[voiserPlayer]
Yazıda İran’ın nükleer serüvenini özetlendikten sonra, ikinci bölümde ABD’nin İran’a yönelik uyguladığı yaptırımların mantığına ve işleyişine değinilecektir. Karşılıklı savaş tehditlerinin yaşandığı bir dönemde Tahran’a yönelik uygulanan yaptırımlar rejiminin işleyişinde bahsetmek, sürecin seyrinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Nitekim bu süreçte ABD’nin mutlak kontrol sahibi olmadığı; P5+1 ülkelerinin de bu anlaşmaya taraf olduklarını hatırda tutmak gerekir. Bu çok taraflı anlaşmadan yeteri kadar kazançlı çıkamayacağını düşünen ABD’nin, Tahran’a yönelik olası bir askeri operasyon tehdidini kullanarak İran’ı çok taraflı bir anlaşma yerine ikili müzakere sürecine zorlama olasılığı mevcut.
Arka Plan
İran’ın nükleer serüveni, sanılanın aksine yeni değil yaklaşık 65 yıl öncesine dayanır. Bu serüven ironik bir biçimde ABD’nin desteği ile başlamıştır. İran’ın nükleer programına başlangıç aşamasında destek verenler arasında Fransa, Rusya ve Almanya da bulunmaktadır. 1953 yılında (CIA destekli olduğuna inanılan) bir darbe sonucu dönemin başbakanı Muhammed Musaddık’ın (1951-1953) görevden alınarak Şah’ın yönetimi tekrar ele geçirmesiyle Tahran, nükleer yolculuğa çıkmış oldu. Şah’ın, yönetimi yeniden devralmasıyla birlikte zenginleştirilmiş uranyumla çalışan merkezdeki reaktörler de ABD tarafından temin edilmiştir. Nükleer santral kurmak adına ilk belirlenen yer başkent Tahran’a 1281 km uzaklıktaki Buşehr’di. İki eski dost ülke 1957 yılında nükleer çalışmalara resmen başlamış, nükleer teknolojinin barışçıl ve sivil amaçlarla kullanımı öngören “Barış için Atom Programı” adıyla bir iş birliği anlaşması imzalanmıştır. 1967 yılına gelindiğinde Tahran Nükleer Araştırma Merkezini kurarak ilk araştırma reaktörünü faaliyete geçiren İran, 1968 yılında “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması”na (NPT) imza atmıştır. Nükleer çalışmalara başladığı dönemden 1979 İran Devrimi’ne kadar çeşitli uluslararası anlaşmalara taraf olan Tahran, nükleer teknoloji çalışmalarına devam ettirerek bu alandaki kapasitesini arttırmıştır.[1]
1979 İran Devrimi sonrasında Ayetullah Humeyni, yüksek maliyeti ve dini açıdan sakıncalı bulunması nedeniyle nükleer çalışmaları yasaklamıştır. Bunun yerine sahip oldukları petrol ve doğalgaz yataklarını işletip İran ekonomisini yer altı zenginlik kaynakları üzerine kurma politikası takip etmişlerdir. Nükleer çalışmalar tamamen yasaklanmamış olsa bile, Humeyni’nin Batı’ya karşı sert tutumu nedeniyle daha önce yapılan anlaşmalar iptal edilmiş ve nükleer çalışmalar sona erdirilmiştir.
