İnternet ve Kamusal Alan
Twitter siyasetin en canlı şekilde yaşandığı bir yer. Bu platformun seçmenlerin gerçekliğini yansıttığı argümanı ise her seçim sabahı yeniden yanlışlanan bir tez. Her şeyi yansıtmıyorsa da gerçekliğin önemli bir parçasını yansıttığına ve burada ortaya çıkan tepkilerin devletin ve siyasetin gündemini ciddi bir şekilde belirlediğine defalarca şahit olduk. Ancak yine de bu mecrada ortaya çıkan şeylerin faydasının zararından daha fazla olduğunu sık sık şahit görmek, bizleri Twitter’ın mevcut yapısı üzerine düşünmeye sevk ediyor.
Birinci İletişim Devrimi ve Ulusların Oluşumu
İnternet bildiğimiz dünyayı alt üst eden bir teknoloji. Bu teknolojinin siyasal yapıdaki radikal ürünlerini henüz bütünlüklü olarak görmesek de tıpkı birinci iletişim devriminin ulusları ve ulus devletleri ortaya çıkarması gibi dijital devrimin de kendi siyasi kimliklerini ve politik organizasyonlarını ortaya çıkaracağını düşünüyorum.
Benedict Anderson matbaanın icadı ve özellikle de matbaa kapitalizminin ortaya çıkışıyla ulusların ve ulus devletin ortaya çıkışı arasında bir ilişki olduğunu savunur. Ulus denilen “hayali cemaatlerin” yüz yüze etkileşimle değil, matbaalarda basılan yazılı ürünler yoluyla üretilen ortak kültürel semboller, dil ve tarih anlatılarının bir aidiyet hissi oluşturmasıyla ortaya çıktıklarını iddia eder. Ortak dil ve yazılı medya sayesinde hayali bağlarla birbirlerine bağlanan insanlar zaman içerisinde ulusları ve ulus devletleri oluşturdular.
Birinci iletişim devrimi yarattığı bu radikal dönüşümle hem devletlerin sıradan insana ulaşmasını ve onların hayatları üzerinde iktidar tesisini kolaylaştırmış, hem de sıradan insanların devlete ulaşmalarının zeminini hazırlayarak onların siyasi alanın aktörleri haline gelmesini sağlamıştır.
Bu dönüşüm radyo ve televizyon ile gittikçe hızlandı ve ülkelerin tüm kılcallarının birbirleriyle sürekli etkileşim halinde olduğu organik yapılar oluşturdu. Ancak bu devrimin ulaşabileceği kendi doğal sınırları vardı. En önemli sınırlardan biri konvansiyonel medyanın tek taraflı olmasıdır.
Gazete, radyo, televizyon gibi mecralar sıradan insanları politik yapının parçası haline getirmişse de bu ilişki daima tek yönlü bir ilişkiydi. Bu medya araçlarını elinde tutanların üretici olduğu, geniş halk kitlelerinin ise bu ürünlerin alıcısı olduğu bir akış mevcuttu. Birinci iletişim devrimi, siyasetin saraya ait olduğu dünyayı yıkarak herkesi siyasetin parçası haline getirmiş ve geleneksel hiyerarşileri yıkmıştı. Ancak bu mekanizma da yeni hiyerarşiler üretti.
Bu hiyerarşik ilişki içerisinde medya araçlarını ellerinde tutan devlet ve sermayedarlar en güçlü pozisyonu aldılar. Bu medya araçlarında kitleye hitap ederek onları etkileme gücüne sahip olan gazeteciler, akademisyenler, entelektüeller, siyasetçiler, sanatçılar gibi toplumsal elitler de bu güçten paylarını aldılar. Bu devrimle ortaya çıkan kamusal alan, geniş halk kitlelerinin çok büyük oranda alıcı olduğu bir ilişkilenme modeliydi.
İnternet ve Kamusal Alanın Dönüşümü
İnternet bu yapıyı parçaladı. Özellikle Web2 ile, yani kullanıcı-merkezli web sitelerinin ortaya çıkmasıyla beraber, kamusal alanın bir anda yeni bir şeye dönüşmeye başladığına şahit olduk. Facebook, Twitter, Youtube, Instagram, Tiktok gibi kullanıcı merkezli internetin en önemli temsilcileri konvansiyonel medyadan farklı olarak kullanıcılarına içerik sunmuyorlar. Bunlar kullanıcıların kendi duygularını, düşüncelerini, görsel içeriklerini veya ne isterlerse onu “alıcılara” ulaştırabilecekleri bir pazar (market) sunuyorlar.
