[voiserPlayer]
19. yüzyıl boyunca gerek Mısır gerekse Osmanlı modernleşme hareketlerinin yükselişe geçmesiyle, pek çok Batılı kavram gibi “laiklik/sekülerlik” tartışması da yerel aydın sınıfları arasında kendisine yer edinmişti. Öyle ki bu fikir alışverişi neticesinde Mısır, Arap dünyasının geri kalanından daha farklı bir siyasi ve sosyal dönüşüm geçirmiş ve laiklik düşüncesinin de kendi bünyesinde neşet etmesine olanak tanımıştı. Taha Hüseyin ve Muhammed Hüseyin Heykel gibi fikir insanlarının başını çektiği bu laik momentin 20. yüzyıldaki en önemli temsilcisi ise Fuad Zekeriyya olmuştur.
1927 yılında dünyaya gelen ve Arap varoluşçuluk akımının babası olarak tanınan Fuad Zekeriyya, Kahire’de felsefe eğitimi aldıktan sonra uzun yıllar boyunca Kuveyt Üniversitesi’nde bu alanda dersler vermiş ve akademik çalışmalarda bulunmuştur. Nitekim, bu dönem Mısır’daki toplumsal seküler momentin zayıfladığı ve İslamcılık ideolojisinin tüm Arap dünyasında yükselişe geçtiği yıllara denk gelmektedir. Özellikle 1979’da İran’da gerçekleşen İslam Devrimi ve 1981 yılında Mısır lideri Enver Sedat’ın suikaste uğraması neticesinde Zekeriyya en önemli eseri olarak bilinen al-Haqiqa wa al-Wahm fi al-Harakat al-İslamiyya al-Mu’asira kitabını yazmıştır. Türkçeye “Çağdaş İslamcı Harekette Hakikat ve Hayal”[1] adıyla çevrilen bu eserde, İslamcılık ideolojisine eleştirel bir tavır sergileyen Zekeriyya, bu ideolojinin laikliğe karşı sürdüğü eleştirileri ve soruları iki kısma ayırarak cevaplandırmaya çalışmıştır.
Retorik Eleştiriler
Mevzubahis kitapta pek çok İslamcı isimin görüşlerini ele alan Zekeriyya’ya göre retorik kısımda başta gelen suçlamalar laikliğin dinsizlik olduğu, materyalist kaynaklara dayandığı ve manevi değerleri ortadan kaldırmayı amaçladığı iddialarıdır. Kendisinin de açıkça belirttiği ve savunduğu üzere laiklik siyasetin dini temeller üzerine inşa edilmesine karşı çıkmaktadır ancak, dinin toplumsal alandan dışlanması söz konusu değildir. Zira, ortalama seküler yaşantıya sahip her birey evlilik vb. sosyal ilişkilerin kurulmasında dini önemsemekte veya bu ruhani ilkeleri takip etmektedir. Ona göre kurumsal manada laiklik ve kişisel dindarlık birbirinin zıttı şeyler değildir. Zira, din tamamen inanca bağlı bir durumdur ve yönetimsel manada laiklik ilkelerini benimseyen bir insanın kişisel hayatında dindar olması veya tam tersi mümkündür. Her iki durumda da din kendi kutsal karakterini korurken insan hayatının etik ve manevi kısımlarını düzenlemeye devam eder.
Materyalizm iddialarına karşı laikliğin beşiği olarak addettiği Avrupa örneğine değinen Zekeriyya, bu kavramı geliştiren ve Batı’ya yön veren düşünürlerin idealist olduklarını işaret eder. Ona göre Descartes, Kant ve Hegel gibi pek çok aydın kilisenin devlet organizasyonuna müdahale etmesine karşı çıkarken, aynı zamanda materyalizm ile de mücadele etmekteydiler. Laikliği savunan kimi düşünürlerin materyalist ilkeleri benimsemesine karşın, bu iki fikri cereyan arasında organik bir bağ olmadığının altını çizer. Hakeza, diğer bir suçlamaya cevap olarak laiklik fikrinin gelenekleri ve değerleri silmeye çalışmadığını, tam aksine Taha Hüseyin, Mazini, Akkad gibi isimlerin gelenekselliği savunduklarını belirtmekte ve bilimsel yöntemin gelenek veya dinin karşısında yer almadığını ve bunlardan birini benimseyenlerin, diğerini göz ardı etmek zorunda olmadıklarını dile getirmektedir. Ancak, yukarıda zikredilen kişilerin İslami gelenekten ziyade “Mısırcılık ve Firavunculuk” gibi akımları desteklediklerini ve teknik manada geleneği savunsalar da bunun İslami geçmiş olmadığını belirtmek faydalı olacaktır.
