[voiserPlayer]
Alman siyaset felsefesinde devlet, sivil toplum ve bürokratik yapılanma hakkında birbirine zıt iki kanadın temsilcileridir Hegel ve Mises (Ludwig von Mises Avusturyalıdır). Devleti, tek tek bütün fertlerin total ve organik bir bütünü olarak gören Hegel’e karşı Mises, bütün farklılıkları tek bir potada eritip bütün fertleri kendi bekası adı altında toplayan bu tür totalci devlet algısını faşizm ve sosyalizmin temel motivasyonları olarak nitelemiştir.
Hegel’e göre genel iradenin realitesi konumunda olan devlet, Tanrısal iradenin yeryüzünde tecessüm etmiş halidir. Kişi, tüm ahlaki değerini, fiziksel ve manevi varlığını devlet içerisinde konumlanarak elde etmektedir. Nitekim sübjektif (ferdi) iradeler, ancak objektif (genel) iradeye katıldığında ve eklemlendiğinde hürriyet meydana gelebilmektedir. Cemiyet içerisinde, diğer bir deyişle sivil toplumda, bireyler kendi ihtiyaç ve çıkarlarının tatminine odaklanırken siyasal organizma/devlet içerisinde ancak kamunun iyiliği/menfaati söz konusudur. Dolayısıyla “ortak iyi” ve “kamu çıkarı” kavramları tek tek bütün fertlerin özel çıkarlarından daha üstün ve ulvi bir konumdadır. Bireyler özel iradelerini genel iradeye sunduklarında, yaşam ve mülkiyet hakları dâhil olmak üzere tüm haklarını siyasi otoritenin tasarrufuna devrettiklerinde kendi gerçeklikleri ve hürriyetlerini keşfetmiş olurlar.
Mises ise Hegel’den tamamen farklı bir bakış açısı geliştirmiş, Hegel’in idealize ettiği sistemi totaliter uygulamaların kaynağı/menbağı olarak değerlendirmiştir. Mises için “ortak fayda, kamu çıkarı” gibi bireyi herhangi bir total/kolektif yapıya (sınıf, parti, ırk, ulus vb.) feda eden, bireyin hak ve hürriyetlerini bu gruplar lehine sınırlayan/yok eden yaklaşımlar, dünyayı faşizm/komünizm tehlikesine açık hale getirmektedir. Hegel’in devleti, fertlerden hayatlarını ve mülkiyet haklarını kendi bekası uğruna kurban etmelerini talep etmektedir. Bu bağlamda Hegel için savaşlar, Kant’ın “sonsuz barış” olarak addettiği sahte ve çürük idealine karşı milli şuur kazandıran olaylardır. Hegel’in devlet felsefesine karşın Mises’e göre devletin temel görevi iç ve dış güvenliği sağlayarak mülkiyet haklarını korumak ve adaletsizliği önlemektir. Bu minvalde özgürlük, adalet gibi kavramlar da negatif değerlidir. Diğer bir deyişle, Mises için devletin bireylerin mutluluğunu sağlamak, bireylerin iyiliği adına faaliyet sürdürmek gibi bir misyonu ve pozitif yüklenimi yoktur. Dolayısıyla Mises, devletin nüfuz alanı, kapsamı ve sınırlarının tayini konusunda oldukça hassas davranmış, devletin bireylerin tercihlerini baskılayıcı, mülklerini gasp edici ve kendi yetkilerini arttırmaya yönelik eğilimine dikkat çekerek anayasal ilkelerin devleti kısıtlama rolü açısından hayati oluşuna vurgu yapmıştır.
