
Men in Black: International
Bu sıralar farkında mısınız, 90’lar retro yeniden uyarlamaları gerek TV gerekse sinemalarda karşımıza çıkıyor. Zirveyi, temelde bir 90’lar ürün yerleştirme seçkisi olan, Captain Marvel ile yapan bu furya bir süredir sessiz sedasız devam ediyordu. Örnek mi istiyorsunuz?
- Big Lebowsky Super Bowl reklamı (nasıl bir heyecan dalgası yaratmıştı değil mi?)
- Fargo TV dizisi (üstünden çok zaman geçtiği için filmi pek hatırlamıyorum, diziyi de henüz izlemedim ama Coen kardeşler yapım aşamasında rol alıyor, ayrıca aynı atmosferde geçiyor)
- Terminator geliyor! Orijinal Sarah O’Connor ile! Eğer 91 yapımı Terminator 2: Judgement Day gibi olursa bomba olur. Eğer olmazsa… Olmayanların sonunu gördük…
- Jurassic Park serisinin yeni filmleri (90’ların mirasını iyice murdar ettiler o başka)
- Scream serisi geri döndü! Tabi hala izlenebilecek kalitede bir film çıkmıyor ama baya ses getirmişti.
- Ready Player One! Aslında bu film daha geniş bir zaman aralığını kapsıyor ama 90’lar pastasına parmağını değil kolunu daldırıyor.
Neyse daha aklıma gelmeyen baya iş var. 90’larda doğanların veya çocukluğunun ilk yıllarını 90’larda geçirenlerin artık eli ekmek tutuyor ve bunların piyasadan talep ettiği şeyler şimdiki mainstream işlerden biraz daha farklı. Zamanında yaş sınırına takıldığı için ağız tadıyla izleyemedikleri şeyler yeniden piyasaya sürülünce geri çevirmiyorlar. Bu furya bir süre daha devam edecek gibi. Bu defa sırada MIB serisi var. Will Smith (ki gerçekten çok iyi bir oyuncudur, rapçi olarak çok iyi bir kariyeri varken, oyuncu olarak ondan daha da başarılı oldu) varken dahi çok katlanılabilir iş değildi, onu çıkartınca durum daha iç açıcı olmuyor maalesef.
Yönetmen: The Negotiatorve The Italian Jobfilmlerinin yönetmenliğini yapmış birisinden beklentim daha iyi bir iş çıkartmasıydı. Ama orijinal franchiseın neredeyse tüm temel konsepti, fetiş ögeleri dururken bunların üzerine neredeyse hiçbir şey ekleyememiş.
Senaryo: Uzun diyaloglar, darmadağınık bir akış, aslında 30 dakikada düğümlenebilecek bir hikayeyi daha kötü ara hikayelerle boğmak… Bir de işin kötüsü çıkmazda olan her projenin yaptığı gibi mevzuyu başka bir ülkeye (en kolayı elbette İngiltere) taşımak da egzotik kılmıyor filmi. 4 ülkede geçiyor olaylar ama tek bir mahallede geçseymiş yine aynı inandırıcılık ve doygunluğa sahip olabilirmiş.
Oyunculuk: Thor: Ragnarok ve Avengers: End Game’de beraber kamera karşısına geçmiş Chris Hemsworth ve Tessa Thompson yine beraberler. Beraber oynadıkları filmlerdeki karakterlerin arasında bir romans inşa edilmemiş olsa da kimyası tutan bu ikiliyi paket program halinde alıp monte etmek aslında fena fikir değil. Film izlenebilir bir şey olsaydı iyi bile denilebilirdi. Liam Neeson ve Rebecca Ferguson da gayet başarılılar ama Rebecca Ferguson özellikle akan bir hikaye akışı beğenilmemiş de araya makasla parça ile eklenmiş gibi duruyor. Chris Hemsworth için ise ayrı bir not. Kendisi Ghost Busters’tan sonra ikinci defa bir yeniden uyarlama projesine dahil olup böyle kötü bir işin içinde kendisini gösteriyor. Bu gibi işleri bırakıp daha orijinal yapımlarda yer alınca çok daha iyi iş çıkarıyor. Örn: Bad Times at the El Royale, The Cabin in the Woods.
Sinematografi/ Diğer: Efektlerin hepsi kötü. Göz tırmalayan ve yamalı bohça gibi sürekli dikkatinizi çelen işler. Marakeş’te geçen sahneler özellikle en kötüsü. O kalabalık arasındaki car chase ve man chase sahnelerinin green screende çekildiği kabak gibi belli oluyor. Birazcık özenselerdi böyle kötü olmazdı. Sesler: Ses efektleri de rahatsız edici. Özellikle disko sahnesi, kakafoni nedir diye örnek olarak gösterilebilir.
Kurgu: Kendi kuyruğunu on dakika boyunca kovalayan bir köpeğin videosunda bile daha çok konu bütünlüğü ve akıcılık vardır. Kötü bir senaryo ile zaten 1-0 geride başlamış olmanın dezavantajını masada sahneleri kesip biçerken de iyileştirememişler. Hikayede çok fazla boşluk var. Sonlara doğru bir sürpriz kasmaları (ki kolayca anlaşılıyor bence) işi büsbütün daha çıkmaza sokuyor. Bazı anlar var neredeyse komik olacak gibi ama esprileri fazla uzatıyorlar olmuyor. Biraz aksiyon kasalım diyorlar ama öyle beceriksiz inşa edilmiş aksiyonlar ki bunlar, nereden tutsan elinde kalıyor. Hafiften eğlendiriyor gibi ama bütüne baktığınızda gerçekten başarısız.
Son Söz: İlk filmler 80’lerin post cold-war dönemi komplo teorileri furyasının eğlenceli sayılabilir bir parodisi iken bağlamından kopartılınca günümüzde çok fazla şey ifade etmiyor
Paylaş
Yazarın diğer içerikleri