Hakeza, Arap ülkelerinde eğitim ve kültürün genel yöneliminin dini reddettiği iddiasına karşın herkesin eğitim hayatında dini eğitim aldığını veya kitle iletişim araçlarıyla buna maruz kaldığını belirten Zekeriyya, bu eleştirinin “bilginin İslamlaştırılması” amacıyla yapıldığını dile getirmiş ve bunun yeni bir fenomen olarak İslami hareketler içerisinde icat edildiğini iddia etmiştir. Retorik eleştirilerin en yaygını olarak ele aldığı tez ise laikliğin Masonik, Siyonist veya Haçlı temelli olduğuna dair komplo teorileridir. Ona göre geniş kitlelere benimsetilmesi kolay olduğundan dolayı, bu anlatım hiçbir kanıt ve teorik çerçeve olmaksızın hemen her ortamda rahatça dile getirilmektedir. Ancak, Aydınlanma ve Fransız Devrimi gibi önemli olayların sağlamış oldukları tüm eğitimsel, bilimsel ve sosyolojik gelişmelerin göz ardı edilerek belli başlı toplulukları -Yahudiler veya Evanjelikler- merkeze koyarak inşa edilen anlatılar tarihsel süreçten yoksun ve temelsizdirler. Zekeriyya’ya göre laikleşme hareketinin kilise tiranlığına ve onun devlet nezdindeki etkisine verdiği zarar ortadayken, bu gelişmeyi dini kaynaklara bağlamak tamamen akıl dışıdır.
Bilimsel Eleştiriler
Modernleşme hareketinin Batı’da ortaya çıkması ve akabinde tüm dünyaya yayılması, tüm kavramlar gibi laikliğin de bazı hafızalarda yabancı addedilmesine neden olmuş ve doğduğu topraklarla sınırlandırılması gerektiği savunulmuştur. Fuad Zekeriyya bu tezin Arap ülkelerinde de sıkı bir şekilde kabul gördüğünü belirtmekte ve İslamcılık ideolojisini benimseyen bazı fikir adamlarının laikliği, farklı tarihsel süreçlerden geçen Avrupa’nın kendi içindeki sorunları çözmeye yönelik yerel bir cevap olarak gördüklerini ve farklı coğrafyalara uygulanmasının hatalı olacağını savunduklarını örneklerle göstermiştir. Kendisinin bu bilimsel eleştirilere yönelik cevabı ise üç faklı maddeyle sıralanabilir:
- Zekeriyya, İslam’da Katolik Kilisesi gibi bir kurumun olmadığını ikrar etmekle birlikte, güçlü dini otoritelerin pek çok Müslüman ülkede bulunduğunu ve bunların siyasetle sıkı ilişkileri olduğunu belirtmektedir. Özellikle Mısır’daki el-Ezher Medresesi (Üniversitesi) ve İran’daki molla sınıfı İslam dünyasında en çok göze çarpan dini otoritelerdir. Bazı iddiaların aksine hem İslamiyet hem de Katoliklik birer hegemonyaya sahiptirler ve bunu tabana yayarak uygulamak konusunda hemfikirdirler.
- İslamcılar Avrupa’daki kilisenin bilime karşı olduğunu ancak, aynı durumun İslam dünyasında görülmediğini iddia etmektedirler. Zekeriyya buna karşı İbn Rüşd, Suhreverdi ve al Hacc gibi isimlerle Mutezile düşünürlerine karşı yapılan yargılamaları hatırlatmakta ve bunun Orta Çağ Avrupası’ndan pek de farklı olmadığını dile getirmektedir. Yine el-Ezher tarafından Taha Hüseyin ve Ali Abd el-Razık gibi düşünürlere uygulanan baskıyı ve çoğu İslamcı düşünürün hiç okumamasına rağmen Freud’un ve Marx’ın eserlerini kara listeye almasını anımsatan Zekeriyya, makbul görülmeyen bilimsel faaliyetlere karşı takınılan tutumun laiklik fikrine olan ihtiyacı ortaya çıkardığını işaret etmektedir.
- Zekeriyya laikliğin İslam tarihinde görülmediği iddia edilen Orta Çağ sorunlarıyla bağlantılanmasına karşı çıkar. Ona göre Orta Çağ bir zihniyet meselesidir ve her yerde tekrar etme ihtimali vardır. Mutlak hakikati esas alarak hayatını sürdüren, tartışmaya açık olmayan ya da kutsal metinleri aktarmaya devam eden insanlar, 21. yüzyılın başlarında yaşasalar da Orta Çağ zihniyetine sahiptirler. Zira, laikliğin reddettiği şey belirli bir noktayı kanıtlamak için bilimsel ilkelere değil de dini metinleri kullanmaya dayanan ruhani otorite kavramıdır.
Arap dünyasının 20. yüzyılda yetiştirmiş olduğu en önemli aydınlardan biri olan Fuad Zekeriya’yı bu kısa yazıyla anlamak veya fikirlerini tetkik etmek elbette mümkün değildir. Ancak, laiklik kavramının büyük oranda İslami literatürde ele alındığı veya bu şekilde yansıtıldığı bir ortamda kendisinin görüşlerini açıklamaya çalışmak, bölgeden yükselen aykırı bir sesi duyurmak, son derece önemlidir. Laik Arap düşüncesinin günümüzü ve geleceği konusunda çeşitli tartışmalar yapılmasına karşın bu akımın aslında güçlü bir geleneğe sahip olduğunu hatırlatmak ve gerek Fuad Zekeriyya’nın gerekse seleflerinin katkılarına değinmek, hiç şüphesiz yeni çalışmaların neşet etmesine yardımcı olacaktır.
[1] Fuad Zekeriyya, Çağdaş İslamcı Harekette Hakikat ve Hayal, Çeviren: Sinan Köseoğlu, İstanbul: Kapı Yayınları, 2007:
Fouad Zakaria, Myth and Reality in the Contemporary Islamist Movement, Translated by M.Abu-Rabi‘, London: ANN ARBOR, MI: Pluto Press, 2005