Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • SenSensizsin
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • Avrupa Gündemi
      • ABD Gündemi
      • Altüst
    • D84 INTELLIGENCE
      • Kitap Yorum
      • Göç Sorunu
      • Başkanlık Sistemi Projesi
      • Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi
      • Herkes için Siyaset Bilimi
      • Yapay Zeka
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Anların İnsanları: Samimiyet ve Akademiye Dair
    Forum

    Anların İnsanları: Samimiyet ve Akademiye Dair

    Levent Ünsaldı23 Nisan 20207 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    [voiserPlayer]

    “Geride bir Instagram pazarlaması metası olarak kıymetli,
    ahlaki ve siyasi meselelerle haşır neşir duyarlı akademisyenlik tavırları, yapmacıklığı ve taklidi kaldı”
    Doğan Gürpınar

    Doğan Gürpınar’ın Daktilo1984’te yayınlanan ve olumlu-olumsuz birçok tepkiye neden olan yazısı aslında yerinde ve argümanlı bir metin ancak kanımca birtakım eksiklikler içermekte. Bu eksiklikleri, yazıda yer alan ifadeler, kavramlar ve örnekler üzerinden değerlendirmek isterim.

    İlkin, eğer bir meta arzı söz konusuysa, bunun bir de alıcısı/tüketicisi olması gerekir. Metin ne yazık ki ilişkinin bu tarafına pek odaklanmamış. Bu durumda sadece “satıcı” ve onun defolu-sahte (çakma) ürünlerinin normatif kıymetlendirilmesi ön plana çıkıyor. Bu ise devamında, tüm analizi ister istemez “özne” (akademisyen) ve onun marazları üzerine kapatma riski taşıyor: Yapmacıklık, taklit ürünler, sahte duyarlılıklar, sahte akademisyen… Metnin sanırım en zayıf halkası da burası. Neredeyse bir samimiyet/samimiyetsizlik vokabüleri olarak adlandırabileceğimiz ve ortak kanıda da gayet verili bir dizi ikilikler (iç/dış, özü/sözü, gerçek/sahte, sahici/hakiki, vs.) üzerinden günümüz Türkiyeli akademisyenin eleştirisine girişiyor.

    Oysa hatırlatmak gerekir ki, sosyal medyada ya da gündelik sıradan etkileşimlerde bir kişinin bir edimine ilişkin kullanılabilecek “samimiyetsizlik” yargısı, sadece ve sadece bir iddiadır [Samimiyet ölçer bir cihaz henüz geliştirilmedi]. Kişinin, iddia ettiği kişi olmadığına, hatta buna hakkı dahi olmadığına ilişkin bir iddiadır. Bazı durumlarda bir itibarsızlaştırma stratejisi olarak da kullanılabilir. Bu iddia, söz konusu kişiye dair hâlihazırda bulunan bir bilgiye ya da deneyime dayalı olabilir (“Bunu diyor ama şunu yapmıştı, biliyorum.”). Yahut da aktarılan ve yeniden üretilen bir dizi tipleştirmeleri de temel alabilir (“Anlatma bana onları, ciğerlerini bilirim.”). Veyahut en sıradan şekliyle, kültürel evrende gömülü ilksel bir güvensizlik ve kuşku öğesinin tezahürü olabilir (“Hiçbir şey göründüğü gibi değil, kolla kendini.”). Bu son ihtimal en yakıcı olanıdır, siz ne iddia ederseniz edin, karşıdaki sizi ne dinler ne de size inanır.

    Buraya kadar yeni bir şey yok. Ama sanırım asıl dikkate değer konu, sosyal medya veya sokakta, her türden etkileşimimizde, samimiyet/samimiyetsizlik vokabülerinin, kuşku ve güvensizlik bağlamının da çifte etkisiyle, ilişkilerimizin kurucu öğesine dönüşmüş olmasıdır. Gündelik yaşamımızda bu vokabülere ne kadar sıklıkla başvurduğumuzu düşünelim. Doğan Gürpınar’ın analizi göstermektedir ki artık analizlerimize de gündelik yaşamın bu sıradan idrak kategorileri fazlasıyla sızmış durumda. Başka bir dünyadan örnek vermek gerekirse, Survivor’da Yasin de tamamıyla böyle bir dil etrafında kendi yarışma stratejisini kurmakta.

