[voiserPlayer]
Başlığın yanıltıcı olabileceği ihtimaline karşı bir ikazla başlamakta fayda var: Bu yazının, yüksek olasılıkla gülünç ve grotesk bir anlatıyla sonuçlanacak olan hiçbir “basitleştirme” iddiası yoktur. Belki olabildiğince kısa bir “Giriş” olmayı deneyecek, o kadar. Hegel’in Mantık Biliminin içeriği, formu ve gayesi açısından felsefi düşünce tarihinde biricik bir konuma sahip olduğu söylenebilir. Her şeyden evvel onun, sözcüğün alışılagelen anlamında Mantık ile ilgisinin oldukça sınırlı olduğunu söylemek gerekiyor. Çünkü mantığın standart anlamının aksine, Hegel mantığının gördüğü iş, argümantasyon kuralları belirlemek ve böylelikle düşüncelere içinde işleyebilecekleri formel bir kalıp sunup onları düzene koymak değildir; aksine, düşüncenin kendinde ne olduğunu ortaya koymaktır.
Dolayısıyla Hegel’in Mantık Bilimi, bir bilim olmakla birlikte, yapısı itibarıyla -ve ona göre- biricik bir bilimdir. Diğer bilimler içeriklerinde mutlak bir başlangıç yapamayıp, aksiyomlara, bu aksiyomlara dayanarak geliştirilen kavramsal düzenlemelere dayanmaları gerekirken ve bu açıdan onlarda yöntem ve içerik ayrı ayrı ele alınabilirken, Mantık Bilimi’nde durum bütünüyle farklıdır. Zira diğer bilimlerin konuları, araştırma yöntemlerinin dışındadır. Mantık Bilimi’nde araştıran da, araştırılan da düşüncedir; ya da başka bir deyişle düşünce hem konu hem de yöntemdir. Hegel’e göre Mantık bu yapısından ötürü, diğer bilimlerin aksine hiçbir varsayımda bulunamaz ve refleksiyona dair hiçbir formel yasa ya da biçimsel düzenlemeye dayanamaz, çünkü bunlar bizatihi onun içeriğini oluşturmaktadır.[1]
Kant’ta, çıkarım yapma ve karmaşık bilgi makinesinin farklı bölümlerini birbirine bağlama yetisi olarak akıl, her zaman “ilk nedenleri”, “zamanda başlangıcı” ya da kavramsal zeminde “ilk öncülleri” aramak noktasında içsel bir itkiye sahiptir. Bu itki, onun kendisinin en temel kategorilerini belirlemesini sağlayan analitik işleyişinde açığa çıktığı gibi, aynı zamanda -Kant’a göre- onu olağan sınırlarının ötesine geçirip, birbirine tamamen karşıt olan ama her ikisi de uygun biçimde temellendirilebilen savlar ortaya koymasına da neden olmaktadır. Bir başka deyişle, aklın analitik işleyişi, nihai aşamada antinomilere varmaktadır. Burada dikkatle bakıldığı takdirde görülecek olan husus, aklın işleyiş biçimiyle “başlangıç yapma” düşüncesinin arasındaki içsel bağdır. Ortada düşüncenin nesnesi olan bir konu varsa, muhakkak bir yerden ele alınmaya başlanacaktır; bu konunun bir başı ve sonu, içerdiği kısımların birbiriyle karşılıklı bir bağıntısı ve bir gerekçelendirme düzeni olacak, kısacası, analitik biçimde ele alınacaktır. Peki, konu kendisinin konusuysa böyle bir ele alınış nasıl olacaktır? Diğer bir deyişle, hem içerik hem biçim, hem konu hem de yöntem olarak düşünce, kendi kendisine nasıl başlayacaktır? Açıktır ki Hegel’in mantığı bir başlangıçsızlığı imlemekte ve kendi dışında bir alan bırakmamaktadır. Böylelikle bu mantığın dile getirilişi alışıldık bir biçimde yapılamayacaktır:
“…Mantığın ne olduğu buna göre önceden bildirilemez, tersine bu bilgi ancak bütün işleyişin sonunda nihai bir sonuç olarak ortaya çıkar. Benzer biçimde, nesnesi, düşünme ya da daha belirli olarak kavramsal düşünme, özsel olarak onun içerisinde ele alınır; onun kavramı kendinde kendi sürecini üretir ve bu nedenle üzerinde önceden konuşulamaz.”[2]
