[voiserPlayer]
Cinsel sınır mekânlarının analizine odaklanan Mernissi’nin başyapıtı Peçenin Ötesi, çıkış noktasını şu soru ekseninde şekillendirmektedir:
“Bu kadar çok sevdiğim Medine sokaklarında neden rahat rahat dolaşamıyorum? Acaba nasıl oldu da İslam toplumu cinsel mekânı yaratıp ona kadınsı bir cinsel görünüm kazandırdı?”
Peçe’nin Ötesi, Müslüman coğrafyalarda İslam’ın bir cinsel denetim aracı olarak kullanılma biçimini tartışmaya açmaktadır. Kadınların üniversitelere gidebilmesi ve bilgi üzerindeki tekelin zedelenmesi evlilik yaşını yükseltmiştir. Oysaki Müslüman coğrafyada psikolojik ve fizyolojik yeterliliklere sahip olduğu halde cinsel kimlik ve rollerini bertaraf eden eğitimli ve bekar bir kadın, toplumsal fitnenin menbaı konumundadır. Çünkü kızların okula gitmeleri demek sokağa çıkmaları demektir. Sokaklar ise hem halka hem de her iki cinse açık olması nedeniyle baştan çıkarıcı fitne ve günah yuvalarıdır.
Kasım Amin ve Salama Musa gibi ulusun yarısının çalışıp üretiyor olmasını ve önemli bir kısmının üretimden dışlanmasını gerileme ve zayıflamanın temel nedeni olarak görüp klasik İslam ulemasının iddia ettiği üzere kadınların erkeklerle aynı yeterlilik ve zekaya sahip olmaması sebebiyle üretim sürecinde yer almaması gerektiğine yönelik tezleri reddedenler de olmuştur. Kasım Amin bilhassa erkeğin kadından üstün oluşunu çalışma hayatında olması nedeniyle zihnen ve bedenen zorlanmasına bağlamaktadır. Belli başlı fırsatlar tanındığında yetenekli kadınların da ortaya çıkabileceğini öne sürer. Dolayısıyla Amin’e göre bu dışlama durumu İslam’dan değil, Müslüman coğrafyalardaki asırlık törelerden kaynaklanmaktadır.
Mernissi’ye göre ise Müslüman zihnindeki cinsellik ve şeriat arasındaki bağlantı, Müslüman aile yapısının yasal ve ideolojik tarihini şekillendirme esasına dayanmaktadır. Dolayısıyla, mekânda cinsel ayrımın yok olması, kadının İslami ideolojideki konumunu ve erkek egemen evlilik düzenini sarsmaktadır. Kadın, yıkıcı faktör olarak nitelendiğine göre mekânsal olarak sınırlanmalı ve kadının ev dışındaki mekânlara katılımı erkeğin (baba, kardeş, eş) kontrolünde olmalıdır.
Mernissi’nin çalışmasını özgün kılan en önemli etkenlerden biri de İslam ve Hristiyan teolojisinde kadının cinsel konumuna dair yapmış olduğu karşılaştırmadır. Nitekim ona göre Hıristiyan teolojisinde cinsel eşitsizlik, kadının biyolojik ve ontolojik olarak aşağılık olduğu inancından beslenirken; İslam’da ise kadına dair tüm dışlama ve dayatmaların gerekçesini, kadının hakikatte güçlü ve tehlikeli olduğu varsayımı oluşturur. Çokeşlilik, boşanma, cinsel ayrım gibi tüm cinsel kurumlar, kadının mevcut gücünü/zekasını baskı altına alma stratejisi olarak değerlendirilir.
Bu bağlamda Mernissi, Freud ve İmam Gazali üzerinden İslam ve Hristiyan kültüründe kadının etken ve edilgen cinsel kimliğini karşılaştırır ve kadının yoğun bir gözetim ve tecrit altında tutulduğu toplumlarda etkin bir kadın cinselliği egemen iken, kadın ve davranışlarının baskı altında olmadığı toplumlarda ise kadın cinselliğinin edilgen olduğu kanaatine varmaktadır. Nitekim, Amin de cinsler arasındaki ayrımın hakikatte kimi koruduğu sorusundan hareket eder ve bu sorunsalı şu şekilde ifade eder:
“Eğer erkekler, kadınların onlarda bulunan eril çekiciliğe yenik düşmelerinden korkuyorlarsa niçin kendileri kapanmıyorlar? Erkekler günaha direnme güçlerinin kadınlardan daha az mı olduğunu düşündüler? Acaba erkekler kendilerini denetlemekte ve cinsel güdüye karşı koymakta kadınlardan daha mı yetersizdiler? Kadının kapanmadan ortaya çıkmasının men edilmesi, erkeğin açık bir kadınla karşılaştığında kendini kaybedip fitneye düşeceği korkusunun bir ifadesidir. Bu yapılanmanın sonuçları, bize bu konuda kadının erkekten daha donanımlı olduğuna inanıldığını düşündürmektedir.”