İlginç bir şekilde Hegel, devleti, varlığın ve yaşamın anlamı, toplumun değerini belirleyen kendinde amaç ve organik bir küme şeklinde nitelerken Mises, yaşamın ve siyasetin merkezine bireyi yerleştiren bir liberal olarak devleti, bireylerin haklarını muhafaza etme adına yaratılan yapay bir kurum olarak nitelendirmiştir. Bu iki Alman ve Avusturyalı düşünür arasındaki devlet algısına yönelik yaklaşım ve görüş farkı bürokrasiye de yansımıştır. Devleti her anlamda kutsayan Hegel için devlet memurluğu yüksek bir hayat formu olup memurlar, devletin gerçek taşıyıcıları konumundadırlar. Kanunların uygulanması ve yürütülmesinde görevli olan devlet memurları, gerek devletin gerekse de kamunun ihtiyaçlarını/çıkarlarını en iyi idrak eden sınıf olarak kendilerini kamuya ve devlete adayan kamu hizmetçileridir. Oysa Mises’e göre bürokratlar, Hegel’in iddiasının aksine herhangi bir kutsiyet barındırmamakta, yetkilerinin artmasıyla da paralel olarak vatandaşın yaşam koşulları ile ilgili bütün işlere müdahale etmekte, birçok meseleyi keyfi olarak kendi takdirlerine göre halletmek suretiyle suiistimal etmektedir. Bürokrasi, bilakis, serbest teşebbüs ve mülkiyet düşmanlığı sergilemekte, işlerin sevk ve idaresini felce uğratmakta ve iş verimliliğini düşürmektedir. Mises’in devletin faaliyet alanına dair sınırlama talebinin temelinde de bu yaklaşım yatmaktadır. Mülkiyet ve piyasa ilişkilerine müdahil olan devlet, kapsam ve kapasitesinin genişlemesiyle bu uygulamaları tanzim edebilmek için birçok kararname ve birçok resmi makama ihtiyaç duyacaktır. Devlet tedbirleri bürokrasi ile hayata geçirilmektedir. Kapsam ve kapasitesini genişletme eğiliminde olan devlet, her an her yerde hazır ve nazır olma imkânından yoksun olduğundan, bu kudreti emri altında bulunanlara devretmek/paylaştırmak durumundadır. Mises’e göre, devletin bürokratları vasıtasıyla ekonomiden bilime müdahil olduğu bir sistemde milli menfaatlerin sadece iktisadi devlet müdahalesi sayesinde korunabileceği ve sırf kar gayesi ile hareket eden özel teşebbüslerin memleket nizamı ve refahı için zararlı olduğuna yönelik bir algı yaratılır. Bu durum bireylerin şahsi yaşamlarına yapılacak müdahaleleri de hazırlayıcı niteliktedir.
Örneğin, doktorlar içki ve sigara hususunda vatandaşları bilgilendirebilir ve uyarabilirler. Ancak vatandaşları ıslah etmek yahut neyin iyi neyin kötü olduğunu tayin etmek siyasi otoritenin vazifesi değildir. Eğer bireyler sert içki seviyorlarsa üreticiler, imalatlarını müşterilerinin taleplerine göre düzenleyecektir. Islah etmek isteyenlerin tek meşru yolu ikna kuvvetidir. Kanun ve polis kuvvetine müracaat etmek hem adil değil hem de yararsız bir girişimdir. Mises’a göre bürokrasi, hizmetlerin iktisadi hesaba göre kıymetlendirilemediği idare sistemidir. Nitekim özel bir işletmede her şey kâr ve zarar durumuna tabi iken bürokraside ise hesap imkânı mevcut değildir. Bu bağlamda Mises, bürokratik yapılanmaları oldukça hantal ve verimsiz olarak değerlendirirken özel teşebbüsün kar-zarar, ödül-ceza mekanizmaları sayesinde hız, etkinlik ve müşteri odaklılık ekseninde daha verimli neticeler aldığı gerçeğini vurgulamaktadır. Oysaki bürokrasi; tüm bu verimsizliğine rağmen, kendi mevcudiyeti ve değerini “kamu çıkarı, kamu hizmeti” gibi Mises için oldukça belirsiz, sinik ve muğlak kavramlarla meşrulaştırma hedefi taşımış, salt çıkar ve kar güdüsüyle hareket edip ortak faydayı göz ardı eden birey ve kurumları değersizleştirme yöneliminde olmuştur.
Alman siyaset felsefesinde Hegel ile gücünü pekiştiren devletçi anlayış Mises ile yoğun bir eleştiriye tutulmuş, faşizm ve komünizm gibi olumsuz tecrübelerin de etkisiyle birey, özgürlük ve mülkiyet odaklı yaklaşımlar önem kazanmıştır. Mises’in bürokrasiye yönelik negatif tutumu, temelde devletin güç, kapsam ve kapasitesinin genişlemesine dair duymuş olduğu endişeden kaynaklanmaktadır. Bireyler, salt güvenliği sağlamak ile görevli olması beklenen devlet mekanizmasının “kamu iyiliği” adı altında ve bürokratlar vasıtasıyla sosyal/ekonomik yaşama müdahale etme ve hak ve hürriyetleri baskılama tehdidi ile karşı karşıya olabilmektedir.
Fotoğraf: Chris Lawton