[voiserPlayer]
Türkiye’deki birçok muhalif, 6 Şubat tarihinde Kahramanmaraş’ta yaşanan deprem felaketi sırasında şahit olunan arama kurtarma başarısızlığından ve afetzedelerin yaşadığı sıkıntılardan sonra büyük bir öfkeye kapıldılar. Sosyal medyada ve muhalif basında hükümetin beceriksizlikleri hızlı bir şekilde yaygınlaştırıldı. Deprem sırasında altyapının çökmesi ve hükümetin akıl almaz bir kararla sosyal medyayı kısıtlamaya kalkışması bu öfkeyi daha da perçinledi. Çünkü insanlar neler olup bittiğine dair düzenli şekilde bilgilendirilmediklerini düşündüler.
Deprem sonrasında birçok muhalif için devlete dair bütün kurumlar iflas etmiş ve Erdoğan hükümeti fiili olarak meşruluğunu yitirmişti. Dolayısıyla, birkaç ay sonra gerçekeleşecek olan başkanlık ve parlamento seçimlerinde muhalefetin seçimi kesinlikle kazanacağını, yaşanan skandaldan sonra Erdoğan’ın hiçbir şansı kalmadığını düşündüler.
Muhaliflerin yaşadığı öfkeyi, ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu da gördü. Öyle ki depremin ikinci günü gece yarısı yayınladığı videoda açık şekilde devleti sorguladı ve konuyu siyasetüstü kabul edemeyeceğini söyledi. Bu tavır, muhaliflerin öfkesini o kadar net şekilde temsil ediyordu ki Kılıçdaroğlu’nu muhalefetin başkan adaylığına taşıyan en önemli hamlelerden birisi oldu. Kısacası muhalifler, artık Erdoğan’ı kıstırdıklarını ve onun bu cendereden çıkamayacağını düşünüyorlardı.
Ne var ki Mayıs ayında yapılan seçimler durumun hiç de böyle olmadığını gösterdi. Erdoğan liderliğindeki Cumhur İttifakı hem mecliste çoğunluğu kazandı hem de Erdoğan yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Birçok muhalif için şaşırtıcı olan, depremin etkilediği illerde Erdoğan’ın yüzde 50’den fazla oy almasıydı. Bu durumu kutuplaşmayla açıklamak mümkün. Zira, muhalifler ile iktidar yanlıları aynı olguyu farklı şekilde tanımlıyor, birbirleriyle etkileşim içine girmiyor ve kendi yankı odaları içinde birbirlerinin duygularını körüklüyor.
Bu durum aslında bir illüzyon yaratıyor. Çünkü insanlar, özellikle de muhalifler, hükümete karşı öfke seviyesi yükseldikçe Erdoğan’a karşı daha da kalabalıklaştıklarını düşünüyor. Halbuki olan, hâlihazırdaki muhaliflerin daha kaygılı, daha öfkeli ve daha motive olmaları. Günün sonunda, seçimlerin sonucunu etkileyen bir sosyolojik değişim gerçekleşmiyor.
Hatta muhaliflerin sinirli ve kararlı tavrı, Erdoğan hükümetini mutlaka yok edilmesi gereken, şeytani bir mutlak kötü olarak tanımlaması ve siyasi mücadeleyi ahlaki bir sorumluluk olarak tanımlamaları, muhafazakârları ve kararsız sağ seçmenleri rahatsız eden bir radikallik olarak algılanıyor.
Böylece, ekonomik sıkıntılar artmasına, devlet yönetimindeki beceriksizlikler artık tahammül edilemez bir noktaya gelmesine rağmen kendisini kararsız olarak tanımlayan geleneksel sağ seçmen muhalefete güvenemiyor ve ehven-i şer diyerek Erdoğan’ı tercih ediyor.
Erdoğan yıllardır iktidarda. Ve geride bıraktığımız 20 sene içinde seçimleri kazanırken benimsediği söylem sürekli değişti. Kimi zaman askeri vesayete karşı bir sivilleşme önderi, kimi zaman militarist yaklaşımlara karşı Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmeye çalışan idealist bir lider, kimi zaman milli güvenlik tehditlerine karşı amansız mücadele veren ve bu sayede milliyetçileri cezbeden bir siyasetçi olarak görüldü. Ancak bu dönüşümlere rağmen 2019 yerel seçimleri haricinde seçimlerin tamamını önde bitirmeyi başardı.
Erdoğan’ın Başarısının Sebepleri
Bu başarının arkasında şüphesiz Erdoğan’ın 1994 yılında İstanbul belediye başkanı seçildiği günden itibaren titizlikle inşa ettiği medya sistemi yatıyor. Bu sistem 2002 senesinde AKP’nin iktidara gelmesiyle ivmelendi. Geride bıraktığımız 20 sene içinde Erdoğan, geleneksel medya kurumlarını aşama aşama denetimi altına aldı ve kamu kaynaklarını kullanarak bağımlı bir medya yaratmayı başardı. Ne var ki Erdoğan’ın çabası, ticari medyayı yok etse de muhalefet tarafından desteklenen siyasi bir alternatif medyanın ortaya çıkmasına da sebep oldu.
