[voiserPlayer]
On beşinci yüzyılın ortalarında emareleri ortaya çıkan kapitalist dünya-ekonomisi, 1450-1640 döneminde veya uzun on altıncı yüzyılda, tam olgun, gelişmiş halini aldı. Bu dönemin sonu itibarıyla Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolü dışındaki bütün Avrupa kıtası ile İspanya ve Portekiz’in kontrolü altındaki Atlantik kıyısındaki sömürgeler, bu dünya-ekonomisinin parçasıydı. Yerkürenin gayrısı, bu ekonomik bütünle lüks maddeler ticaretine devam etti elbette, ancak onun belirli bir iş bölümü içerisinde parçası olmadı. Henüz olmadı.
Tekrar etme pahasına, Batı-Avrupa merkezli kapitalist dünya-ekonomisini bir arada tutan, emperyal bir merkez ve onun askeri-bürokratik gücü, hukuki-dini meşruiyeti değil. Onu bir arada tutan parçalar arasında yayılan kapitalist nitelikte ilişkilerdi veya piyasa mekanizması. Devasa bir coğrafi alanın oluşturduğu bir piyasa. Ancak kapitalist dünya-ekonomisi eşitlerin oluşturduğu bir piyasa değildi. Kabaca üç farklı bölgeye ayrılmıştı: merkez (core), yarı-çevre (semi-periphery) ve çevre (periphery).
Merkez ilk olarak Belçika-Hollanda hattında oluştu ve uzun on altıncı yüzyıl itibarıyla İngiltere ve Fransa’nın kuzeyini de içine aldı. Bu bölgede feodal krizden çıkışla nüfus arttı, feodal keşmekeşin yerini güçlü krallıklar aldı, feodal araziler ya satıldı ya da kiralandı ve böylece orta-ölçekli toprak sahipleri sınıfı ortaya çıktı. Var olan toprakların bir kısmı çayırlık olarak sığır veya koyun yetiştiriciliği için ayrıldı, geri kalanı ise tarıma. Tarım için alanın daralması ile tarımda verimlilik, dolayısıyla kalifiye iş gücü, önem kazandı. Bu hal, kaba kuvvet kullanılarak hayata geçirilecek çalışma koşullarını değil, ücretli işçiliğin hayata geçirilmesini gerektirdi. Tarımda yeni üretim metotları da denendi, verimlilik ve tarımsal ürün çeşitliliği arttı. Yerel piyasa, nüfusu artan ve ekonomisi genişleyen bu bölgenin özellikle tahıl ve odun-kereste ihtiyacını, tarıma ayrılan arazinin azalması ve daha karlı tarımsal ürünlere yönelmenin sonucu olarak, karşılayamadı. Bu yüzden bu ihtiyaçlar başka bölgelerden ithalatla çözüldü. Merkezin tahıl ve kereste ihtiyacını karşılamaya girişen bölgeler kapitalist dünya-ekonomisine çevre olarak eklemlendi.
Uzun on altıncı yüzyılda kapitalist dünya-ekonomisinin çevresini Portekiz ve İspanya’nın Latin Amerika’daki sömürgeleri ve Baltıkları da içine alan Doğu Avrupa oluşturdu. Çevrenin devasa genişlikte arazileri vardı, ancak iş gücü zayıftı. Merkezin ekonomik büyümesinin yarattığı fırsatı değerlendirebilmek için iş gücünün zor kullanarak devşirilmesi gerekiyordu. Latin Amerika’da yerel nüfus; beyaz adamın getirdiği hastalıklar, ağır çalışma koşulları ve var olan tarım arazilerinin tek tipleşmesi ve özellikle şeker üretiminin toprağın verimliliğini kısa sürede tüketmesi gibi sebeplerle büyük oranda tırpanlanmıştı. Meksika’nın nüfusu 1519 yılında 11 milyondu. 1650 yılında 1.5 milyon. Brezilya ve Peru’da da benzer bir nüfus kıyımı yaşandı. Bu yüzden süregiden iş gücü ihtiyacı Afrika’dan yapılan kölelikle karşılandı. Afrika kapitalist dünya-sistemi dışındaydı, dolayısıyla bu kıtada köleliğin yarattığı olumsuz ekonomik etkiler ve elbette toplumsal travmalar sadece o kıta içinde kaldı.
