[voiserPlayer]
NATO ittifakının, 3-4 Aralık tarihlerinde Londra’daki liderler zirvesinde 70. yılını kutlaması, hiç kuşkusuz, küresel güvenlik mimarisi açısından bir başarı öyküsü. The Economist dergisinin bildirdiği üzere, son 500 yılda kolektif savunma ittifaklarının ortalama ömrünün 15 yıl olduğu düşünüldüğünde NATO’ya oldukça kıdemli bir ittifak denebilir. Baltık Savunma Planı bu yılki zirvenin başlıca gündemini teşkil etti. Ayrıca, Donald Trump ile Emmanuel Macron arasındaki ikili görüşme ile Almanya, Fransa, Birleşik Krallık ve Türkiye liderlerinin gerçekleştirdiği Suriye konulu toplantı, zirvedeki önemli gelişmelerdendi. Ne var ki, zirve öncesindeki ve esnasındaki tartışmaların işaret ettiği üzere, NATO ittifakı bir stratejik bunalım içerisinde. Çok sayıda gözlemci bu durumu, NATO’nun varoluşsal bir kriz içerisinde olduğu şeklinde ifade etmekte. NATO için esas mesele, ittifaklarda potansiyel olarak görülebilecek çok sayıda sorunun eşzamanlı olarak fiilen yaşanmakta oluşu.
NATO istisnai bir ittifak ancak bir ittifak olarak istisna değil. Tüm kolektif savunma-güvenlik ittifaklarının doğalarında var olan gerginlik nedenleri NATO’da da bulunmakta. Her şeyden önce, ittifaklar entropik sistemlerdir. Gerginlik ve gerilim ittifaklara içkindir. Her sistem gibi, ittifaklar da zaman geçtikçe yıpranmaya ve ayrışmaya eğilimlidirler. Bir başka ifadeyle, her ittifak, iftiraka meyyaldir. NATO’nun 70 yıllık tarihi, aynı zamanda teşkilat içerisinde yaşanan krizler, bunalımlar ve gerginlikler tarihidir. NATO’nu bugün yaşadığı stratejik bunalımın kendisi sıradışı değil; sıradışı olan stratejik bunalımın derecesi.
NATO, Soğuk Savaş sonrası dönemde varoluşsal motivasyonunu tanımlamakta zorluk çekmekte ve bir teşkilat olarak kendine dair bir raison d’ȇtre ortaya koymakta zorlanmakta. Elbette, ittifaklar ortak tehdit algılamaları temelinde şekillenir. Burada, NATO, tanımlama sorununu odaklanma sorununa çevirmiş ve güvenlik konseptinin kapsamını genişletmiştir. Londra Zirvesi’nden sonra ilan edilen deklarasyonda Rusya’da Çin’e, uzay güvenliğinden siber güvenliğe oldukça geniş bir yelpazede güvenlik referanslarının bulunması, bu durumun devam ettiğini göstermekte. Bununla beraber, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinin ve Kırım’ı işgal etmesinin, NATO’nun kolektif tavrında kısmi de olsa bir revizyonu beraberinde getirdiği ve dolayısıyla NATO’nun odaklanma sorununda göreceli bir iyileşmeye yol açtığı gözlenmekte. Zirve deklarasyonunun İngilizce ve Fransızca’ya ek olarak Rusça da yayımlanması bu duruma söylemsel bir örnek. 2018 deklarasyonu bu üç dile ilaveten Ukraynaca da yayımlanmıştı.
NATO, uluslararası bir teşkilat ancak küresel bir teşkilat değil; NATO, bölgesel bir teşkilat. Soğuk Savaş sonrası dönemde, NATO için bir başka bunalım kaynağı, bölgesel ittifakın küresel ittifaka evrilmesi konusu. NATO için küresel ittifak olmanın ne anlama geldiği, NATO’nun küresel bir ittifaka evrilmesinin gerekli olup olmadığı, gerekli olsa da imkan dahilinde olup olmadığı, imkan dahilinde olsa da hangi amaç doğrultusunda hayata geçirilmesi gerektiği gibi sorular bugün de ittifak içerisinde belirsizlik ve gerginlik kaynağı. Ancak, Londra Deklarasyonu, NATO’nun ‘bölgesel misyon, küresel vizyon’ şeklinde ifade edilebilecek bir yaklaşım doğrultusunda, ittifakın güvenliğine risk ve tehdit oluşturabilecek küresel güvenlik meselelerini artan oranda dikkate alan bir stratejik anlayışla hareket etme iradesini ortaya koyuyor. Zirve deklarasyonunda, uzayın NATO için operasyonel bir alan olarak ilan edilmesi, bu anlayışın ilgi çekici bir örneğini teşkil etti.