Tıpkı klasik bir mahalle pazarı gibi bu web siteleri de üretici ve alıcılara, birbirlerini bulma ihtimalleri çok yüksek bir alışveriş alanı yaratıyor. Bunun karşılığında da pazarın çeşitli yerlerine astıkları reklamlar üzerinden para kazanıyorlar. Ancak bu pazarın ilginç yanı herkesin aynı anda hem üretici hem de alıcı olmasıdır. Tüm kullanıcılar sürekli olarak kendi ürünlerini bu pazarlarda alıcılara sergiliyor ve aynı anda başka üreticilerin ürünlerini tüketiyor.
Sıradan insanları tek taraflı bir iletişim alıcısı olmaktan çıkarıp üreticiye de dönüştüren bu dönüşüm, kaçınılmaz olarak konvansiyonel medyanın yarattığı hiyerarşileri de yıkmaya başladı. Kamusal alanda artık yalnızca gazeteciler, haberciler, entelektüeller, akademisyenler ya da yorumcular etkin değil. Sosyal medyayı kullanan herkes artık bu alanda söz söyleme ve diğer insanları etkileme imkanına sahip. Bu mecra içerisinde başarılı olanlar yani yüksek takipçi sayısına ulaşabilenler ise bu eski elitlerden bile çok daha fazla etki gücüne sahip olabiliyor.
Bu dijital dönüşüm sayesinde sıradan insanların da kamusal alanda söz söyleyebilen aktörlere dönüşmeleri demokrasi açısından olumlu bir şey. Tıpkı matbaanın geniş halk kitlelerini siyasal alana dahil etmesi gibi internet de mevcut sınırları ve hiyerarşileri yıkarak insanları daha güçlü hale getiriyor. Birinci iletişim devriminin yapısı demokrasi için dar sınırlar sunuyordu. İnternet ise herkesin, daha geniş alanlarda “daha eşit” hale gelmesini sağladı.
Geleneksel Hiyerarşilerin Çöküşü ve İnternet
Geleneksel medyanın özellikle de sermeye medyası haline gelmesiyle beraber, toplumsal hiyerarşiler giderek katılaşmış; kamusal alan bu medya araçları içerisinde kendisine yer bulabilen insanların söz söyleyebildiği iktidar alanlarına dönüşmüştü. İnternet ise insanlara kendilerini ifade etme ve bunu diğer insanlara ulaştırabilme gücü verdi.
İnternetin, herkesin kamusal alanın ana aktörleri haline gelmesine imkan tanıması, doğal olarak geleneksel otoritelerin güçlerinin zayıflamasına neden oldu. Sosyal medya haberciliği bildiğimiz habercilik karşısında giderek güç kazanıyor. Bir dönem akademiyi ve medyayı kavuran “fake news” tartışmalarının, geleneksel otoritelerin söz söyleme iktidarlarının ellerinden kaymasına verdikleri tepkiden başka bir şey olmadığı argümanı belli açılardan doğruydu.
Cübbeli Ahmet, Türkiye’de genç dindarların çok ilgi gösterdiği Amerikalı popüler vaiz Numan Ali Khan’a sürekli reddiye yayınlıyor. Şu an ismini hatırlayamadığım fenomen bir hukuk öğrencisi hukuki bir konuyu tartışmak üzere yaşı geçkin bir profesörle yayına çıkabiliyor. İnternet sayesinde her alanda klasik otoriteler güç kaybediyorken yeni iletişim araçlarını daha iyi kullanan isimler otorite haline gelebiliyor. Yeni dindar gençlerin eski tip din adamlarını değil; cool, iyi görünümlü ve onların dertlerini anlayan hocalara ulaşabilmelerini sağlayan ya da bir hukuk öğrencisini, normalde kendisini ciddiye almayacak bir profesörle eşitleyen şey o “yeni hocaların” ya da fenomen öğrencilerin yeni kamusal alanda otorite olmayı başarabilmesi (takipçi kazanması) oldu.
Bunların hepsinin olumlu olduğu da söylenemez tabii ki. Geleneksel otoritelerin, tüm kusurlarıyla beraber, tecrübe-eğitim-bilgi üzerinden yaşadıkları otorite haline gelme süreci bu yeni kamusal alanda farklı işliyor. Ancak hiyerarşilerin yıkılması ve daha eşit bir kamusal alan oluşması her şeye rağmen olumlu bir süreç.
“Twitter’ın neden faydasından çok zararı oluyor” sorusunu bu yazıda çizdiğim altyapı üzerinden yanıtlamak istiyorum. Söyleyeceğim şeyler, “internet hayatlarımızı daha kötü hale getirdi” gibi kestirme ve kısa bir cevap değil. Bir sonraki yazımda tüm devrimci yapısına rağmen sosyal medyaların ve Türkiye özelinde Twitter’ın neden zehirleyici bir mecra haline geldiğini açıklamaya çalışacağım.
Fotoğraflar: Akshar Dave