Özellikle 2019 yılında 11 büyükşehir belediyesinin muhalefet tarafından kazanılmasıyla birlikte muhalefetin medya üzerindeki ağırlığı arttı. Muhalif görüşlü birçok televizyon kanalı ve gazeteye ilaveten sosyal medyada muhalif kamuoyunun tamamına ulaşabilen bir muhalif network oluştu. Ne var ki geldiğimiz noktada, Türkiye’de ticari medya sahipliğinden artık bahsedemiyoruz. Bunun yerine, iktidar ve muhalefetin kendi seçmenlerini yankı odalarına hapsettiği ve sürekli negatif duyguları besleyen bir medya düzeni var.
Deprem yıllardır konuşulan kutuplaşma kavramının aslında zirve yaptığı bir noktada gerçekleşti. Dolayısıyla, muhalifler sadece birbirleriyle sosyalleştiği ve birbirlerinin öfkelerini tazeledikleri bir ekosistem içindeydiler. İktidar ise kendi kontrolündeki medyayı olabildiğince etkin kullandı ve ustaca tasarlanmış stratejiler ile deprem konusundaki sorumluluğunu kendi taraftarlarının gözünde hafifletmeye çalıştı.
Yani muhalefet medyasının yürüttüğü öfke siyaseti, sadece hâlihazırda muhalif olanları daha da radikalleştirirken ve o sıralar başkan adayı olması henüz kesinleşmemiş Kemal Kılıçdaroğlu’nun kişisel halkla ilişkiler kampanyasına dönüşürken iktidar, muhafazakâr ve sağ seçmen ile kendi dilinde iletişim kurmaya çalıştı.
Bunu yaparken depremin boyutlarını olabildiğince abarttı. Depremi son yüzyılın en büyük doğal afeti olarak tanımladı. Yaşanan afeti dini referanslarla açıkladı. İslami bir kavram olan tevekkülü işaret ederek kulun tanrı karşısındaki acziyetini vurguladı. Bu sayede, hiçbir fani hükümetin baş edemeyeceği bir afet hikayesi yazılmış oldu.
Ancak Erdoğan hükümeti dünyevi gerçeklerden de uzaklaşmadı ve afetzedelerin hayatını somut olarak iyileştirecek bir hükümet imajını vermeyi de ihmal etmedi. Bunun için bütün televizyonlardan canlı olarak yayınlanan bir bağış kampanyası düzenledi ve ağırlıklı olarak devlet kurumlarından topladığı milyarlarca lirayı, hükümetin depremin yaralarını sarmaya muktedir olduğunu, yeterli kaynağa sahip olduğunu ispatlamak için ustaca kullandı.
Deprem bölgesinde atılan her bina temeli hükümet yanlısı kanallar tarafından halka yansıtıldı ve AKP’li belediyeler ile İslami sivil toplum kuruluşları bölgedeki hayat şartlarını iyileştirmek için seferber edildi. Böylece Erdoğan, depremin devasa maliyetlerini gizleyerek kendi iş bitiriciliğini öne çıkardı ve bunu bir seçim kampanyası olarak da kullandı.
Son olarak, muhalefetin belirli bir imaj ile halka yansıtılması için gerekli adımlar atıldı. Kılıçdaroğlu’nun depremin ilk günlerinde benimsediği öfke siyaseti, Erdoğan tarafından “ucuz bir siyasi girişim” olarak yaftalandı ve acılı günlerde siyaset yapmanın ne denli ergence olduğu vurgulandı. Böylece, muhalefetin asıl derdinin depremzedeler değil, başkanlık seçimini kazanmak olduğu halka anlatıldı ve toplum ile muhalefet arasında bir samimiyet krizinin yaşanması amaçlandı.
İktidarın muhalefeti itibarsızlaştırmak için kurguladığı bu söylem, 14 Mayıs’ta yapılan başkanlık seçiminin ilk tur oylamasından sonra muhalif bazı twitter kullanıcılarının deprem bölgesine yaptıkları yardım karşılığında arzu ettikleri kadar fazla oy alamadıkları için isyan etmesiyle daha da toplumsallaştı. Bu tip tepkiler, kutuplaşma atmosferi için bulunmaz birer fırsattır. Zira, karşı tarafın en radikali seçilir ve onun söylemine odaklanılır. Hele ki elinizde devasa bir medya ağı varsa bütün muhaliflerin bu şekilde düşündüğünü kendi tabanınıza inandırabilirsiniz.
Bütün bunlar olurken muhalifler, deprem bölgesindeki insanların büyük bir öfke içinde muhalefete yöneleceklerini ve kararlı şekilde muhalif başkan adayı Kılıçdaroğlu’na oy vereceklerini düşünüyorlardı. Artık halkın sabrının kalmadığına ve deprem ile birlikte yaşadıkları aydınlanmanın onları zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan işçiler gibi davranmaya iteceğine inanan çok sayıda kanaat önderi vardı.
Üstelik Kılıçdaroğlu’nu destekleyen birçok insan, muhalefet içinde olan ancak Kılıçdaroğlu adaylığına mesafeli duran birçok ismi de yeteri kadar öfkeli olmadıkları için eleştirmekten geri durmadılar. Günün sonunda, Erdoğan’ın uyguladığı medya stratejisi öfke ve duygu siyasetini mağlup etmeyi başardı. Depremin, iktidarın ve muhalefetin yeniden tanımlanması ve kimliklendirilmesi süreci başarıyla sonuçlandı. Seçim sonuçları, bunun farkında olan birçok insan için bu yüzden şaşırtıcı olmadı.