    Doğan Gürpınar’ın yazısında, yapmacık akademisyenler, sahte tavırlar, yine gerçek olmayan bir mecrada yeşeriyor: Sosyal medya. Oysa işten eve geldiğimizde üstümüzü değiştirip takındığımız yüzün ya da kapı girişinde karşılaştığımız komşumuza yönelttiğimiz hafif tebessümlü yüzün, sosyal medyadaki yüzümüzden daha gerçek/samimi olmasını gerektiren şey nedir? Oysa her üç anda da ortaya çıkan benlik, birbirinden farklı benliklerdir; farklı anlar, farklı benliklerdir. Biri diğerinden ne daha fazla ne daha az gerçektir (Yine burada da bir gerçeklik kıymetlendirme cihazımız yok). Aile içerisinde, görece rahat bir ortamda, bulunmanız sizi birtakım konvansiyon ve rollerden azat etmez. Tersine, bunlar çok boğucu da olabilir. Aslolan, mevcut etkileşim çerçevelerinin makullük rejimleri ve bunu izleyen konvansiyon dizisidir. Yandaki komşuma “İyi günler” derken samimi olmam gerekmez, zaten bu beklenmez de. Bu etkileşim çerçevesinde (tıpkı bazı ritüellerde olduğu gibi) samimiyet bir kriter olarak devrede dahi değildir.

    Farklı durumlar/anlar, farklı benliklerin yuvalandığı yerler olmakla beraber, bu, bizi dağılmış bir özneye de götürmez. Kumar oynatırken yakalanan bir polis, “Bu benim farklı bir anım, yüzüm. Sizi ilgilendirmez” diyemez. Dolayısıyla, bu farklı anların toplamının kişinin hayatında bütünlüklü bir izlek yaratıp yaratamadığı esas sorudur ve cevabı oldukça karmaşıktır. Bir doktorun, sadece hastanede değil, esasen hastane dışında, gündelik hayatında da bir doktor gibi davranması beklenir (Örneğin komşularıyla ilişkisinde). Bir dizi nitelik, karakter özelliği, mizaç, alışkanlıklar doktora “yakıştırılır”. Buna biyografik süreklilik diyelim veya biyografik raptiyeler. Bu varsayılan biyografik raptiyeler, doktorla kurulan ilişkiyi hem hastanede hem de sokakta çerçeveler. Bir doktorun ne olduğundan ziyade, bir doktorla ne yapıp yapamayacağınızın sınırlarını çizer (Kısmen temelli ve deneyim ve kültürel evren üzerinden aktarılan varsayımlardır bunlar. Toplumsal yaşamı öngörülebilir, kestirilebilir kılarlar). “Doktordan araba” ilanlarının mantığı da burada yatar, hastasına özenli davranan bir profesyonelin arabasına da aynı şekilde yaklaştığı düşünülür. Lakin özellikle Türkiye’de işler her zaman böyle gitmez. Bizde daha ziyade “biyografik süreksizlik” bir varsayım olarak tesis edilir (hem kültürel evrende hem de deneyimlerde). İşte, samimiyetsizlik, sahtelik vokabülerinin yuvalandığı ve çokça kullanımda olduğu yer de burasıdır. Biyografik hatlar arasında ilişki kopmuş olabilir, kişinin genel yaşamında takındığı tavırlar arasında tutarsızlıklar olabilir. “Yalansın sen! Çünkü hem devrimcisin hem de…, hem akademisyensin hem de…. Biliyorum senin gerçek yüzünü!” (Burada gerçek yüzden kastedilen, esasen kişinin varsayılan ya da bilinen tutarsızlıklarıdır. Dil burada bize oyun oynar, hep bir töz arar derinlerde). İfşa gizli silah olarak hep belde tutulur.

    Görüldüğü üzere, samimiyet vokabüleri üzerinden TR akademisyeninin sosyal medya kullanımına dair sürdürülebilecek bir analizin sınırları bellidir. Oysa meseleyi mevcut dikotomilerin ağırlığından ve özellikle de normatif hezeyandan kurtarıp, etkileşimlerin genel ekolojisine doğru çekmek faydalı olabilir. Bu anlamda, başlangıç oluşturabilecek birkaç sıradan örnek vermek istiyorum. Fransa’da gördüğüm kadarıyla, en azından kendi çevremde, akademisyenlerin Facebook kullanımı çok sınırlı ve ekseriyetle aile-iş ve arkadaş çevresiyle sınırlı. Bir akademisyenin ortalama Facebook arkadaş sayısı da 300-400 civarı. Bizde bir araştırma görevlisi kapıyı 2000’den açar. Yine aynı şekilde, öğrencilerin sizi dalga dalga Facebook’ta arkadaş olarak ekleme pratiği de yoktur. Tıpkı ders aralarında kahve molalarındaki o aşılamaz mesafe gibi. Türkiye’de Levent Hocayımdır, burada Monsieur Unsaldı. Türkiye’de sen derim, burada ise siz derim öğrenciye ve ona soyadıyla hitap ederim. Hoca kelimesi ne ifade eder? Hoca-öğrenci ilişkisi nasıl bir ilişkidir? Bu ilişki yüksek lisans, doktora seviyesinde nasıl seyreder? Tüm bunları Türkiye’de tarihsel bir ağırlığı olan tedrisi tekke (bol memuriyet içerir) kültürü ile ilişkilendirelim. Bunlar gerçekten de kurumsal/organizasyonel meseleler. Sosyal medya bu anlamda, Türkiye akademisindeki veya daha genel olarak fikri hayattaki mevcut ilişki formlarının başka bir mecraya taşınmasından başka bir şey değil kanımca. Nasıl ki Türkiye’de akademi,  akademi dışı her şeyse; sosyal medyadaki akademisyen de bazen akademisyen dışı her şey. Oyunumuz biraz böyle, tribünler (izleyiciler, alkışlar) bu işin olmazsa olmazı. Kampüslerde kahve içerken, laflarken olduğu kadar, atılan tweet ve beğenilerle de kurulan tekkeler. Unutmayalım: Şeyh uçmaz, mürit uçurur.

