Cemil Meriç’in Mağaradakiler isimli kitabı iki ana bölümden oluşur. İkinci bölüm kitaba da adını veren Mağaradakiler iken, Mağaranın Dışı adlı ilk bölümde Cemil Meriç’in entelektüellik ve entelektüeller üzerine araştırması ve düşünceleri yer alır.
Cemil Meriç’e göre entelektüel kavramının çıkış noktası meşhur Dreyfus olayıdır. Emile Zola ve arkadaşlarının bu davada aldığı tutum ve gösterdikleri mücadele aynı zamanda entelektüelin doğuşu anlamına gelir. Bu ortaya çıkış, solun entelektüelliğe bakışıyla da aynı anlamdadır. Sağ ise bu davayla birlikte ortaya çıkan entelektüel tipine şüpheyle bakmaya başlar.
“14 Ocak 1893 tarihli L’Aurore gazetesi Entelektüellerin Beyannamesi’ni yayımlar. Kurulu düzene karşı bir savaş ilanıdır beyanname. Gelenekle kalem arasındaki bu savaşın başkahramanı Zola, çağın en belirgin entelektüel tipi. O tarihten sonra entelektüel, yazı veya söz aracılığı ile toplumun şuurlanmasına yardım eden kişi olur. Yol gösteren, aydınlatan, itham eden kişi. Kelime sol’un bayrağıdır artık.” (s.15-16)
Yazısında entelektüelin amacı, görevi, alması gereken tutum ve buna benzer sorunlar üzerine eğilen ve bunun için sağ ve sol görüşten birçok yabancı ismin entelektüellik üzerine tanım ve görüşlerine yer veren Cemil Meriç, bu fikirlerin hiçbirine tam anlamıyla katılmaz. Sağdan Jean Guehenno, Thierry Maulnier, Raymond Aron, Paul Valery; soldan Antonio Gramsci ve Paul Baran yazarın alıntı yaptığı aydınlar arasındadır.
Cemil Meriç yabancı yazarların ardından bazı yerli yazarların aynı konu hakkındaki fikirlerine de yer verir. Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan, Mustafa Şekip ve Toker Dereli’den alıntılar yapar. Dikkat edilirse bütün bu isimler Türkiye’deki sağ fikir hareketlerinin önemli kişileridir. Ancak Cemil Meriç bu aydınların entelektüel tanımlarına da tam anlamıyla katılmaz. O’na göre entelektüelin tariflere hapsedilmesi mümkün değildir. Ancak yine de kendince bir entelektüel taslağı çizmekten geri kalmaz.
“Entelektüel, zamanının irfanına sahip olacaktır. Ülkesinin dilini, edebiyatını, tarihini bilecek, dünyadaki belli başlı düşünce akımlarına yabancı olmayacaktır. Peşin hükümlere iltifat etmeyecek, olayları kendi kafasıyla inceleyip değerlendirecektir.” (s.24)
Cemil Meriç, araştırmasının ikinci kısmında entelektüelin tarih boyunca kat ettiği serüveni yazmaya girişir. İlk Çağ ve Orta Çağ’da henüz adı konulmamış olsa da, her çağın entelektüel tipolojisini kendince kaleme alır. Yazara göre İlk Çağ’ın en belirgin entelektüel tipi sofistlerdir. Para karşılığında dersler veren ve başta gençler olmak üzere insanların özellikle zihinsel gelişimini sağlamaya çalışan bu kişiler yazar tarafından son derece olumlu biçimde değerlendirilir.
“Sofistlerin başlattığı yenilikler, yirmi üç asır sonra filozofların başardığı düşünce devrimi kadar önemlidir. Bu düşünce devrimi, sosyal elit aracılığıyla geniş tabakalara yayılmıştır. Bir kelimeyle sofistler, kültürü dar çevrelerin tekelinden kurtarmış, entelektüel hayatın bütün yönlerine dikkati çekmişlerdir.” (s.27)
İlk Çağ’ın ardından sıra Orta Çağ’ın entelektüel tipine gelir. Yazara göre bu çağda bilgiyi tekelinde tutan rahipler, yüzyıllarca süren bu dönemin entelektüelleridir. Cemil Meriç bu bölümde Hippolyte Taine’den uzun bir alıntı yapar. Taine’ye göre Avrupa’yı Moğol anarşisine yuvarlanmaktan kurtaranlar, istikbali düşünerek diğer bütün insanlardan fazla üretim yapanlar, kiliselerinde ve manastırlarında insanoğlunun irfan hazinelerini koruyanlar rahiplerdir.