Bu ifadeler başlangıç düşüncesinin kendisini bir sorun olarak ele almayı gerektirse de, vurgulanması gereken mantığın nasıl işlediği ve aklın Mantık Bilimi’ndeki hareketinin nasıl bir hareket olduğudur. Hegel’in bakış açısından, Kant’ın düşüncenin başlıca kategorilerini tanımlama işlemi tamamen yersiz bir varsayım olan düşüncenin özünde bir yargı edimi olduğu varsayımına dayanmaktadır. Biz bu türden çeşitli yargılara klasik mantıktan zaten aşinayızdır. Kant’ın ortaya koyduğu biçimiyle kategoriler, yargı edimi tarafından belirlenmektedir. Hegel açısından ise burada esaslı bir problem vardır: Düşüncenin temelde neden yargı edimi olduğu ya da gerçekten öyle olup olmadığı araştırılmamakta ve bu bakımdan hakikatin (wahrheit) yargı formunda ortaya konulup konulamayacağı da bir problem olarak Kant ve onun gibi düşünenler tarafıdan es geçilmektedir.[3]
Hegel için düşünce temelde bir yargı edimi değildir, bilakis, yargı formu düşüncenin bir kipi olarak onun bütününü ifade etmemektedir. Mantık Bilimi’nde düşünce yargı formunda hareket etmemektedir ve başlangıçsızlığı ortaya çıkaran da düşüncenin (ya da aklın) bu hareket biçimidir. Gelgelelim, yine de bu ifade edilenler Hegel’in yargı formunu bütünüyle geçersiz kabul edip bir kenara koyduğu anlamına da gelmemektedir. Yargı formu bir evre olarak düşüncenin hareketinde içerilmektedir. Hegel Mantık Bilimi’nde düşüncenin nasıl hareket ettiğini şöyle ifade etmektedir:
“Mantık, saf anlayış gücünün (verstand) ve aklın kendine özgü belirlenimlerinin ve yasalarının bilimidir. Bu bakımdan onun üç yönü vardır: 1) Soyut ya da diyalektik olmayan, 2) Diyalektik ya da olumsuz akılsal, 3) Spekülatif ya da olumlu akılsal. Diyalektik olmayan yönü, katı belirlilikleri ve birbirlerinden ayrılıkları içinde kavramlarda durup kalır; diyalektik yönü, onları geçiş ve çözülüşleri içinde gösterir; spekülatif ya da akılsal yönü, karşıtlık içindeki birliklerini ya da geçiş ve çözülüşteki olumlu olanı kavrar.”[4]
Hegel’in ortaya koyduğu bu üç yön açısından, Kant’ta düşüncenin işleyişinin diyalektik olmayan-soyut (ya da analitik) bir biçimde gerçekleştiği açıktır. Düşünce -Hegel’in tabiriyle- katı belirlilikleri ve birbirlerinden ayrılıkları içindeki kavramlarla hareket ettiğinde, aslında klasik mantıktan aşina olduğumuz özdeşlik ve üçüncü halin olmazlığı yasaları devrededir: Bir kavram kendisi olarak bir şeyi ifade ederken başka bir şeyi ifade etmemektedir. Kavramların birbirleri arasındaki mümkün tek ilişki biçimi, her birinin kendisi olması bakımından diğerlerinden ayrı oluşudur. Düşünce bu şekilde hareket ettiğinde varlık varlıktır, hiçlik hiçliktir; iki kavramın arasındaki ilişki biçimi açıkça dışlayıcı bir yapıdadır. İnsan hayatının gündelik işleyişi ve sonlu şeylerin düzeni içinde zaruri ve işlevsel olan anlayış gücü (verstand) ve onun yargı formunda çalışması durumu, söz konusu olan en temel kavramlar ve onların ontolojik statüleri olduğunda, az önce bahsedilen sebeplerden ötürü antinomilerin içine düşmektedir. Oysa Hegel’e göre burada anlayış gücünün analitik kipinden, aklın diyalektik kipine yükselmek ve saf kavramları anlayış gücünün tasarımsal ve sonlu içeriklerinden arındırarak ele almak gerekmektedir. Bu şekilde düşüncenin hareketi, diyalektik ve spekülatif yönlerini açığa vurmaya başlayacaktır.
Düşüncenin Hegel’in tanımladığı diyalektik ve spekülatif hareketini ortaya koymak için Mantık Bilimi’nde, Varlık, Hiçlik ve Oluş kavramlarının nasıl ele alındığına göz atmak gerekir.