    Şeyhin veya müridin samimiyetinden ya da oynadıkları oyuna gerçekten inanıp inanmadıklarından ziyade (ki insanlar oynadıkları oyuna kendilerini bazen fazlasıyla kaptırabilirler de), bu oyunun tüm mekanizmalarını didik didik etmek yeğdir kanımca.

    Tüm bunların yanında arkadaki kitaplık tipleştirmesine ilişkin de bir şeyler söylemek isterim. Tipik ve hususi olanın illaki ayrı düşmesi ve “yapmacık” gözükmesi gerekmez. Schutz, tipleştirmeler (ki burada mevzu bahis olan bu) gündelik yaşamın dünyalarının (ki dünyalar çoğuldur) temelinde yatar, der. Goffman ise toplumsal yaşamın senarize karakterinden bahseder. Zaten başka türlü olamaz ki. Gündelik yaşam, tipik ve senarize olduğundandır ki öngörülebilirdir zaten. Bu noktada, konuyla ilgisi dolayısıyla, kitabımdan bir pasaj paylaşmak isterim:

    “Şahsi olanla öğrenilmiş olan arasında zaruri bir ayrılık ne gereklidir ne de anlamlı. (“Evrensel olan hususi olanda mıhlıdır.”) Birey, ne öznellik okyanusunda yüzen aşkın bir bilinç ne de mekanik bir otomattır. Örneğin sosyal bilimlerde, elde sigara, rahat tavırlı, biraz da “uçarı” erkek hocalar arasında kirli sakal pek yaygındır; kadın veya erkek bir entelektüelin gazete veya dergi röportajlarında arka fonda bir kütüphanenin bulunması da yine aranan bir karedir; düşünceli bir bakış veya göğüs hizasında birbirine kavuşmuş kollar da muhtemelen ciddiyet ve tefekkürü simgeler. Evet, bunların hepsi klişedir ama aynı zamanda bir öğrenme sürecine de gönderme yapar. “Rahat hoca”, elbette, bir yorum (hatta şahsi bir yorum) olarak değerlendirilebilir ancak bunun kendisi tali bir mesele de olabilir. Belki daha önemli olan, “rahat” hocanın, onu rahat hoca yapacak referansı toplumsal olarak tanımlanmış ve tipiklik içeren bir dizi hoca kategorisinden ödünç alması ve böylelikle, rolünün verili bir durumsal performansında, hem kendisinin yapabileceğinin hem de kendisiyle yapılabilecek olanın sınırlarını tanımlamasıdır: “Sert” bir hocayla ya da “fazla tedrisi” bir hocayla, “rahat” hocayla yapılabilecek olanlar yapılamaz.” (Levent Ünsaldı, Burada Ne Oluyor?, Ankara, Heretik, ss.69-70, 2019)

    Fotoğraf: Марьян Блан

    Siyaset
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikAnders Tegnell’in Laboratuvarında Korona Virüsüyle Mücadele
    Sonraki İçerik Çöküşten Kurtuluşa Meşveretten Milli İradeye: Ulusal Egemenliğin Türkiye’deki Serencamı

    Diğer İçerikler

    Videolar

    Parlamenter Sistem Nasıl Geri Gelecek? | Çavuşesku’nun Termometresi #252

    8 Mayıs 2025 Melis Konakçı, İlkan Dalkuç ve Burak Bilgehan Özpek
    Yazılar

    Savaşların Kazananı Olur Mu?

    7 Mayıs 2025 Oytun Meçik
    Yazılar

    Türkiye’de Serbest Gazeteciliğin Geleceği: Zorluklar ve Çözüm Yolları

    3 Mayıs 2025 Gökhan Korkmaz

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    Turkey and Israel: Intense Geopolitical Rivalry from the Mediterranean to Central Asia

    8 Mayıs 2025 D84 INTELLIGENCE Reza Talebi

    Savaşların Kazananı Olur Mu?

    7 Mayıs 2025 Yazılar Oytun Meçik

    Dünya Gündemi: İsrail Gazze’yi Kalıcı Şekilde İşgale Hazırlanıyor

    6 Mayıs 2025 Bültenler Bahadır Çelebi

    Türkiye’de Serbest Gazeteciliğin Geleceği: Zorluklar ve Çözüm Yolları

    3 Mayıs 2025 Yazılar Gökhan Korkmaz

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}