Bir Başkadır
“Türk televizyonu izlemiyorum ya. Ben hep yabancı yapım…”. Bu cümleyi ömrü boyunca bir kere kuranlar elini kaldırsın. Evet sizleri sağ tarafa alalım. Kalan okuyucular. Siz de bu kalıbı hiç kullanmamış olsanız da kesin bunu sarf eden birisini tanıyorsunuzdur. Heh. Sizi de alalım öyle. Kalanlar… Birilerinin kalmasını beklemiyordum açıkçası. Ama neyse

PRIME’da Ne İzlesek?
Ucuzluk+ Bol Çeşit Gel Vatandaaş geel Aslında kendisine bir süredir erişimimiz vardı (misal ben Eylül 2019’dan beri kullanıyormuşum) ama Netflix’in yakın zamana dek domine ettiği pazarda Prime’ın çok esamesi okunmuyordu şimdiye kadar (buraya not eklemeden de geçemeyeceğim. Netflix o kadar umutsuz ki, Yılmaz Erdoğan’ın son filmine bel bağladılar izleyici çekmek

Tenet
Tekrar merhaba sayın okurlar. Daktilo1984’te son yazımın üzerinden üç ay geçmiş. Enes’ten duyduğum kadarıyla sitenin kapısını yumruklayıp duruyormuşsunuz, kendimi daha fazla özletmek istemedim bu yüzden. O kadar çok şey izleyemedim ki bu sürede. Aslında eski filmlere sardım biraz, malumunuz sinema salonları kapalıydı. Bazı Netflix ve Prime dizilerine başlamayı denedim ama

After Life (2. Sezon) ve Upload
Online streaming piyasası hareketli bu sıralar. Amazon Prime Türkiye piyasasında çok aktif bir oyuncu değil henüz ama birbiri ardına yeni içerikleri gösterime sokuyor, takvime de yenilerini ekliyor. Netflix biraz daha kalabalık haftada birden fazla yeni içerikleri var orası kesin. Sonuçta herkes evdeyken insanların ilgisini canlı tutup müşterileri kaybetmemek en önemli.

Tiger King | The Unorthodox | Tales From The Loop
Self karantina günleri nasıl geçiyor? Online kurslar, evde spor, sevdiklerinizle daha fazla zaman geçirmek imkânı… Kesin hepiniz bu olayları hasretle bekliyorsunuzdur ve oluşan fırsatı iyi değerlendirmişsinizdir. Ben mi? 5 sene önce yayınlanmış bir youtube videosunu 38. defa izlemekle meşgulüm. “Bir şeyler izlesem de hızlıca yazıp kafamdakileri yazıya dökebilsem” dediğim dönemler

The Platform & Blow the Man Down
Ne kadar garip zamanlardan geçiyoruz değil mi? İmkanları elverenler evlere kapandı işlerini oradan halledip yaşamaya çalışıyorlar ama her şey yolunda gitmiyor haksız mıyım? Hepimizin “zaman bulursak yaparız” dediğimiz şeyler için şartlar müsait ama sürekli dört duvar arasında tıkılı yaşamaktan bunları yapacak heves bulamıyoruz. Kendi adıma konuşayım, aylardan beri kafamda dönen

Seberg
Jean Seberg (kendisi Amerikalı olmasına rağmen) Fransız yeni dalgası ile bütünleşmiş bir isimdir. Benim gibi bu akıma yabancı (ve hatta yabancı kalmakta ısrarcı) bir ismin bile kendisini bildiği döneminin en ikonik, en başarılı aktrislerinden birisidir. Şiirsel güzelliği, o dönem için farklı moda tercihleri ve oynadığı filmler ve elbette politik kimliği…

The Invisible Man
Blumhouse yine yaptı. Düşük bir bütçe ile çektiği bir korku/gerilim filminden, filmin çekimi ve pazarlanmasına ayırdığı bütçenin kat kat fazla gelir elde ettiği bir filmle daha vizyonu sallıyor şu an. 49 milyon dolar gibi (özellikle parayı hamutuyla kaldıran Disney filmlerini düşününce) alçakgönüllü bir gişe geliri elde etmiş bir filmin, toplamda

Judy
Sinema izleyicilerinin, yazarlarının çoğunlukla “Golden Age” diye tanımladığı (1910’lardaki sessiz sinema patlamasından 1950’lerin sonuna kadar olan dönem) zaman aralığı bugün bile tekrar tekrar izlenebilen, zamana karşı iyi dayanabilen filmlerin çıkartıldığı, orijinal fikirlerin henüz klişeleşip inandırıcılığını kaybetmediği bir dönemi anlatır. Teknik imkanların henüz zayıf olduğu, oyunculuğun (en azından sinema için) bir

Uncut Gems
Başarı için neleri göze alabiliriz? Etrafımızdaki insanların bizim hüsranlarımıza ve başarı vaatlerimize ne derece kanmasını bekleyebiliriz? Uncut Gems her düşüşte yere kalkmaya çalışan insanların ve onlara tahammülün bir hikayesi. Bir nebze de old school capitalism anlatısı aslında. Zenginliğe ve başarıya giden yolda mubah davranışların özet olarak sunumu ve bazen ne