Daktilo 1984Daktilo 1984
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • E-Bültene Abone Ol
    Facebook Twitter Instagram Telegram
    Twitter Facebook YouTube Instagram WhatsApp
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Destek Ol Abone Ol
    • İZLE
      • Çavuşesku’nun Termometresi
      • Varsayılan Ekonomi
      • 2’li Görüş
      • İki Savaş Bir Yazar
      • Yakın Tarih
      • Mayhoş Muhabbetler
      • Tümünü Gör
    • OKU
      • Yazılar
      • Röportajlar
      • Çeviriler
      • Asterisk2050
      • Yazarlar
    • DİNLE
      • Çerçeve
      • Zedcast
      • Tuhaf Zamanların İzinde
      • SenSensizsin
      • Tümünü Gör
    • D84 FYI
      • Hariçten Gazel
      • Avrupa Gündemi
      • ABD Gündemi
      • Altüst
    • D84 INTELLIGENCE
      • Kitap Yorum
      • Göç Sorunu
      • Başkanlık Sistemi Projesi
      • Devlet Kapasitesi Liberteryenizmi
      • Herkes için Siyaset Bilimi
      • Yapay Zeka
    Daktilo 1984Daktilo 1984
    Anasayfa » Türkiye ve İran’da Modernleşme ve “Devlet Geleneği”
    Yazılar

    Türkiye ve İran’da Modernleşme ve “Devlet Geleneği”

    Emrah Gülsunar22 Ocak 20206 dk Okuma Süresi
    Paylaş
    Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp

    [voiserPlayer]

    Türkiye ve İran birbirine birçok yönden benzeyen iki ülke. İlk etapta bunu iddia etmek biraz zor gözükebilir çünkü her şeyden önce İran’da teokratik, yani din adamları sınıfının temel karar alıcı pozisyonunda olduğu, bir siyasal rejim var. Bu rejim oldukça otoriter, baskıcı ve toplumsal açıdan muhafazakar ve bu günlerde bu yüzünü uluslararası kamuoyuna bir kez daha gösteriyor. Bu yüzden özellikle Türkiye’deki laik kesimin böyle bir benzetmeden hoşnut olmayacağını tahmin etmek zor değil.

    Ne var ki, toplumsal yaşamın bir yönünü oluşturan siyasal rejimin dışına çıkıp başka özelliklere odaklandığımızda aslında iki ülke arasında önemli benzerlikler karşımıza çıkar. Elbette her ülke son tahlilde şahsına münhasırdır ve ülkeler arası benzerliklerin sınırlılıkları vardır. Ancak, tüm dünyadaki ülkelerin birbirine benzerlik ve farklılıklarını düşündüğümüzde, Türkiye ve İran arasında diğer ülkelere kıyasla önemli bazı benzerlikler olduğu iddia edilebilir.

    Öncelikle iki ülkenin, 80 milyon civarı olan nüfusları birbirine çok yakın. İran’da yaygın mezhep Şiilik, Türkiye’de Sünnilik olsa da kültürel olarak iki ülkede dominant din İslam. Coğrafi olarak iki ülke birbirlerine komşular. İran’ın zenginliği büyük ölçüde petrol ve doğalgaz yataklarından gelse de insani gelişmişlik ve ekonomik kalkınmışlık seviyeleri iki ülkede de aşağı yukarı aynı. Bu tür genel düzeydeki benzerlikler daha da çoğaltılabilir.

    İmparatorluk Mirası ve “Devlet Geleneği”

    Siyasal açıdan baktığımızda, Türkiye’nin laik ve halen kısmen demokratik bir ülke olmasıyla ilişkili olarak, ortada önemli bir farklılık olmakla beraber, aslında meseleyi tarihsel olarak ele aldığımızda devlet-toplum ilişkilerine dair önemli benzerlikler karşımıza çıkar. Bunların başında, her iki ülkenin de imparatorluk mirasçısı olması gelir. İmparatorluk mirası, bu ülkelerin siyasetlerinin bugünkü dinamiklerini dahi etkilemektedir.

    Türkiye ve İran’ın mirasçısı oldukları Osmanlı ve Safevi imparatorlukları, 16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadarki süreçte, askeri teknolojinin, özellikle de tüfek ve topun gücünü kullanarak, güçlü merkezi ordular kurmuş ve bu ordular sayesinde de güçlü merkezi devlet yönetimleri inşa etmişlerdir. Aslında bu durum sadece bu iki imparatorluğa özgü değildir. Bu dönemde Asya’nın diğer bir önemli İslam ülkesi olan Babür İmparatorluğu ve hatta, kendi özgüllükleriyle, Rus, Çin ve Japon imparatorluklarında da benzer yapıda siyasal sistemlerin varlığından söz edebiliriz.