Nitekim Gazali ve Freud karşılaştırması eserin bağlamı açısından oldukça işlevseldir. Gazali’nin cinsellik yaklaşımında kadın etken iken Freud’un yaklaşımında ise kadın teslimiyetçi ve edilgendir. Kadınlardaki “keyd” (erkeği entrika ile aldatıp dize getirme gücü) iki farklı yaklaşımın ana damarını teşkil etmektedir. Freud ve Akkad gibiler kadındaki bu gücü, onun aşağılık bir yaratık olarak değerlendirilmesi gerçeğine bağlar. Gazali için ise bu güç, kadının şeytani bir yıkıcılığa sahip olmasından ileri gelmektedir. O halde toplum, kadının var olan bu gücünü baskı altına almak durumundadır.
Kadının edilgen kabul edildiği Freudçu cinsellik kuramında cinsler arasında kutuplaşma hakim iken Gazali her iki cinselliği de katılımcı ve türdeş olarak algılamaktadır. Freud’a göre erkek cinsellik hücresi etkin ve devingen olup kadın hücresini arar. Yumurta ise edilgen ve pasif halde onu bekler. Dolayısıyla kadın cinselliği pasif ve kendini erkeğe teslim eden durağan bir yapıdadır. Oysa Gazali’de erkek ve dişi hücreler birbirinin eşidir ve sperm sözcüğü hem erkek hem de kadın hücresi için kullanılmaktadır. Dolayısıyla Gazali, Freud’un erkek merkezli ve spermin tek belirleyici olduğu cinsellik yaklaşımının aksine, iki cinsin ayrı ayrı katkısı ve karşılıklı rollerinin mevcut olduğu cinsellik kuramına vurgu yapar. Gazali için ne saldırgan vardır ne de kurban. Birbirlerine karşılıklı haz veren iki cins vardır sadece.
Gazali’nin “kadını” karşı konulmaz bir arzuya sahiptir ve erkeğin, kadının bu arzularını tatmin etmek gibi bir toplumsal görevi vardır. Gazali’ye göre toplum düzeni kadının cinsel arzularının tatmin edilmesine bağlıdır. Çünkü kadın çokeşlilik gibi bir imkâna sahip olmayıp kendini kocasıyla sınırlar. Dolayısıyla kadının güçlü cinsel istekleri ve bu isteklerin doyurulmaması Gazali için büyük bir korku ve fitne kaynağıdır. Bu açıdan erkeğin etkin kadının edilgen olduğu Freudçu cinsellik kuramının aksine Gazali, kadın cinselliğinden duyduğu korkunun da etkisiyle, kadının cinsel açıdan tatmin edilmesi gerektiğini yoğun bir şekilde vurgulamakta ve erkekleri bu hususta teşvik etmektedir.
Freud’un “kadını” ise soğuk ve pasiftir. Kadının etkin cinsellikten yoksun olması, onu içe dönük mazoşist bir varlığa dönüştürmekte ve teslimiyetçi bir kimliğe büründürmektedir. Oysa Gazali’nin kadını, erkeğin direncini sarsarak onu edilgen uysal bir varlığa dönüştüren tehlikeli bir cazibeyle donanmıştır. Bilhassa öncesinde cinsel ilişkiyi tatmış olan kadınlar toplum için en tehlikelisidir. Her iki yaklaşımın ortak özelliği Doğu ve Ortaçağ Batı kültüründe kadın algısının toplum için yıkıcı olduğudur ancak Gazali bunun gerekçesini kadının şeytani derecede etkin ve güçlü olmasına bağlarken Freud ise etkin olamamasına bağlamaktadır.
Mernissi’nin ifade ettiği gibi kadın cinselliğinden duyulan korku Müslüman toplum düzeninin temelini oluşturmaktadır. Eğer kadınlar baskı altına alınmazsa erkekler onların cinsel çekimine maruz kalarak zinaya sürüklenecek ve fitne ortaya çıkacaktır. İslam toplumunun kadına karşı geliştirdiği savunma tepkilerinin temelinde, kadın cinsinin baştan çıkarıcılığından duyulan korku yatmaktadır. Nitekim kadın cinselliğinin kontrol altına alınması için tecrit ve simgesel tecrit olarak nitelenen “peçe” geliştirilmiştir. Mernissi’ye göre İslam, kadınlar söz konusu ise bedenin güzelleştirilmesini hoş karşılamamakta, dindar kadının tevazu içerisinde olup dikkat çekici güzelliklerini ve takılarını peçenin ardına saklamasını şart koşmaktadır. Şerefli bir adam ise karısının, kız kardeşlerinin ve kızlarının cinsel davranışlarını denetleyen adamdır. Dolayısıyla Müslüman toplumlarda peçe, mekânın denetiminde ve kadın cinselliğinin kontrolünde başat faktör olup her iki cinsel kimliği sınırlayan bir mekanizma sağlamıştır. Mernissi, “Peçenin Ötesi” adlı eserinde İslam’ın cinsel bir denetim aracı olarak kullanıldığı toplumları Fas özelinde incelemiş, Fas’taki gelin, damat ve kaynana ilişkilerinden de hareket ederek anketler aracılığıyla Müslüman toplumun cinsel ve kültürel dinamiklerini ortaya koymaya çalışmıştır. Peçe, Müslüman toplumlarda erkeği ve toplumu koruma, kadını denetleme ve fitne gücünü zayıflatma isteminin bir dışavurumu olarak telakki edilmiştir.
Fatima Mernissi, Peçenin Ötesi: İslam Toplumunda Kadın Erkek Dinamikleri, çev. Mine Küpçü, Yayınevi Yayıncılık, 1995.
Fotoğraf: Janko Ferlic