Latin Amerika maden ve şeker hammaddesi sağlayıcısı olarak, Doğu Avrupa ise tahıl sağlayıcısı olarak kapitalist dünya-ekonomisinin çevresinde konumunu aldı. Doğu Avrupa’da, Batı Avrupa’dan farklı olarak, arazi/iş gücü oranı yüksekti. Diğer bir deyişle, Latin Amerika gibi, geniş araziler vardı, ancak iş gücü yoğun değildi. Üstelik var olan iş gücü için sınır bölgelerine doğru kaçış opsiyonu vardı. Batı Avrupa’dan farklı olarak Doğu Avrupa’da güçlü krallıklar ortaya çıkmadı. Her halükarda Moğol-Tatar-Türk istilaları Doğu Avrupa krallıklarını sarsmış, aristokrasiyi güçlendirmişti. Feodal kriz sonrası dönemde aynı aristokrasi sadece askeri bir güç değil, aynı zamanda büyük toprak sahibiydi.
Batı Avrupa-merkezli kapitalist dünya-ekonomisinin ortaya çıkışı ve paralel olarak merkez ekonomilerin artan tahıl ihtiyacı Doğu’nun büyük toprak sahiplerine cazip kazanç fırsatları sunuyordu. Ancak bu fırsattan istifade etmek için gerekli iş gücünü devşirmeleri gerekiyordu. Latin Amerika’da kölelik çözüm olmuştu. Ancak Doğu Avrupa için bu çözüm değildi. Zira Latin Amerika, Afrika için hemen okyanusun ötesindeydi, Doğu Avrupa değil. Nihayetinde köle ticareti masrafsız değildi. Doğu Avrupa’da çözüm olarak serflik yeniden ihya edildi ve bölge ikinci feodal döneme girdi. Elbette bu yeni bir tür feodalizmdi. Orta Çağ feodalizmi değil. Orta Çağ feodalizminde tarımsal üretim büyük oranda feodal birimin kendi öz tüketimi içindi. Yeni feodalizmde dünya piyasası için. Benzeş olan sadece köylünün toprağa siyasi-askeri-yasal mekanizmalarla bağlanmasıydı. Latin Amerika’da da serfliğe benzer uygulamalar yok değildi. Mesela ‘encomienda’ adı verilen uygulama. Doğrudan kralın hayata geçirdiği, kralın askeri ve yasal gücü ile sürdürülebilen bu uygulamanın meşruiyeti de din kaynaklıydı. Yerli halkları Hristiyanlaştırma gayesi ile serfleştirme…
Merkez ve çevre arasındaki ticari ilişki kapitalist dünya-ekonomisinde işgal ettikleri karşılıklı konumlarının aynası niteliğinde. Çevreden merkeze akan ticari mallar; tahıl, kereste ve yün ile lüks mallar kategorisinde kürk. Merkezden çevreye akan ticari mallar ise tekstil, tuz, şarap ve ipek.
Peki yarı-çevre? Özellikle yerel koşulların etkisi ile kapitalist dünya-ekonomisinin ne merkezinde ne de çevresinde yerini alabilmiş bölgeler. İspanya, Güney Fransa ve Kuzey İtalya. Aslında bu bölgelerin ekonomik geçmişi nispeten dinamik. Hatta özellikle Kuzey İtalya uzun on altıncı yüzyılın başında imalat sanayii açısından daha sonrasında merkez olarak çıkacak bölgelerden de ileri. İspanya da daha geri değil. Ancak kapitalist dünya-ekonomisinin merkezinin çıkışı ve diğer bölgeleri kendi piyasa ihtiyaçlarına eklemlemesi ile geçmişin ekonomik olarak ileri veya aynı seviye ekonomilerinin de gerilemesi süreci başladı. Ve bu bölgeleri kapitalist dünya-ekonomisinin yarı-çevresi konumuna itti.