Feodalizmin en etkin gücüne uzun övgülerle dolu bu bölümün ardından fazla bir yorum yapma ihtiyacı duymayan Cemil Meriç’in vurguladığı tek nokta, Taine’nin övgüsünün pek de şaşırtıcı olmaması gerektiği üzerinedir. Çünkü Meriç’e göre mukaddeslerini koruyan aydın, rahibin hasreti içindedir ve entelektüel, rahip gibi olmalıdır. Bu satırlara göre Cemil Meriç’in entelektüelliğe bakışında en yakın durduğu devrin Orta Çağ olduğu açıktır.
Bununla birlikte, Orta Çağ aydınlarının rahipler olduğu konusunda uzun bir alıntı yapılan Taine, zaten Cemil Meriç’in en fazla etkilendiği yazarlar arasındadır. Meriç, Bu Ülke kitabında Taine’nin, fikri gelişimini en çok etkileyen kişiler arasında olduğunu belirtir.
Cemil Meriç’e göre entelijansiyanın doğumu ise üçüncü sınıfın ortaya çıkıp iktidara aday olması ve eski düzeni yıkmasıyla paralel ilerler. Üçüncü sınıftan kast edilen burjuvazidir. Burjuvazinin feodalizmi yıkmasıyla başlayan kapitalizm döneminde entelektüeller, hâkim sınıfın organik birer uzantısı durumundadırlar. Voltaire ise bu dönemin en belirgin entelektüel örneğidir.
“XVIII. asır, aydınların altın çağıdır. Burjuvazinin kucağında doğan, terbiye edilen, yetiştirilen filozoflar onunla tam bir anlaşma halindedir.” (s.37)
19. yüzyılın son otuz yılı, burjuvazinin devrimci özelliğini kaybetmeye başladığı ve dördüncü sınıfın yani proletaryanın güçlü bir biçimde tarih sahnesine çıktığı dönemdir. Bu süreçle birlikte halen burjuvazi yararına çalışan entelektüeller yazar tarafından ajan olarak damgalanır. Devir değişmiş, devrimci özellik proletaryaya geçmiştir. Aynı dönem içerisinde namuslu davranan aydınlar ise burjuvazinin gölgesi altında kalmak yerine proletaryaya akıl hocası olmuşlardır. Bu entelektüellerin işçi hareketlerinin doğuşunda etkin bir rolü yoktur. Hareket ortaya çıktıktan sonra bu hareketlerin içine girerler. Fakat onların da belli bir başarı gösterdiği söylenemez.
Cemil Meriç, Birinci Dünya Savaşı’nın değerlerin yeniden düzenlenmesi ve inşa edilmesi için bir fırsat olduğunu düşünür. Entelijansiya çağ dışı geleneklere savaş açmıştır. Yıkmanın ve yeniden kurmanın tam zamanındır. Ancak entelektüeller bu yolda yeterli desteği görememişler, yalnız bırakılmışlardır.
“II. Enternasyonalin çeşitli seksiyonları, hükumetlerden maddi birtakım tavizler ve bir nebze siyasi nüfuz koparabilmişti, bu başarılar işçi sınıfının atılımlarını felce uğratmaya yetti de arttı bile. Batı entelijansiyasının üyeleri, parlamentoda işçi mebusu, sol gazetelerin yazı işleri müdürü, o gece derslerinin çekilmez konferansçısı falan filan oldular; ama ‘hür düşünce’nin manivelası ile oynatılacak dağ kalmamıştı artık.” (s.40)
Yazar, Soğuk Savaş sürecinde kaleme aldığı bu araştırmasında, dönemin iki ayrı kampa bölünmüş durumdaki entelektüelleri adına umutsuzdur. O’na göre Sovyet rejimine bağlı entelektüeller, geçim sıkıntısı yaşamamalarına rağmen şartlar dolayısıyla suskun kalmaktadırlar. Batı entelektüelleri için ise öncelik; fikir üretmekten, sorgulamaktan, dünyayı takip etmekten önce geçimlerini sağlamak olmuştur. İki tarafın da farklı sorunları vardır ve iki taraf da sıkıntı içerisindedir.
Araştırmanın bütününe bakıldığında, özellikle burjuva devrimi ve sonrasındaki süreçlerin entelektüelleri, Cemil Meriç açısından büyük oranda olumsuz değerlendirilir. Yazar için makbul olan, İlk ve Orta Çağ’ın aydın tipidir. Zaten kendisi de yaşamıyla bu fikirlerini pratiğe dökmüş, Marx’ın tezlerinde yer alan ünlü formüldeki gibi dünyayı değiştirme amacından ziyade onu anlamak ve anlamlandırmak ihtiyacı gütmüştür.