Diyalektik Hareket: Varlık ve Hiçlik Kavramları
Kategorilerin[5] ortak zemini olan, bu bakımdan en kapsamlı ve en ilksel kavram, Varlık kavramıdır. Tüm şeylerin yüklemi olan ama kendisine hiçbir şey yüklenemeyen bu kavram, en evrensel ve bu nedenle de en içeriksiz, en fakir kavramdır. İnsan olmak, hayvan olmak, küçük ya da büyük olmak bir şey olmaktır; hiçbir sıfatı ya da yüklemi bulunmadan olmak ise bir şey olmamaktır. Varlık, hiçliğe eşdeğer bir belirlenimsizlik taşımaktadır:
“Arı varlık’ın neden felsefenin başlangıcını oluşturduğuna ilişkin söylenebilecek ilk şey, onun hiçliğe eşdeğer belirlenimsizliğidir. ‘Arı varlık’ ya da diğer bir dile getirişle ‘varlık olarak varlık’ herhangi bir dış-varlık, yani var olan (Dasein) değildir. Tüm sonlu belirlenimlerin içeriğinden arındırılmış ve soyutlanmış bir ‘varlık’ idesi, tümüyle dolayımsızdır.”[6]
Belirlenimsiz ve dolayımsız saf varlık kavramı bu haliyle hiçliğe geçerek kendisini olumsuzlamakta; ya da daha doğrusu, düşüncenin diyalektik hareketi kavramı kendi karşıtına doğru taşımaktadır. Hegel’in ifadesiyle, bu aşamada varlık ile hiçlik arasında bir ayrım bulunmamaktadır.[7] Yani iki kavram katı belirlilikleri ve birbirlerinden ayrımları içinde kalmamakta, birbirleri içinde devinmektedirler. Bu durum, anlayış gücünün yargı formu açısından bir antinominin içine düşmeye doğru gittiğimiz ve durmamız gerektiği anlamına gelmektedir. Düşüncenin hareketi burada dursaydı, bu şüphesiz haklı bir ihtiyat olacaktı. Ancak iki kavramın birbirlerinde çözüldüğü bu olumsuz diyalektiğin içindeki olumlu ve birliğe ulaştırıcı yön henüz açığa çıkmamıştır.
Spekülatif Hareket: Oluş Kavramı
Saf varlık ile saf hiçliğin ayrımsızlığı bu iki kavram arasındaki ilişkinin diyalektik bir ilişki olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla denilebilir ki, kendisinden hareket edilen varlık kavramı hem kendisidir hem de zıttıdır, artık anlayış gücünün -ya da düşüncenin analitik hareketinin- bir adım ötesine geçilmiştir. Varlık ve hiçlik hem birbirinden ayrı, hem de birbiriyle özdeştir, hiçlikten varlığa doğru bir ortaya çıkış, varlıktan hiçliğe doğru bir yok oluş hareketi söz konusudur ve bu hareketler zaman-mekan kayıtları dışında ve dolaysız bir yapı arz etmektedir. Kavramların birbirleri içine geçen bu hareketinde bir düşünce yasasından bahsedilecekse bu artık özdeşlik değil, ayrımda özdeşliktir. Varlık kendi kendisiyle özdeş olsaydı, hareketsiz olacak, böylece gerçek bir başlangıç olmamış olacaktı; ancak öte yandan o hiçlik ise zaten üzerinde konuşulamayan, kendisinden başka bir şey çıkamayacak bir boşluk olacaktı. O hem biri hem ötekidir; hem biri hem öteki olduğu için bir şey, başka şey ve her şey olmaktadır. Bu aşamada varlık ile hiçlik kavramları arasındaki hareketin kendisinin içeriği olacağı bir üçüncü kavrama ihtiyaç duyulmaktadır. Oluş kavramı böylelikle devreye girmekte ve iki kavramın karşıtlık içindeki birlikleri onda kavranarak, diyalektik hareketin olumlu yanı ortaya çıkarılmaktadır.
Kaynakça
Hegel, Georg Wilhelm Fredrich. Georg Wilhelm Friedrich Hegel: The Science of Logic. Çeviren George Di Giovanni. Cambridge University Press, 2015.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich, ve Arnold V Miller. The Philosophical Propaedeutic. Oxford, UK: B. Blackwell, 1986.
Houlgate, Stephen. The Opening of Hegel’s Logic: From Being to Infinity. West Lafayette, Ind: Purdue University Press, 2005.
Orman, Enver. “Hegel Felsefesinde Başlangıç Sorunu”, sy 7 (07 Mart 2005): 15-32.
[1] Georg Wilhelm Fredrich Hegel, Georg Wilhelm Friedrich Hegel: The Science of Logic, çev. George Di Giovanni (Cambridge University Press, 2015)., 23.
[2] A.g.e., 23.
[3] Stephen Houlgate, The Opening of Hegel’s Logic: From Being to Infinity (West Lafayette, Ind: Purdue University Press, 2005).,15.
[4] Georg Wilhelm Friedrich Hegel ve Arnold V Miller, The Philosophical Propaedeutic (Oxford, UK: B. Blackwell, 1986)., 126.
[5] En azından Aristoteles’le tanışıklık kurmamış, yani klasik felsefe geleneğine yabancı herhangi bir okur için, bu terimden sonrası bütünüyle anlamsız bir söz yığını olacaktır.
[6] Enver Orman, “Hegel Felsefesinde Başlangıç Sorunu”, sy 7 (07 Mart 2005): 22.
[7] Hegel, Science of Logic., 51.
Fotoğraf: Tingey Injury Law Firm