemesine karar veriliyor. Her iki taraf da yeterli bilgi seviyesine ulaşıp savaşın sonucuyla alakalı belli bir kanıya vardıklarında ise savaş sonlanmış oluyor. Muhtemel bir ABD-İran Savaşı esnasında Trump başkan olduğu sürece ABD’nin dış politikadaki davranışlarını kestirmek çok zor. Daha önceden verdiğim Kuzey Kore, Çin ve Suriye özelindeki dış politika pratikleri ise bu durumu destekleyen veriler. Başında davranışları kestirilemeyen ve muğlak sinyaller gönderen bir başkanın olduğu dünyanın en güçlü devletiyle savaşa girmek ise bir devletin yapabileceği en irrasyonel davranış türü olabilir. Dolayısıyla benim ana argümanım; ABD, İran özelinde karmaşık sinyaller vermemiş olsa bile genel anlamda Trump başkanlığında sürdürülen dış politikasında muğlak sinyaller göndererek, başka devletlerin ABD dış politikasıyla alakalı belli tahminlerde bulunma ihtimalini azaltıyor ve bu durum fayda maliyet analizi açısından daha fazla belirsizliğe sebebiyet verdiği için diğer devletler ilişkilerin kötüye gitmesi ihtimaline karşı yatıştırma politikasına yönelmeye başlıyorlar. Dolayısıyla, ABD dış politikasında son dönemde oluşturulmuş olan bu stratejik muğlaklık, son ABD-İran krizi de dahil olmak üzere, şu ana kadar işe yaramış görünüyor.
Stratejik Muğlaklık Devam Ediyor!
Tabii ki bu krizin sona erdiğini söylemek mümkün değil. Çünkü bu kriz her iki devlet için de iç politikada devlet başkanlarının işine yarayan bir sürece dönüşmüş durumda. Hem ABD’de hem de İran’da bu kriz dolayısıyla siyaset bilimi literatüründe ‘bayrak etrafında toplanma etkisi (rally around the flag effect)’ diye geçen bir fenomeni gözlemliyoruz. İç siyasette belli sıkıntıları aşmak için hükümetler dış politikada bilinçli olarak belli sorunlar yaratıp insanları bayrak olgusu etrafında toplayarak bu sıkıntılara kısa süreli çözümler üretmeye çalışabilirler. Bunun en bariz örneklerinden birisi 7 Haziran-1 Kasım 2015 tarihlerinde yapılan seçimlerin arasında Türkiye’de yaşanmıştı ve bu olgunun ne kadar başarılı olduğunu da 1 Kasım’daki seçim sonuçlarında görmüş olduk. Benzer şekilde, İran’da son zamanlarda süregelen protestolar var. Bu kriz bir şekilde insanları bir araya getirerek hükümeti bu protestoların kötü etkilerinden kısa süreli de olsa kurtarmışa benziyor. ABD’de ise bu sene içerisinde seçimler yapılacak ve dış politikada insanların milliyetçiliğini kamçılayacak bu tarz riskli devlet davranışları sergilemek Trump hükümeti için son derece rasyonel bir davranış olarak düşünülebilir.
Bu olgunun kısa süreli etkisini uzatmanın yolu krizi tamamen bitirmek yerine belli bir seviyede sürmesini sağlayacak stratejik olarak belirlenmiş belli muğlak sinyalleri göndermeye devam etmek. Trump’ın basın açıklaması bu minvalde değerlendirilebilir. Öncelikle, Trump hükümeti saldırı sonrası Irak’taki üste ne olduğuyla alakalı muğlak değerlendirmelerde bulundu. Net olan tek şey ABD askerlerinin ölmemiş olması. Ekipmanlarla alakalı ‘asgari zarar (minimal damage)’ var diyerek saldırının sonuçlarını şimdilik geçiştirmişe benziyor. ABD’nin Orta Doğu’daki varlığıyla alakalı ise muğlak mesajlar vermeye devam etti. Bir yandan orada olmanın mantıklı olmadığını göstermek üzere, zaten IŞİD’i bitirdiklerini ve Orta Doğu petrolüne artık ihtiyaçları olmadığını söyledi. Diğer bir yandan, NATO’yla görüşmeler yapıp Orta Doğu’daki askeri varlıklarını artırmalarını isteyeceklerini söyledi. İran’la alakalı ise ekonomik yaptırımların daha da artacağını söyledikten sonra, zaten tamamen bitirdiklerini iddia ettikleri IŞİD’in aslında İran’ın doğal olarak düşmanı olduğunu söyleyerek IŞİD’e karşı İran’la beraber çalışma teklifinde bulundu.
Sonuç olarak, stratejik muğlaklığın devam ettiğini belirtmek mümkün. Uluslararası ilişkilerdeki ana akım fikirler stratejik muğlaklığın sadece kısa süreli işe yarayacağını ve genelde yıkıcı etkilere sebep olacağını iddia etmesine rağmen, Trump dönemi ABD dış politikasında herkesin beklediği kıyamet senaryolarının hiçbiri gerçekleşmiş durumda değil. Trump stratejik olarak bu muğlak sinyalleri gönderdiği sürece de dünya üzerindeki hiçbir devletin bu belirsizlik karşısında ABD’ye karşı topyekûn bir harekete girişmesi pek mümkün görünmüyor.
Fotoğraf: diana