[voiserPlayer]
Şangay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) 22. Devlet Başkanları Zirvesi 15-16 Eylül 2022’de Özbekistan’ın Semerkant kentinde gerçekleştirildi. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra ilk kez bir araya gelen ŞİÖ liderlerinin tavrı merak konusuydu. Putin hem Modi’den hem de Jinping’den uyarılar aldı ve diğer devlet başkanları tarafından toplantı öncesinde bekletildi. Zirveye katılım oldukça yoğundu; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan zirveye katılan ilk NATO üyesi ülke lideri oldu. Bir süredir Batı ittifakı ile arasına mesafe koyan Türkiye’nin ŞİÖ ile ilişkisi ne yönde evrilebilir ve bu Türkiye’nin geleceğine nasıl etki eder, herkes bunu merak ediyor.
Şangay İşbirliği Örgütü: Askeri İttifak Mı?
SSCB’nin dağılmasından sonra zorunlu olarak yan yana gelen Rusya ve Çin, 1996 yılında yanlarına Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ı da alarak Şangay Beşlisi adıyla örgütün ilk adımını attı. 2001 yılında Özbekistan da örgüte katılınca örgütün ismi Şangay İşbirliği Örgütü oldu. 2017 yılında Hindistan ve Pakistan da son üyeler olurken 2023’te de İran yeni üye olacak.
Üyelik dışında bir de gözlemcilik ve diyalog partnerliği statüleri bulunuyor. Bugün İran, Moğolistan, Afganistan ve Belarus gözlemci statüsünde iken Sri Lanka, Türkiye, Kamboçya, Azerbaycan, Ermenistan, Nepal, Mısır ve Katar diyalog partneri statüsüne sahip. Türkiye, 2011 yılında yaptığı başvuru sonucunda 2013 yılında diyalog partneri olarak kabul edildi ve bu tarihten beri örgütün faaliyetlerine katılıyor.
Örgüt kendisini terörle mücadele ve askeri işbirliği gibi konularda öne çıkarıyor. Bunun yanında bağlayıcı bir anlaşma veya askeri müttefiklik söz konusu değil. Peki öyleyse neden bu kadar gürültü koparıyor? Cevabı aslında NATO karşısına çıkabilecek potansiyel bir güç olmasından kaynaklanıyor. Örgütün iki ana motoru Rusya ve Çin bugün Batı’nın en büyük tehlike olarak gördüğü iki güç. Bu ülkelerin, yanlarına Batı’ya yakın durmayan Asya ülkelerini de alarak aynı fotoğrafta yer alması, bugün değilse de gelecekteki askeri ittifakların yolunu açabilir.
Şangay İşbirliği Örgütü’ne üye ve diğer statüdeki ülkelerin ortak özelliği, Batı’nın politikalarından bağımsız hareket etmek istemeleri. Üye ve gözlemcilerin büyük çoğunluğu demokrasi değiller, insan hakları sıralamalarında alt sıradalar ve büyük çoğunluğunun ekonomik zenginliği yeraltı kaynaklarına dayanıyor. Bundan ayrılan ülkeler de elbette var. Örneğin, Hindistan veya Ermenistan bu kategorilere girmiyor. Bundan dolayı da ŞİÖ’nün ortak bir siyasi değer üretme ya da bir değer savunusu yapma iddiası yok. Yapmaya çalışsa da başarılı olma şansı düşük. Bugün için Batı’ya mesafeli duran bir Asya örgütlenmesi olarak gelecekte olası bir Batı ve Rusya/Çin arasındaki bir çatışma için örgütsel bir altyapı hazırlamaktan öte bir fonksiyonu yok.
Türkiye ve Şangay İşbirliği Örgütü
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2012’de ilk olarak yaptığı ve latife olarak adlandırdığı “Hadi gelin bizi Şangay Beşlisi’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden geçirelim” açıklamasının ardından Türkiye ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ilişkisi başladı. Pek çok yorumcu o dönem bunun AB ile bozulan ilişkilere bir denge unsuru olarak öne çıkarıldığını söylüyordu. Ancak yıllar geçtikçe Türkiye, demokrasi ve hukuk devleti anlamında, ortalama bir ŞİÖ üyesinden bile geriye düşerek değer yelpazesinde ŞİÖ seviyesine gelmişti bile.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB üyeliği hedefiyle başlayan iktidar yolculuğu giderek antidemokratik, insan haklarını ayaklar altına alan, hukuk devletini dışlayan ve seçimlerinin bile şaibeli hale geldiği bir ülkeye dönüştü. Bu dönüşüm sürecinde Batı ile ilişkiler pek çok kez gerildi ve bu iki süreç birbirini besledi. Bugün Erdoğan, hemen her uluslararası konuşmasında Batı eleştirisini asla es geçmiyor. Batı’da da Erdoğan istenmeyen ama mecburen ilişki kurulmak zorunda olunan bir lider. Özellikle son Ukrayna krizinde Türkiye’nin “tuhaf” diplomatik pozisyonu karşısında Batılılar, uluslararası arenada “Türkiye’yi kaybetmemek için onu serbest bırakma” politikasını benimsemiş durumda.
Aslında Türkiye, kendi tarihinde NATO’ya girdikten sonra bile zaman zaman özerklik veya çok boyutluluk arayışı içinde oldu. İçinde bulunduğu coğrafya Asya ve Orta Doğu ülkeleriyle ilişki içine girmesini zorunlu kılıyordu. Bir Atlantik ülkesi olmayan Türkiye, Atlantik Paktı’nın gerekliliklerini yerine getirmekle birlikte, içinde bulunduğu koşulların da dayatmasıyla bir takım ilişki ağlarını kurma ve diyalog kanallarını açık tutma ihtiyacı hissetti. Ancak Soğuk Savaş döneminde sosyalist blokun dünyaya ve insanlığa karşı bir ideali vardı ve bu davayı güdüyordu. ŞİÖ’nün dünyaya anlatabileceği bir ideoloji ya da davası yok. ŞİÖ liderlerinin tek politik hedefleri kendi koltuklarını korumak.