NATO için bir diğer bunalım nedeni de, tüm çoklu ittifak sistemlerinde olduğu gibi, NATO’nun da fiilen hiyerarşik bir yapıya sahip olması. 29 üyeli teşkilat içerisinde kurumsal ve yasal bir hiyerarşiden söz etmek mümkün olmasa da, üyeler arasındaki güç dağılımından kaynaklanan ve karar alma süreçlerinde etkililik şeklinde tezahür eden yadsınamaz bir hiyerarşi mevcut. Bu fiili hiyerarşideki dönüşümlerin NATO’nun tamamına bunalım olarak yansıması olumsuz ancak öngörülemez bir durum değil. Bu konu da, ittifak içi ilişkilere daha yakından bakmayı gerektirmekte.
İttifak içi ilişkiler, kabaca iki kategoriye ayrılabilir. Birincisi, ittifaklar içinde üyelerin kendi aralındaki ilişkilerdir. İkincisi ise, ittifakların kendileri ile üyeleri arasındaki ilişkilerdir. İlk olarak, NATO içerisinde, üye devletlerin kendi aralarındaki sorunlar mevcut gerginliklerin temel sebeplerinden birini oluşturmakta. Türkiye ile Yunanistan arasındaki 1990’larda NATO’nun gündemini meşgul eden sorunlara benzer şekilde, Doğu Akdeniz’deki gelişmeler ve iki ülke arasındaki ihtilaflar NATO için kronik bir gerginlik kaynağı. Londra Zirvesi’nde ise, Türkiye ile Fransa arasındaki gerilimler ön plana çıktı. Fransa yönetimi açısından Türkiye, Libya’da, Doğu Akdeniz’de ve Suriye’de hem diplomatik hem de askeri hareket kabiliyetini sınırlandıran stratejik bir rakip. Zirve öncesindeki süreçte karşılıklı ithamların oldukça ciddi seviyelere erişmesi, bu iki NATO üyesinin aralarındaki rekabetin teşkilata bir gerginlik olarak yansımasını da birlikte getirdi. Macron’un Trump ile ikili görüşmesinde Türkiye’ye yönelik eleştirileri, Türkiye’yi teşkilat içerisinde yalnızlaştırmaya yönelik çabalar olarak görülebilir.
İkinci olarak, NATO içerisinde, üye devletlerin üçüncü taraflara yönelik yaklaşımlarındaki farklılaşmalar, mevcut gerginliklerin sebeplerinden bir diğerini teşkil etmekte. Geçen yıl, Cemal Kaşıkçı cinayeti nedeniyle Almanya’nın Suudi Arabistan’a yönelik silah ambargosu uygulaması, Almanya ile ortak savunma sanayi projeleri yürüten ve Almanya’nın ambargosu nedeniyle ortak üretilen silah sistemlerini Suudi Arabistan’a ihraç edemeyen Fransa arasında ciddi bir krize yol açmıştı. Hiç şüphesiz, üye devletler arasındaki Rusya’ya yönelik mevcut ve muhtemel yaklaşım faklılaşması, NATO için en hassas gerginlik alanı. Her ne kadar Londra Deklarasyonu, Rusya’yı doğrudan hedef alsa ve “Rusya’nın saldırgan eylemlerinin Avrupa-Atlantik güvenliğine bir bir tehdit oluşturduğunu” ifade etse de, bu tehdidin derecesi noktasında üye devletler arasında kayda değer bir değerlendirme farkı bulunmakta. Özellikle Fransa, İtalya, Macaristan ve Yunanistan, Moskova’yı uzak tehdit olarak değerlendirmeye yatkın. Bu durum, bu üyeler ile Çek Cumhuriyeti, Hollanda ve Polonya gibi Moskova’yı yakın tehdit olarak gören üyeler arasında mevcut ve muhtemel bir gerginlik sebebi. Son bir örnek de, üye devletlerin Çin’e yaklaşımları arasındaki farklılaşma. Deklarasyon, Çin’in artan nüfüzunun NATO için hem fırsatlar hem de meydan okumalar getirdiğini beyan etse de, bazı üyeler fırsatları öncelerken bazı üyeler meydan okumaları öncelemekte. İtalya ve Macaristan gibi ülkeler Çin ile stratejik ilişkiler geliştirme çabasındayken, Almanya ve Fransa Pekin’i Avrupa Birliği ve dolayısıyla kendileri için bir ‘sistemik rakip’ olarak değerlendirmekte.
