[voiserPlayer]
Türkiye’de son günlerde hem toplumun hem de siyasetçilerin en çok tartıştığı konuların başında ülkedeki sığınmacılar geliyor. Türkiye’de resmi verilere göre 5.5 milyon sığınmacı yaşıyor. Mülteciler arasında çoğunluğu, Suriyeli ve Afgan uyruklu mülteciler oluşturuyor. Bu yazımda ülkedeki sığınmacı sorunun kısa tarihini ve hukuki boyutunu kaleme aldım.
Türkiye’de son dönemde hem sokağın hem de siyasetin gündeminin başında ülkedeki sığınmacıların varlığı yer alıyor. Özellikle Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın sığınmacılar hakkındaki söylemleri gözlerin tekrar bu konuya çevrilmesine neden oldu. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından yayımlanan rapora göre Türkiye dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke. Mülteciler Derneği’nin Nisan 2022 verilerine göre ülkedeki Suriyeli Sığınmacıların sayısı 3 milyon 762 bin 385 kişi oldu. Afgan sığınmacıların sayısının ise en düşük tahmine göre 500 bin kişi olduğu tahmin ediliyor.
Mülteci Nedir, Sığınmacı Nedir?
Ülkedeki sığınmacıların varlığı tartışılırken işin uluslararası hukuk tarafını da gözardı etmemek gerekiyor. Öncelikle toplumda sıklıkla karıştırılan mülteci ve sığınmacı terimleriyle başlayalım. Türkiye’deki sığınmacıların hiçbiri mülteci statüsünde değil. Türkiye, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşmesi’ne 1961 tarihinde “coğrafi çekince” şerhiyle taraf olmuş, sözleşmenin kapsamını genişleten 1967 tarihli New York Protokolü’ne de 1968 yılında katılmıştır. Bu coğrafi kısıtlama şartı Avrupa Konseyi üyesi ülkeler dışından Türkiye’ye sığınan bireylere “mülteci” statüsünün tanınmamasına sebep teşkil etmiştir. Yabancılar Kanunu ve Uluslararası Koruma Kanunu’na göre bu ülkelerden Türkiye’ye sığınan bireyler, “mülteci” kavramıyla aynı kıstasları karşılıyorlarsa “şartlı mültecilik” statüsü kazanabilirler. Ancak bu statü sadece bireysel göç vasıtasıyla alınabileceğinden kitlesel göç gerçekleştirmiş Suriyeliler bu statüde değildir.
Türkiye’deki Suriyelilerin büyük bir kısmı hukuken “geçici koruma” statüsüne sahiptir. Bu statü sığınma başvurularında her bir kişinin ayrı ayrı ele alınmasının mümkün olmadığı kitlesel göç olaylarında (örneğin AB’deki Kosovalı sığınmacılar) kullanılmaktadır. Geçici koruma ile geniş kitleler için geri gönderme yasağı uygulanmakta ve asgari ölçüde koruma temin edilmektedir. Geçici koruma bir uluslararası koruma değildir; tümüyle iç hukuka tâbi bir koruma tedbiridir. Türk hukukunda AB hukukundan farklı olarak geçici korumanın maksimum süresi belirtilmemiştir. Geçici koruma altındaki bir bireyin kendi isteğiyle Türkiye’den ayrılması geçici korumanın sonlanma sebebidir. Ancak uygulamada özellikle dini bayramlarda belirlenen tarihlerde Suriyelilerin Suriye’deki akrabalarını ziyaretlerine izin verilmektedir.
Geçici koruma statüsünde bulunan Suriyeliler ve Afganlar için kullanılan diğer bir kavram ise göçmen tabiridir. Bu kavram kendi ülkesinde zulme uğrayacağından endişe edenlerden ziyade ekonomik ve sosyal anlamda daha iyi bir yaşam standardına kavuşabilmek için kendi istekleri ile ülkelerini terk edenler için kullanılıyor. Düzensiz göçmen ise göç ettiği ülkeye o ülkenin yasalarını ihlal ederek giriş yapan, ülkede kalmak için yasal hakkı bulunmayan kişilere deniyor. Bu kişiler zaman zaman “kaçak göçmen” olarak da anılıyor.