Yarı-çevrede yaygın iş gücü modeline gelince… Merkezde ücretli iş gücü, çevrede ise kölelik veya serflikti. Yarı-çevrede ise her ikisi de değil. Yarı-çevrede yaygınlaşacak iş gücü tipi ortakçılık. Aslında yeni bir uygulama değil. Özellikle İtalya’da var olan bir uygulama. Yeni olan kapitalist dünya-ekonomisinin yarı-çevresinde uzun on altı yüzyılda yaygınlaşmasıydı. İtalya’da güçlü bir tüccar sınıfının olması ve bu tüccar sınıfının taşrada sahip olduğu arazilerin işletilmesinin ortakçılık usulü ile köylüye terki. Fransa’da ise özellikle güneyde devam edegelen feodal haklar ve ayrıcalıklar… İngiltere’de feodal haklar ve ayrıcalıklar salt ekonomik düzleme çekilirken, Fransa’da bunun tam başarılamaması. Netice ise dramatik. İngiltere’de feodal krizden çıkışla başlayan ekonominin parasallaşması ve ücretli işçiliğin yaygınlaşması devam ederken, bu sürecin Fransa’da sınırlı kalması… Özellikle güney Fransa’da aristokrasinin devam eden feodal haklar ve ayrıcalıklarının, ortakçılık olarak evrimi…
Nerede olursa olsun, İspanya, güney Fransa veya kuzey İtalya… Ortakçılık aslında köylü için de bir koruma. Zira kapitalist dünya-ekonomisinin ortaya çıkışına uzun süreli bir enflasyon olgusu da eşlik etti. İktisat tarihçilerinin adını fiyat devrimi olarak koyduğu olgu… Üzerinde anlaşamadıkları fiyat artışının sebebini; bir tarafta fiyat devrimini paranın miktar teorisinden hareketle Avrupa’ya altın ve bakır artışı ile ilişkilendirenler, diğer tarafta ise feodal kriz sonrası artan ekonomik dinamizm ile ilişkilendirenler var. İki uç arasındaki ara çözüm ise şu: Altın ve gümüş, fiyatları yükseltmedi. Fiyatların yükselmesinin sebebi gerçekten artan ekonomik aktivite. Ancak altın ve gümüşün kıtaya akması da tamamen etkisiz değil. Zira mebzul altın ve gümüş, fiyatların düşüşünü engelledi ve kıta boyunca faizlerin düşüşünü sağladı. Fernard Braudel’in tespitiyle, “yeni dünyanın altın ve gümüşü Avrupa’ya imkanlarının ötesinde yaşamayı ve tasarruflarının ötesinde yatırım yapmayı sağladı.”
Kıta boyunca etkisi hissedilen fiyatların artışı karşısında ortakçılık, yarı-çevre bölgelerinde köylü için nispi bir koruma sağladı. Zira gelirleri bu sistemde parasal cinsten değildi. Çevre ekonomilerin köleleri ve serfleri için fiyat artışının bir etkisi yoktu elbette. Ancak toprak sahipleri için vardı. Zira merkez ekonomilere ihraç ettikleri ürünleri kendileri doğrudan merkez ekonomilerine cari fiyatlar üzerinden satmıyorlardı. Kapitalist dünya-ekonomisinin bir tüccar sınıfı vardı. Bu tüccar sınıf çevre ekonomilerinden satın alacakları ürünler için belirli bir ön ödeme yapıyorlardı. Ürünü alım fiyatı ile satış fiyatı arasındaki fark enflasyonist farktı ve kara ekleniyordu. Bunun anlamı ise şuydu: Kapitalist dünya-ekonomisinde kar orantısız olarak bölüşülüyordu.
Fiyat artışı, çevre ekonomilerdeki toprak sahiplerinin aleyhine işlerken, merkez ekonomilerde toprak sahiplerinin nispeten lehine işliyordu. Zira merkez ekonomilerde iş gücü ücretliydi ve fiyat artışı iş gücünün reel ücretlerini eritiyordu. Fiyat artışının nihai sonucu ise sermayenin merkez ekonomilerde toprak sahipleri ve tüccarlar sınıfının elinde birikimi oldu. Bu sermaye nihayetinde kendine akacak mecra olarak imalatı seçecek, kapitalist dünya-ekonomisinin merkezinde ilk sanayi devrimini başlatacak ve daha uzun vadede ise merkezi daha yüksek bir üretim gücüne ulaştıracaktı.
Merkez ekonomilerinin yeni ortaya çıkan sanayici sınıfının kökeni çok önemli değil. Muhtemelen bir kısmı tüccardı. Bir kısmı toprak sahibiydi. Önemli olan neye kilitlendikleri. Lüks tekstil üretimine odaklanan kuzey İtalya imalatçılarının aksine, daha düşük kalitede üretmek, birim başına daha az kar yapmak, ancak daha geniş bir tüketici kitlesini hedef alarak daha çok satmak, böylelikle kar dezavantajını telafi etmek. İşte modern ekonominin en temel şiarı… [Devam Edecek.]
Fotoğraf: NASA