İttifakların kendileri ile üyeleri arasındaki ilişkiler de potansiyel olarak ittifak içi gerginliklere yol açabilir. NATO, bu durumdan muaf değil. Bir örnek olarak, üye ülkelerin GSMH’larının 2%’sini savunmaya ayıracaklarına dair taahhüt, aralarında Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Kanada’nın da bulunduğu NATO üyelerinin çoğunluğu tarafından yerine getirilmemekte. Bir teşkilat olarak NATO’nun üyesi bulunan ABD ile yaşadığı ve yaşabileceği sorunlar, ittifak içi bir diğer gerginlik sebebi. Bu bağlamda, Londra Zirvesi, NATO ile Fransa arasındaki ihtilafların ön plana çıktığı bir toplantı oldu. Zirve öncesi, Macron’un NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiği şeklindeki beyanı, ittifak içinde ilgi çekici tartışmaları beraberinde getirdi. NATO’nun kolektif iradeyi temsil eden güçlü bir üyeden mahrum bulunduğunu ima eden Macron’un bu çıkışını sadece Hollanda desteklemiş olsa da, bu söylem teşkilat içinden NATO’nun kendisine yönelik ciddi bir eleştiri olarak kayda geçti. Macron’un NATO vizyonunun, ABD-Kanada bloğu, Avrupa bloğu ve Türkiye şeklinde bir yapı arzettiği ve Türkiye’ye yönelik sert açıklamalarının Avrupa bloğunu Fransa’nın liderliğinde homojenize etmeye matuf olduğu söylenebilir.
Son olarak, ittifakların kendileri ile üyeleri arasındaki üçüncü taraflara yönelik yaklaşım farklılıkları da potansiyel olarak ittifak içi gerginliklere yol açabilir. Londra Zirvesi’nde gündem dışı tutulmuş olsa da, Türkiye ve Fransa’nın Rusya’ya yönelik yaklaşımlarının NATO’nun ilan edilmiş resmi yaklaşımından büyük oranda farklılaştığı da bir gerçek. Örneğin, Macron, Rusya ile doğrudan bir diyalog olmamasının Avrupa’yı daha az güvenli yapmakta olduğu iddiası dile getirmekte ve Rusya ile daha fazla angajmanı savunmakta. Türkiye ile NATO arasında PYD’nin bir terör örgütü olarak tanınmasına dair zirve öncesi yaşanan gerginlik bu durumun bir başka örneği.
Sonuç olarak, NATO bir stratejik bunalım sürecinde. Bu durumun nedeni, ittifaklarda potansiyel olarak görülebilecek çok sayıda sorunun yukarıda örnekleri verildiği gibi eşzamanlı olarak fiilen yaşanmakta oluşu. Potansiyel çok sayıda sorunun aynı anda yaşanıyor oluşu ise NATO için sistemik bir zaafiyete işaret ediyor. Londra Zirvesi’nde NATO ve üye ülkeler, görünür olan bu gerginliklerin nedenlerine hitap edecek ve bu açmazları aşacak tedbirlerin ne olduklarına ve nasıl uygulanacaklarına dair ortak veya bireysel bir görüş ortaya koymadılar. İttifakların geleceğini genellikle ittifak içi tavizler tayin eder. Kanaatimce, NATO’nun geleceğini de hem NATO ile üye ülkeler arasında hem de üye ülkelerin kendi aralarında verecekleri tavizler belirleyecek. Önümüzdeki süreçte NATO için en kritik husus, ittifak içi bu taviz siyasetinin idaresi olacaktır.
Photo by Марьян Блан | @marjanblan