    Erken modern dönemde Avrupa’daki durum ise farklıdır. Ateşli silahlara dayalı “askeri devrim” elbette Avrupa’daki merkezi krallıkların da elini güçlendirmiş olsa da bu ülkelerde krallar güçlerini önce toprak sahibi aristokrat sınıfla sonra da tüccar sınıfıyla çeşitli biçimlerde hep paylaşmak zorunda kalmıştır. Bu durum, Avrupa toplumlarında süregiden bir güç dengesi, çatışma ve uzlaşma pratiğini beraberinde getirmiş ve sonradan bu pratikler kurumsallaşarak bugünkü parlamento ve sivil toplumu barındıran demokratik siyasal sistemlere evrilmişlerdir.

    Osmanlı ve Safevi gibi İslami Asya imparatorluklarında ise, güç merkezde toplandığı ve topluma yayılmadığı için merkezi devletin belirleyiciliği, toplumun görece tamamını kapsayan bir çatışma, müzakere ve uzlaşma geleneğinin önünü tıkamıştır. Böylece bu ülkelerde, karşılaşılan problem her ne ise, toplumsal herhangi bir yapının inisiyatifine bırakılmaksızın, onun merkezi devlet tarafından çözülmesi geleneği yerleşmiştir. Kimi siyaset bilimciler, Avrupalı toplumlarda demokrasi ve sivil toplum gelişirken, Orta Doğu ve Asya toplumlarında gelişmemesini bu durumla ilişkilendirmişlerdir[1].

    Türkiye ve İran gibi ülkelerde “devlet geleneği” denilen aslında bu bahsettiğimiz durumdur. Yani devletin, erken modern dönemden itibaren toplumsal yaşamda baskın bir rol oynaması, esas karar alıcı pozisyonunda olması ve aynı zamanda başta ordu olmak üzere devletin belirli kurumlarının yüzyıllar süren bir dönemde belirli bir devamlılık taşıması; bu uzun süreç içerisinde de büyük toplumsal dönüşümler yaşansa bile devletin “özünün” değişmemesi.

    Bu durum, 18. yüzyılın sonlarından itibaren Batı’nın Endüstri Devrimi ile diğer medeniyetlerle olan gelişmişlik farkını ciddi oranda açması ve geri kalan Asya toplumlarının kendi içinde modernleşme atılımları yapmaya çalışarak arayı kapatma çabalarında da değişmemiştir. Türkiye’de de İran’da da, 19. yüzyıldan itibaren modernleşmenin öncü kadroları, tesadüfi olmayan bir şekilde, devlet içerisindeki üst düzey bürokratlar ve askerler olmuştur. Bu noktada, 1921’de bir darbeyle İran’da Kaçar Hanedanı’na son veren ve sonradan kendini şah ilan eden, sonrasında da tıpkı aynı dönemde Türkiye’de olduğu gibi tepeden ve hızlı bir modernleşme hareketi başlatan Rıza Pehlevi’nin, Mustafa Kemal gibi bir general olması tesadüf değildir. Bir fark, Rıza Pehlevi’nin aksine Mustafa Kemal, kendinden önceki hanedanı yıktıktan sonra kendisi için bir hanedan kurmaya çalışmamıştır.

    Devlet, Ulema ve Ordu

    İki ülke arasında, ayrıntıda ortaya çıkan diğer bir fark Ulema, yani din adamları sınıfının modernleşme sürecindeki pozisyonudur. Osmanlı, III. Selim döneminde (1789-1807) Ulema’nın reformları önleyici bir unsur olmasından alınan derslerden sonra, II. Mahmut (1808 – 1839) ve Tanzimat (1839 – 1876) dönemlerinde bu zümrenin gücünü önemli ölçüde kırmış, onları başta finansal kaynaklarından mahrum etmek suretiyle siyasal bir güç olmaktan çıkarmıştır.  İran’da ise bu başarılamamıştır. Kaçar dönemi İran’ında 48 yıl hüküm süren Nasıreddin Şah (1848-1896), Osmanlı’nın yaptığına benzer şekilde Ulema sınıfı üzerinde merkezi bir denetim kurmayı denemiş ancak başaramamıştır. Ulema sınıfı İran’da 20. yüzyılda da gücünü bir şekilde sürdürmüş ve örneğin din adamları Pehlevi rejiminin tepeden modernist reformlarının en önde gelen muhalifleri olmuşlardır.