Türkiye’nin Geleceği ŞİÖ’de Mi?
Türkiye’nin bir takım dış politika açılımları yapması şaşılacak bir durum değil. Ancak geçmişteki açılımlar hiçbir zaman kendi siyasi sistemini ya da bağlı olduğu ittifakları tehdit edecek düzeye gelmemişti. Bu açılım ihtiyacı nereden geliyor? Her şeyden önce ŞİÖ, Erdoğan’ın defalarca dile getirdiği gibi AB’nin değil NATO’nun muadili olabilir. Bu durumda NATO, Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarını yerine getiremiyor mu? Bunun cevabı kocaman bir hayır. Türkiye’nin NATO nezdinde bir takım güvenlik kaygıları ve sorunları olabilir. Ancak bunu yine NATO içindeki aygıtlar kullanarak çözebilir, başka bir güvenlik paktına yanaşarak değil.
Türkiye’nin ŞİÖ ile ilişkisi şüphesiz reel güvenlik sorunlarından çok ideolojik ve yönetimsel eğilimler tarafından belirleniyor. Semerkant zirvesinden gelen karelere göre Erdoğan oldukça mutlu görünüyordu. ŞİÖ liderleriyle çok samimi ve yakın görüntüler verdi. Her NATO zirvesinde bir çatlak çıkaran Erdoğan, ŞİÖ zirvesinde olumsuz olarak nitelenebilecek hiçbir kelimeye izin vermedi. Öyle ya, zirvede kimse Erdoğan’a insan hakları ihlallerini sormadı, antidemokratik uygulamalarla ilgili endişelerini dile getirmedi. Erdoğan çok rahat bir zirve geçirdi. Dönüşte de ŞİÖ üyeliğini hedeflediklerini açıkladı.
Türkiye’nin ŞİÖ yönelimi ancak hükümetin ülkeyi taşımak istediği istikamet ile açıklanabilir. Türkiye, bir tek kişinin her konuda söz sahibi olduğu bir Orta Asya ülkesi gibi yönetilmek isteniyor. Bu rejimi finanse edecek doğal kaynaklara sahip olmasa da pek çok bedel ödeyerek ülkenin ucuz gayrimenkulünü, ucuz ve yetişmiş işgücünü ve Cumhuriyet’in kurumsal birikimlerini adeta bir doğal kaynak gibi satışa çıkararak bu ekonomik model üzerine bir rejim inşa ediyor.
Peki tüm parametreler düşünüldüğünde bunu ne kadar gerçekleştirebilir? Türkiye, ihracatının yarısını AB ülkelerine yapıyor. En çok doğrudan yabancı sermaye yatırımı yine AB ülkelerinden geliyor. Ülkenin güvenliği NATO şemsiyesi altında. İnsanlarının çoğu çocuklarının bir Batı ülkesinde eğitim görmesini tercih ediyor. Siyasi rejimi de ne kadar saldırıya uğrarsa uğrasın görünürde bir demokrasi. Yani Türkiye kendisini bir ŞİÖ ülkesi olarak konumlandırmaya çalıştığında önünde çok sayıda maddi engel var. Ancak bir tek kişinin hırsları ve onun siyasi yolu engellenemezse pek çok bedel ödeyerek bu yolda ülkeyi yürütmeye devam istediği açık.
Bu bedel ekonomik ve sosyal olmaktan çoktan çıktı. Ekonomik kriz içerisinde insanların hayat tarzlarını değiştirmek zorunda kaldığı ve legal/illegal yollardan Batı ülkelerine göç etmeye çalıştığı bir ortamda ödenecek bir sonraki bedel ancak güvenlik olabilir. NATO üyeliğinden çıkmak konusu Türkiye’de pek dile getirilmiyor, en azından Batılılar kadar. Ancak Türkiye, bu kırılma anına doğru hızla ilerliyor. NATO şemsiyesinden çıkmış bir Türkiye’nin toprak bütünlüğü, Rusya ve Çin devlet başkanlarının yapacağı bir zirvenin konu başlığı haline gelir.
Türkiye bugün, özellikle Ukrayna’nın işgalinin ardından pek dokunulmayan bir konumda yer alıyor. Ancak aynı Rusya gibi bir hata yaptığı takdirde dönülmez bir yola girebilir: örneğin Yunanistan’a saldırmak gibi. Böyle bir senaryoda Türkiye asla bir dış yardım ve destek alamayacak ve Rusya’nın düştüğü duruma düşecektir.
Türkiye’nin geleceğinin güvenliği, 1952 yılından beri olduğu gibi NATO şemsiyesi altında olmaktır. NATO ülkeleri bugün dünyadaki demokratik ve insani değerlerin taşıyıcılarıdır. Türkiye de kendisini bu değerlere ulaşmak hedefiyle bağlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da çok ufak bir azınlık dışında yüzlerini Batı’ya dönmüştür. ŞİÖ ülkeleri arasında yaşamak isteyen çok azdır. Türkiye bir an önce içinde bulunduğu müttefiklik bağlarına geri dönmeli ve güçlendirmelidir. Zira, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün peşine takılmış bir Türkiye’nin devlet güvenliği ve toprak bütünlüğü tehlike altındadır.
Fotoğraf: Edward He