Ancak İran Devrimi’nden bir yıl sonra patlak veren İran-Irak savaşı sırasında Irak’ın sahip olduğu yüksek ateş gücüne sahip modern silah sistemleri, İran tarafına önemli kayıplar verdirmiştir. Savaş boyunca yaşanan psikolojik çöküntü ve fiziki tahribat, İran’ı yeni savunma ve tehdit unsurlarını benimsemeye yöneltmiştir. Nihayetinde İran Devrimi’nin hemen ardından Humeyni tarafından yayınlanan bir fetva ile yasaklanan nükleer çalışmalara yine Humeyni’nin aldığı bir kararla geri dönülmüştür. Ayetullah Humeyni, nükleer çalışmalara hız verilmesiyle yetinmeyip füze teknolojisinin geliştirilmesine yönelik de adımlar atılması gerektiğini belirtmiştir.[2]
Tahran yönetiminin almış olduğu bu kararın ardından ABD’nin başını çektiği Batılı ülkeler; İran’ın nükleer çalışmalarının, enerji ihtiyacının ötesinde nükleer silah elde etme amacını taşıdığını ileri sürerek Tahran’a yönelik giderek genişleyen bir yaptırım programını uygulamaya sokmuştur. Nitekim 1979 yılında itibaren Tahran, kendisine yönelik uygulanan nükleer yaptırımlarla mücadele etmektedir. Yaptırımların İran toplumunda meydana getirdiği ekonomik yıkım ve toplumsal çöküşün çözümüne dair zaman zaman girişimler olsa da bu girişimlerin çoğu atıl kalmıştır. 2015 yılı, çözüm adına en çok umutlanılan yıl olmuş ancak ABD’de yaşanan başkanlık seçimleri sonrası cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın göreve gelmesi, çözüm umutlarını bitirerek İran-Batı arasındaki nükleer gerilimi bir kez daha dünyanın gündemine taşımıştır.
Trump yönetimi, 2015 yılında Barack Obama döneminde imzalanan ve İran’ın nükleer silah geliştirme kapasitesinin ortadan kaldırılmasını amaçlayan anlaşmadan tek taraflı olarak çekildiğini duyurmuştur.
Anlaşma Tahran’ın uranyum zenginleştirme programını kısıtlaması karşılığında ülkeye uygulanan yaptırımların kademeli olarak kaldırılmasını öngörüyordu. Ancak Donald Trump bu anlaşmanın İran’ın nükleer silah geliştirmesini engelleyecek nitelikte olmadığını savunarak “ABD tarihinin en kötü anlaşması” olarak nitelediği karardan tek taraflı olarak çekildi ve İran’a yönelik yaptırımların yeniden uygulamaya konulacağını duyurdu. Oval Ofis’in bu kararının ardından iki ülke arasında yeniden gerilimli bir sürece girilmiş oldu.
Yaptırımların İşleyişi
Yaptırımlar rejiminin işleyip mantığına dönecek olursak; İran’a yönelik üç farklı aktörün yani ABD’nin, BM Güvenlik Konseyi’nin ve AB’nin uyguladığı yaptırımlar mevcut. 2015 yılında Obama yönetimi ve Tahran arasında varılan uzlaşıda sadece nükleer meseleyle ilgili yaptırımların askıya alınmasını öngören bir taslak metin üzerinde anlaşılmıştı. İran’a yönelik diğer yaptırımlar ise devam etmekteydi.[3]
İran’a uygulanan yaptırımlar üç ana başlıkta toplanmakta. Nükleer mesele ile ilgili yaptırımlar dışında İran’a yönelik iki başlıkla ilgili yaptırımlar var. Bunlardan biri insan hakları ihlalleriyle ilgili. Diğeri ise İran’ın ülke dışında terörizmi desteklemesine yönelik yaptırımlar. Anlaşma sağlandığı dönemde bu üç yaptırım paketi ile İran’dan nükleer silah sahibi olmaması, Hizbullah gibi örgütleri desteklememesi ve ülke içerisinde muhalifleri hedef alan insan hakları ihlâllerinden vazgeçmesi istenmişti. Yaptırımlar paketinin bütünü, İran’ı dönüştürmeyi hedefleyen bir mantığın ürünüydü. Washington ve Tahran arasındaki olanca gerilime rağmen bugün bile Batı için İran; ezelî-ebedî bir düşmanın ötesinde, dönüştürülerek geri kazanılmak istenen eski bir dost niteliğinde.