Türkiye Neden Avrupa Dışından Gelenleri Mülteci Saymıyor?
Bugünkü İltica Hukukunun temelini oluşturan ve 1951 yılında imzalanan Cenevre Sözleşmesi’ne 1961 yılında coğrafi şerh şartıyla taraf olan Türkiye şu an sözleşmeye bu şekilde taraf olan tek Avrupa Konseyi ülkesi konumunda. Bu sınırlama (çekince) Türkiye’nin Avrupalı olmayan sığınmacılara mülteci statüsü tanınmamasına sebep oluyor. Uluslararası Mülteci Hukukuna göre “bir kişinin, uyruğunda bulunduğu ya da ikamet ettiği devletin ülkesini çeşitli baskılar ya da ayrımcı yasal kovuşturmalar nedeniyle terk ederek, yabancı bir devletin ülkesine, diplomasi temsilciliği ya da konsolosluk binalarına, savaş gemilerine ya da devlet uçak gemilerine girmesini ve bu devletin korumasını aramasını sağlayan bir sığınma hakkı bulunuyor. Türkiye’de bulunan sığınmacıların statüleri 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun Uluslararası Koruma başlığı altında düzenleniyor. Başlık altındaki statüler ise şöyle:
Mülteci: Avrupa ülkelerinden gelen ve uluslararası koruma başvurusu kabul edilen kişiler.
Şartlı Mülteci: Avrupa dışından gelen ve uluslararası koruma talebi kabul edilen ancak üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar Türkiye’de kalmasına izin verilen kişiler.
İkincil Koruma: Mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen ancak ülkesine geri gönderildiği takdirde ölüm ya da işkence gibi insanlık dışı muamelelere maruz kalacağı, ülkesi tarafından korunamayacağı düşünülen kişiler için oluşturulan statü.
Türkiye ayrıca sığınmacılar için Uluslararası Mülteci Hukuku’nun geri göndermeme ilkesini de uygulamak zorunda. Geri göndermeme ilkesine göre sığınma talebinde bulunan kişi, yaşam ve özgürlüğünün tehlike altında olacağı varsayılan bir ülkeye geri gönderilemez. İlgili kişi, dönmek zorunda bırakıldığı ülkede zulüm ile karşı karşıya ise sınırdaki devlet görevlileri için reddetmeme yükümlülüğü de geri göndermeme ilkesinin önemli bir parçasını oluşturur.
Göç İdaresi Başkanlığı verilerine göre 2015-2019 yılları arasında Uluslararası Koruma başvurusu yapanların sayısında artış görülüyor. Verilere göre en çok başvuruyu ise Afganistan uyruklular yapmış.
Sığınmacılar Nerelerde İkamet Ediyor?
Suriye İç Savaşı’nın başladığı günlerde Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu, sığınmacılar için ‘’açık kapı politikası’’ uygulanacağını belirterek Türkiye’ye gelecek sığınmacı sayısının psikolojik sınırının 100 bin olacağını, sayının artması halinde sınırda bir tampon bölge kurulacağını ifade etmişti. Ancak gelenlerin sayısı tahminlerin ötesine geçti. Türkiye gelenler için 10 ayrı şehirde 26 geçici barınma merkezi kurdu. Günümüzde sadece 7 tanesi faal olan bu merkezlerde 50 bin sığınmacı kalıyor. Sığınmacıların kalanı farklı kentlerde yaşamını sürdürüyor.
Sığınmacıların en çok ikamet ettiği kentlerden biri İstanbul. Özellikle İstanbul’un Esenyurt ilçesi yoğunlukla ikamet edilen ilçelerden biri. Yoğunluk öyle bir seviyeye ulaşmış ki İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü geçtiğimiz yıl Ocak ayında ilçede kısa dönem ikamet izin talepleri ile üniversitelerde kayıtlı öğrencilerin “öğrenci ikamet izni” talepleri hariç, ikamet izni amacıyla yapılan ilk başvuruların kabul edilmeyeceğini açıklamıştı. İlçede resmi rakamlara göre 300 bin yabancı uyruklu kişi ikamet ediyor. Geçtiğimiz yıl Uğur Mumcu Araştırmacı Gazeteciler Vakfı için ilçedeki sığınmacılarla konuşmuştum. Konuştuğum sığınmacılar arasında geri dönmeyi düşünen de vardı. Türkiye için “Türkiye bizim ikinci evimiz, burada yaşamaktan çok memnunuz, dönmeyi düşünmüyoruz” diyenler de.