    Bu noktada, Türkiye’deki tepeden, sekülerist ve modernist reformlara, toplum düzeyinde özellikle tarikatlardan belirli düzeyde tepkiler gelse de bu tepkilerin son tahlilde sınırlı kalmasının en önemli nedenlerinden bir tanesinin Ulema sınıfının çoktan devlet denetimi altına alınmış olması olduğunu söylemek yanlış olmaz. İran’da ise bu yapılamadığı için, Pehlevi rejiminin modernist reformları, baskıcı ve otoriter yönetimle de birleşince sonuç din adamlarının öncülük ettiği ayaklanmalar ve sonrasında siyasal iktidarı ele geçirdiği 1979 İslam Devrimi olmuştur.

    İran’da İslami Devrim’den sonra siyasal ve toplumsal yaşam çok radikal bir değişiklik geçirmesine rağmen, aslında süreklilik taşımaya devam eden bir unsur, devletin İran toplumundaki merkeziliğidir. İslami rejim de zaten bu “merkez”in yönetici sınıf olan mollalar tarafından asla elden bırakılmaması üzerine kurgulanmıştır. Toplumların evriminde, devrim ve radikal reformlarla beraber çok şey değişse bile, aslında uzun erimli ve tarihsel olarak bakıldığında bazı şeylerin değişmeden devam ettiğini gözlemlemek, Alexis de Tocqueville’in “Eski Rejim ve Devrim” kitabında Fransa ve Fransız Devrimi özelinde gözlemlediği, ilginç bir husus olarak karşımıza çıkar.

    Aslında İran’daki merkezi devletin, devlet içi bir zümre tarafından ele geçirilmesi durumunun bir noktaya kadar Türkiye’de de olageldiğini söylemek mümkündür. Türkiye’de de neredeyse kendi başına bir sınıf olduğunu iddia edebileceğimiz Ordu’nun, İran’daki din adamları sınıfından farklı, modernist ve laik, bir siyasal kimlikle olmakla birlikte, İran’daki molla sınıfına benzer bir konum ve işlevde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Diğer bir deyişle, imparatorluk mirasçısı bu iki ülkede de devletin merkeziliği ve sivil toplumun baskılanması değişmemiş, değişen ise devleti ele geçiren zümre (birinde Ordu diğerinde Ulema) ve onun siyasal kimliği ve ideolojisi olmuştur.

    Tabii Türkiye, 1950’den sonra, Ordu’nun temel meselelerdeki belirleyiciliği değişmeksizin, İran’ın tersine görece demokratik bir siyasal sisteme sahip olabilmiştir ve bu önemli bir farktır. Ayrıca AKP’nin 2010’lu yıllarından itibaren Türkiye’de Ordu’nun belirleyicilik gücü de ciddi oranda azalmış, yerini Erdoğan’ın otoriter popülist yönetimine bırakmıştır.

    Fotoğraf: mostafa meraji


    [1] Örneğin, Blaydes, Lisa and Chaney, Eric (2013). “The Feudal Revolution and Europe’s Rise: Political Divergence of the Christian West and the Muslim World before 1500 CE”, American Political Science Review, 107 (1): 16–34

    Dünya Siyaset
    Paylaş Twitter Facebook LinkedIn Email WhatsApp
    Önceki İçerikAli T. Akarca: Pastanın Küçülmesi Ekonomik Popülizme Zemin Hazırlıyor
    Sonraki İçerik Üretimin Tarihi | Türkiye vs. Güney Kore #9

    Diğer İçerikler

    Yazılar

    AKP’nin Yeni Anayasasında Meşruiyetin Sınırlarını Genişletmek

    27 Haziran 2025 Armağan Öztürk
    Yazılar

    Türkiye’deki Basın Meslek Örgütleri ve STK’lar: Sorunlar ve Çözüm Yolları

    27 Haziran 2025 Gökhan Korkmaz
    D84 INTELLIGENCE

    Free Press in Peril: The New American Media Landscape

    26 Haziran 2025 Allie Stevens

    Yorumlar kapalı.