BM Güvenlik Konseyi ve AB’nin uygulamış olduğu yaptırımların yanı sıra ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımların, kendi içinde ikiye ayrıldığını ifade etmek gerek. Bunlardan ilki “executive order” denilen, başkanın doğrudan yaptırım kararı alarak uyguladığı yaptırımlar. İkincisi ise Kongre’nin kanun çıkararak gerçekleştirdiği yaptırımlar. Bu ayrım, ABD’nin anlaşmadan tek taraflı çekilmesinden sonra yaşanan gerilimin, ABD iç siyasetine bakan yönü açısından dikkate değer. Zira “executive order” hakkını kullanan Trump, eğer Tahran’ı kafasındaki ikili anlaşmaya razı edemezse, kendisi de anlaşmayı iptal etme kararından dolayı pişmanlık yaşayacağı bir sürece girebilir. Tıpkı İran Devrimi sonrası Humeyni’nin nükleer çalışmaları yasaklayıp sonra geri getirmek zorunda kaldığı gibi. Başkanlık Kararnamesi ile çıkarılan yaptırımları başkan, kendi inisiyatifi ile yeni bir belgeyle ortadan kaldırabilir. Kongre’den çıkan yaptırım kararlarında da Başkan etkili bir rol oynayabilir. Çünkü kararlarda “İran’ın tavrı değişinceye kadar” şerhi yer almaktadır. Öte yandan örneğin ABD, “İran ile yapılan görüşmelerde Tahran’ın, yaptırım gerektirecek tutum ve eylemlerden vazgeçtiğine şahit olduk” anlayışına sahip olursa yaptırımları, yeni bir kararnameye gerek duymadan da askıya alabilir. Ama bir kısım noktalarda yeni bir yasama faaliyetlerinin gerekliliğini savunan kongre üyeleri de var.Bu durum, Amerikan iç siyasetinde, İran yaptırımlarına yönelik tartışmaların önümüzdeki süreçte de devam edeceği anlamına geliyor.
Nihayetinde, İran ve Batı’nın 2015 yılında Viyana’da vardığı anlaşma Tahran’ın nükleer silah programını kontrol altına almak istediği bir anlaşmaydı. Ancak İran’ın insan hakları ihlalleriyle ilgili konumu ve terörizmi desteklemesiyle bağlantılı olarak uygulanan yaptırımlar ise hep geçerliliğini korudu. İran yönetimi nükleer anlaşmaya vardığı zaman, diğer ikisiyle ilgili olarak da elinin rahatlayacağını düşünmüştü. Batı bloğu ise nükleer anlaşmayı yaptıktan sonra diğer konularla ilgili olarak da İran’ı dönüştürebilecekleri bir eşiğin aşılacağı anlayışı üzerinde hemfikir olmuştu. Bu yüzden 2015’te varılan anlaşma sonrası bugün gelinen nokta, Batı ile İran arasındaki bütün mücadelenin, yeni gerilimlerin ya da yeni anlaşmaların konuşulacağı bir sürece girildiğinin işareti niteliğinde.
[1] Taghvim-i Serguzaşt-i Atomi-yi İran der Şeş Dehe-i Ahir,
https://www.seratnews.com/fa/news/141040/%D8%AA%D9%82%D9%88%DB%8C%D9%85-%D8%B3%D8%B1%DA%AF%D8%B0%D8%B4%D8%AA-%D8%A7%D8%AA%D9%85%DB%8C-%D8%A7%DB%8C%D8%B1%D8%A7%D9%86-%D8%AF%D8%B1-%D8%B4%D8%B4-%D8%AF%D9%87%D9%87-%D8%A7%D8%AE%DB%8C%D8%B1-%D8%AA%D8%B5%D8%A7%D9%88%DB%8C%D8%B1
[2]Nâgoftehâ-yi Muhalefet-i İmam Humeyni ba Sâht-i Silah-i Şimyayi ve Hestei,
[3] “Parameters for a Joint Comprehensive Plan of Action Regarding the Islamic Republic of Iran’s Nuclear Program- JCPOA”, https://eeas.europa.eu/headquarters/headquarters-homepage_en/32286/Nuclear%20Agreement (E.T. 21.04.2019)