Türkiye’de Prosedür Nasıl İşliyor?
Suriye’den Türkiye’ye gelen sığınmacıların geçici koruma prosedürü kapsamında sayılabilmesi için il göç idarelerine başvurmaları gerekir ve Türk makamların kendilerine göstereceği bir ilde (uydu kentte) ikamet etmeleri gerekir. Türkiye’de bir yasal kalış hakkı olmayan yabancılar “düzensiz göçmen” olarak adlandırılıyor. Düzensiz göçmenlerin uyruğu resmi işlemler sırasında tespit edilmeye çalışılıyor. Koruma başvuruları kabul edilmeyen kişiler ya da Türkiye’de yasal bir kalış hakkına sahip olmayan kişiler hakkında sınır dışı kararı alınıyor. Bu kişilerden kaçma ve kaybolma riski olduğu düşünülen kişiler ise sınır dışı kararına ek olarak haklarında idari gözetim kararı alınarak geri gönderme merkezlerinde tutuluyor. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünce işletilen 24 adet geri gönderme merkezi ve 2 adet geçici geri gönderme merkezi bulunuyor. Genel Müdürlük verilerine göre GGM’lerin toplam kapasitesi 15.676 kişi.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMYK) neredeyse bütün yetkilerini Türkiye’de Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne bırakmış oluğundan GGM’ler de uluslararası denetimin dışında kalıyor. Merkezlerde kalan yabancıların hangi şartlar altında kaldığı konusunda net bir bilgi bulunmuyor. Ancak sığınmacıların gönderileceği bir ülkesi olmadığından dolayı neredeyse bir sene boyunca merkezlerde kalan sığınmacılar da var. Bu merkezlerin durumu hakkında daha önce görüştüğüm bir avukat merkezler hakkında ‘’geri gönderme merkezi bir kapatılma merkezi, sadece cezaevi gibi havalandırmaya çıkarılıyorlar, bu durumda göçmenler de merkezde kalmamak için gönüllü olarak ülkeme gitmek istiyorum deyip daha sonra kaçak yollardan tekrar Türkiye’ye dönüyor’’ şeklinde konuştu.
Düzensiz göçmenler Türkiye’yi daha çok Yunan adalarına geçiş güzergahı olarak kullanıyor. Özellikle, Muğla bu geçiş yollarından biri. Çoğunlukla Suriyeliler ya da Filistin uyruklu mülteciler botlarla Bodrum ve Marmaris civarından karşıda bölgeye en yakın olan Yunan Adasına geçmeye çalışıyor. Ancak bu mültecilerin sıklıkla başlarına gelen sorun, Yunan Sahil Güvenlik güçlerince botlarının batırılması ve botların kullanılamaz hale getirilmesi. Yunan Sahil Güvenliği, mültecileri Simi Adasına götürüp karakollarda bekleterek telefonlarını ellerinden alıyor. Daha sonra Atina’ya götürecekleri vaadiyle botlara bindirip Türk Karasularına yakın bir yere bırakıyor. Genelde bu mültecileri Türk Sahil Güvenlik Kuvvetleri kurtarıyor. Buna pushback, yani geri itme deniyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre bunu yapmak insan haklarına aykırı. Ancak Yunanistan, içinde bulunduğu sorunları bahane ederek bu yönteme başvuruyor. Bu botlarda kadın ve çocuklar var ve açık denizde hayatlarını kaybedebiliyorlar. Bu mülteciler Türkiye’ye tekrar döndüklerinde ise geri gönderme merkezlerine getiriliyorlar. Bir sonraki yazıda sığınmacılar sorununu işlemeye devam edeceğim.
Fotoğraf: Jannik Kiel