    Güncel İçerikler

    AKP’nin Yeni Anayasasında Meşruiyetin Sınırlarını Genişletmek

    27 Haziran 2025 Yazılar Armağan Öztürk

    Türkiye’deki Basın Meslek Örgütleri ve STK’lar: Sorunlar ve Çözüm Yolları

    27 Haziran 2025 Yazılar Gökhan Korkmaz

    Free Press in Peril: The New American Media Landscape

    26 Haziran 2025 D84 INTELLIGENCE Allie Stevens

    Dünya Gündemi: Dört Soruda İsrail-İran Çatışması

    24 Haziran 2025 Bültenler Bahadır Çelebi

    E-Bültene Abone Olun

    Güncel içeriklerden ilk siz haberdar olun




    Archives

    • Haziran 2025
    • Mayıs 2025
    • Nisan 2025
    • Mart 2025
    • Şubat 2025
    • Ocak 2025
    • Aralık 2024
    • Kasım 2024
    • Ekim 2024
    • Eylül 2024
    • Ağustos 2024
    • Temmuz 2024
    • Haziran 2024
    • Mayıs 2024
    • Nisan 2024
    • Mart 2024
    • Şubat 2024
    • Ocak 2024
    • Aralık 2023
    • Kasım 2023
    • Ekim 2023
    • Eylül 2023
    • Ağustos 2023
    • Temmuz 2023
    • Haziran 2023
    • Mayıs 2023
    • Nisan 2023
    • Mart 2023
    • Şubat 2023
    • Ocak 2023
    • Aralık 2022
    • Kasım 2022
    • Ekim 2022
    • Eylül 2022
    • Ağustos 2022
    • Temmuz 2022
    • Haziran 2022
    • Mayıs 2022
    • Nisan 2022
    • Mart 2022
    • Şubat 2022
    • Ocak 2022
    • Aralık 2021
    • Kasım 2021
    • Ekim 2021
    • Eylül 2021
    • Ağustos 2021
    • Temmuz 2021
    • Haziran 2021
    • Mayıs 2021
    • Nisan 2021
    • Mart 2021
    • Şubat 2021
    • Ocak 2021
    • Aralık 2020
    • Kasım 2020
    • Ekim 2020
    • Eylül 2020
    • Ağustos 2020
    • Temmuz 2020
    • Haziran 2020
    • Mayıs 2020
    • Nisan 2020
    • Mart 2020
    • Şubat 2020
    • Ocak 2020
    • Aralık 2019
    • Kasım 2019
    • Ekim 2019
    • Eylül 2019
    • Ağustos 2019
    • Temmuz 2019
    • Haziran 2019
    • Mayıs 2019
    • Nisan 2019
    • Mart 2019

    Categories

    • Asterisk2050
    • Bültenler
    • Çeviriler
    • D84 INTELLIGENCE
    • EN
    • Forum
    • Özetler
    • Podcast
    • Röportajlar
    • Uncategorized
    • Videolar
    • Yazılar
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    İçerik
    • Yazılar
    • Podcast
    • Forum
    • Röportajlar
    • Çeviriler
    • Özetler
    • Bültenler
    • D84 INTELLIGENCE
    Konular
    • Siyaset
    • Ekonomi
    • Dünya
    • Tarih
    • Kültür Sanat
    • Spor
    • Rapor
    • Gezi
    Sosyal Medya
    • Twitter
    • Facebook
    • Instagram
    • Youtube
    • LinkedIn
    • Apple Podcast
    • Spotify Podcast
    • Whatsapp Kanalı
    Kurumsal
    • Anasayfa
    • Hakkımızda
    • İletişim
    • Yazarlar
    • İçerik Sağlayıcılar
    • Yayın İlkeleri ve Yazım Kuralları
    © 2025 DAKTİLO1984
    • KVKK Politikası
    • Çerez Politikası
    • Aydınlatma Metni
    • Açık Rıza Beyanı

    Arama kelimesini girin ve Enter'a tıklayın. İptal etmek için Esc'ye tıklayın.

    Çerezler

    Sitemizde mevzuata uygun şekilde çerez kullanılmaktadır.

    Fonksiyonel Her zaman aktif
    Sitenin çalışması için ihtiyaç duyulan çerezlerdir
    Preferences
    The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
    İstatistik
    Daha iyi bir kullanıcı deneyimi sağlamak için kullanılan çerezlerdir The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
    Pazarlama
    Size daha uygun içeriklerin iletilmesi için kullanılan çerezlerdir
    Seçenekleri yönet Hizmetleri yönetin {vendor_count} satıcılarını yönetin Bu amaçlar hakkında daha fazla bilgi edinin
    Seçenekler
    {title} {title} {title}