[voiserPlayer]
Günümüzde hayatımızı etkileyen kurumların, pratiklerin ve prensiplerin büyük bir kısmı 19. yüzyılda ortaya çıkmış ve zaman içinde değişip dönüşerek bugünkü halini almıştır. Maalesef bu dönem sadece birkaç şahıs ve olay etrafında ele alındığından, hem o dönemde yaşanan büyük değişimleri ıskalamış oluyoruz hem de bu değişimlerin bugün hayatımızı nasıl yönlendirdiğinin farkına varamıyoruz. 19. yüzyılda modern devletin ortaya çıkmasıyla birlikte yaşanan en önemli olaylardan biri günah ile suç kavramlarının birbirine karışmasıdır. Tanzimat ile başlayan ve Abdülhamid döneminde iyice yerleşen yeni sistemde devlete karşı işlenen suçlar aynı zamanda dine karşı işlenmiş sayılmaya başlandı. Üstelik, modern devletin gittikçe gelişen imkanları ve altyapısı, insan hayatının o zamana kadar hiç nüfuz edilmemiş alanlarına devletin müdahale etmesini mümkün kıldı. Bunun sonucunda asırlarca özel hayatı ilgilendiren konular birer kamu meselesi haline geldi.
Örneğin kürtajı ele alalım. İslam tarihinde kürtajı yasaklayan ilk hükümdar II. Mahmut’tur. Hanefi hukukunda geçerli bir sebebin olması durumunda 120 gün içinde bebeğin alınmasına izin verilmekle beraber geçerli bir nedenin olmadığı durumlarda bile eğer eşler aralarında anlaştıysa kürtaj yapılırdı. Kürtaj yine günahtı ama suç değildi. Ancak kadın kocasından habersiz çocuğu düşürürse veya koca çocuk düşsün diye karısını döverse (böyle vakalar var) o zaman kadı duruma müdahil olurdu. İlk defa 1838 tarihinde II. Mahmut kürtajı yasakladı. Peki, bunun nedeni neydi?
Modernleşme öncesi dönemde bir devletin gücü, kontrol ettiği topraklarla ölçülürken modern dönemde nüfusun niteliği ve niceliği belirleyici unsur oldu. Zaten II. Mahmut’un çıkardığı hatt-ı humayunda açık bir şekilde bir ülkenin refahının o ülkede yaşayan insanlara bağlı olduğu belirtilmişti. Modernleşen Osmanlı’nın nüfusunu artırmaya ihtiyacı vardı. İşte bu sebeple eşler arasındaki bir konu ilk defa kamusal bir mesele haline geldi. 1911 tarihli Osmanlı Ceza Kanunnamesi bebeğini kasıtlı olarak düşüren kişiye altı ay ile üç yıl, bu işleme yardım eden kişiye de bir yıl ile üç yıl arasında hapis öngördü. İstanbul’da kürtaj yaptığı tespit edilen Alman doktor Madam Ziebold, Almanya elçiliğinin itirazlarına rağmen 1905 yılında sınır dışı edildi. Osmanlı hükûmeti bu meseleye o kadar önem atfetmişti ki, yakın ilişkiler kurduğu bir devletin vatandaşını o ülkenin itirazlarına rağmen sınır dışı etmişti.[1]
Bir başka örnek verelim. Selanik’te yayın yapan Asır gazetesi, Drama’nın Nusretli köyünde yapılan bir sünnet düğününü haber yapar ve bu düğün için 50 bin kuruş harcandığını söyler. Bunun üzerine köy halkı hükûmete bir dilekçe yollayarak bunun yalan olduğunu ve yaptıkları düğünün tamamen meşru dairede olduğunu söyleyip “sırfkezibat ve müfteriyattanibaret” olan bu haberin ‘şeref-i İslamiyelerine’ bir saldırı olduğunu iddia ederler.[2] Sizce köylüler neden devleti düğünlerinde büyük harcamalar yapmadıklarına ikna etmeye çalışmışlar? Bir köyde yapılan sünnet düğünü için harcanan para devleti neden ilgilendirmiş?
Sünnet düğünü için harcanan paraya devletin karışması kendi içinde bir çelişki barındırıyor. Erken modern dönemde gerçekleşen şehzade sünnetleri Osmanlı’daki en gösterişli, en görkemli törenlerdi. O dönemde imparatorluklar hem diğer devletlerin temsilcileriyle hem de kendi tebaalarıyla çeşitli ritüeller aracılığıyla temas kurardı. Avrupa’da bu temas daha çok düğünler ile yapılırken Osmanlı’da padişahlar evlenmediğinden bunun yerini sünnet düğünleri almıştı. Nasıl ki günümüzde ulusal bayramlarda askeri törenler düzenlenir, bu törenlerde ülkeler en yeni ve gelişmiş silahlarıyla geçit yapar; erken modern dönemde de son derece şatafatlı ve debdebeli sünnet düğünlerinde Osmanlı bütün gücünü ve ihtişamını sergilerdi. Bu törenler günlerce sürer, binlerce kişilik yemekler hazırlanırdı. Peki, ne oldu da Osmanlı devleti gösterişli olması için özel olarak uğraştığı sünnet törenleri için yüksek meblağlar harcanmasına karşı çıkmaya başladı?
Verimlilik, bir modern devlet ideolojisidir. Kaynakların israf edilmesinin önüne geçilmesi ve bu kaynakların yatırıma ve üretime dönüştürülmesi bir modern devlet politikasıdır. İsraf, her zaman günahtı. “Yiyin için fakat israf etmeyin” ayeti hemen her Müslümanın aşina olduğu bir ayettir. Fakat, günah olan bu eylem 19. yüzyılda artık bir suç haline geldi. Birçok kez yerel yöneticilerden düğün ve cemiyetlerdeki israf ve aşırı harcamanın önüne geçmeleri istendi.
Burada iki örnek üzerinden anlattığım değişime daha birçok örnek verilebilir. Asırlarca özel hayatın bir konusu olan meselelerin bir kamu sorunu haline gelmesi ve devletin müdahalelerine açılması, her biri ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken olumlu ve olumsuz sonuçları beraberinde getirmiştir. Bunun sonucunda bazı toplumsal faydalar elde edilmekle birlikte bireysel hürriyetler alanında daralmalar yaşanmıştır. Üstelik dinin kendisinden değil de merkezi devletin güçlenmesinden kaynaklanan ve sadece bir buçuk asırdır yürürlükte olan bu değişimleri birçok insan asırlardır değişmeyen dini kaideler sanmaktadır.
İçinde bulunduğumuz dünyayı daha iyi anlayabilmek, devlet-birey, bireysel özgürlük-toplumsal fayda denklemini daha iyi kurabilmek için önce buraya nasıl geldiğimize bakmalıyız.
Foto: Hulki Okan Tabak
[1]Tuba Demirci and Selçuk Akşin Somel, Women’s Bodies, Demography, and Public Health: Abortion Policy and Perspectives in the Ottoman Empire of the Nineteenth Century, Journal of the History of Sexuality, Vol. 17, No. 3 (2008): 383-84; Ece Cihan Ertem, “Anti-abortion Policies in Late Ottoman Empire and Early Republican Turkey: Intervention of State on Women’s Body and Reproductivity,” Fe Dergi 3, no. 1 (2011): 51.
[2] BOA, TFR. I. ŞKT, 151/15054.