Modern insanın hayat rutinine baktığımızda sabah 5’te kalkma modasının ne kadar yaygın olmaya başladığını görüyoruz. Yaşam temposunun yüksek olduğu ve gittikçe yükselmeye de devam ettiği bu günlerde saatleri adeta kovalıyoruz. Zaman konusu ne zaman açılsa aklıma ilk olarak Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabından bir alıntı geliyor: “Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer, ben zamana, kendi zamanıma çelme takmakla yaşıyordum.”[1]
Belki de sabah 5’te kalkarak kendi zamanımıza kendimizce çelme takıyoruzdur modern insanlar olarak kim bilir… Zamanı modern insan olarak yönetme düşüncesi şöyle dursun bu konuya yıllarını adayan bir aydınlanma filozofu Kant’a ışıklarımızı çevirelim.
1762’de Königsberg Üniversitesi yakınlarında yaşıyorsanız her sabah aynı saatte sizin evinizin önünden geçen bir beyefendi görebilirsiniz. Saatinizin doğru ayarlanmış olması bu anlamda çok kritik, çünkü her sabah bu beyefendinin bu kadar dakik olması konusunda şaşkınlığınızı gizleyemeyebilirsiniz.
Kant üniversitede öğretmenlik yaptığı yıllarda yardımcısı Martin Lampe onu her sabah 5’te uyandırır. Bir dakika daha fazla uyumaması gerektiğiyle ilgili de Lampe’yi tembihler. Her ne kadar uyanmakta zorlandığını itiraf etse de geceleri aynı saatte uyumakta başarılı olduğu için sabah 5’te planladığı gibi uyanabilir. Rutinlerine bağlı kalmak ona mutluluk verdiği için her sabah uyanır uyanmaz 1-2 bardak çayını içer ve piposunu yakar. Piposuyla geçirdiği keyifli birkaç dakikayı sorduklarında ise onun için bir tür meditasyon olduğunu dile getirir.
Bütün bu yaptığı sabah rutini ise onu, felsefesini oluşturmasında en etkili eylemlerden biri olan günlük yürüyüşüne hazırlar. Felsefe dünyasında düşüncelerini toparlamak ve anlamlandırmak için yürüyüşe çıkma geleneğine bağlı filozoflardan Kant’ın yanı sıra Thoreau ve Nietzsche’yi de sayabiliriz. Günümüz Fransız filozoflarından Frédéric Gros, ünlü eseri Yürümenin Felsefesi’nde (A Philosophy of Walking) saydığımız filozofların yürüyerek felsefelerini şekillendirmelerine ışık tutar. Kitaptaki Thoreau alıntısı da yaşam ve yürüme arasındaki anlamsal bağlantıyı çok iyi kurar: “Yaşamak için ayağa kalkmamışken, yazmak için oturmak nasıl da beyhudedir.”[2]
Kant’ın sabah rutinine geri dönecek olursak, bütün ritüellerini evinde tamamladıktan sonra evden tam 8’de çıkar ve komşuları Kant’ı evden çıkarken görürse sabah 8 olduğunu bilir; saatlerine bakmaya gerek duymazlar. Onun rutinlerindeki bu dakiklik, çevresinin ona bir süre sonra “Königsberg Saati” lakabını takmasına neden olur. Kant kolundaki saatinin vazgeçeceği son obje olduğunun altını çizer.
Sabah onu uyandıran yardımcısı dışında gününü şekillendirmedeki en büyük yardımcısı kolundaki vazgeçemediği saatidir. 11’de biten derslerinden sonra 12.45 öğle yemeğine kadar kendi çalışmaları üzerinde kafa patlatır. Öğle yemeğinde Kant’ı tanıyan herkes belirli 3-4 yiyecek dışında başka bir şey seçmeyeceğini çok iyi bilir. Yemeklerde seçici ve özenli olmak istemesini keyifle yaşamaktansa düzenli ama sağlıklı, uzun ömürlü bir hayatı amaçlamasına dayandırır.
Öğle yemeğinden sonra tekrar uzun bir yürüyüşe çıkar ve gününün yarısını düşünüp düşüncelerini sindirme fırsatı bulur. Çalışma saati bittiği anda arkadaşı Green ile masada uzun uzadıya oturur ve felsefi konular hakkında konuşmaktan oldukça keyif alır. Bu sohbetlerinde Kant’ın en önemli eserlerinden biri “Saf Aklın Eleştirisi”si şekillenmeye başlar. Evine döndüğünde işini düşünmekten kaçınır, uzun okumalar yapar ve 10’da uykuya geçer.
Büyük bir insanın sade ve sakin hayatını bu şekilde özetlemek çok yavan gelse de aslında bize vermek istediği büyük mesaj ortadadır. O her gün yaptığımız eylemlerin bizim kişiliğimizi ve hayatımızı şekillendirdiğinin örneğidir. Onun bu bağlamda Evrensel Ahlak Yasası’nın temelini oluşturan meşhur cümlesi aklımıza gelebilir: “Ancak, aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğin maksime göre eylemde bulun.”[3]
Kant’ın kendi özel hayatında erken kalkması, aynı saatte evinden çıkması ve her gün hemen hemen aynı rutinleri uygulaması aslında dakikliği ve prensibi kendi ahlak yasasına bağlı yaşamasından kaynaklanıyor olabilir mi? Kant’a göre sağlıklı yemekler seçmesi, alkolden olabildiğince uzak durması ve okuma yaparak uykuya geçmesi ahlaki anlayışının eylemleridir. Kant’a göre asıl ahlaki eylem, ahlak yasasına göre yapılan bir eylemdir. Bu yüzden bir eylemin ahlaki olarak nitelendirilmesi onun ceza ve ödül korkusundan değil, ödev bilinciyle yapılmasına bağlıdır. Bir eyleme iyi diyebilmemizin koşulu eğilimden bağımsız olarak doğrudan ödevden gelmesine bağlıdır.
Kant’ın kendi hayatındaki bu rutinlerinin nihai amacı büyük resimde aslında uzun ve sağlıklı bir yaşamı hedeflemesiyle alakalıdır. Derslerine ve okula daima zamanında varması çevresine dakikliğin evrensel bir ahlak yasasına tabi olduğu mesajını da verir. Kant kendi üstündeki profesörün eğer okula bir saat geç kalırsa ona kızıp laf edeceğinden korktuğu ve cezalandırılabileceğini düşündüğü için değil, kendi ödevine olan bağlılığından ötürü dakik bir hayat yaşamakta ve okula her gün aynı saatte varmaktadır. Ona göre: “Ödev yasaya saygıdan dolayı yapılan eylemin zorunluluğudur.”[4]
Bu noktada Kant’ın fikirlerini takip edip hayatına adapte etmeye çalışan bir insanı düşünelim. Her gün aynı eylemler, rutin şekilde tekrarlanan sorumluluklar ve bu kişinin davranış şeklinin genel bir kural haline gelmesi durumu… Bu kişinin hayatında disiplinin ve öz saygının yerinin ön planda olması yadsınamaz. Düzenli takip edilen rutinler tıpkı kas çalışan bir sporcunun birkaç tekrardan sonra vücudunda fark görmeye başlamasına benzetilebilir. Bu eylemi gerçekleştirmeye başlarken kendi vicdanıyla yaptığı bir seçimle şekillendirmiş ve ödevini kendisi oluşturmuştur. Onun ödevi gün sonunda kas kazanmak ve bunu yaparken rutin bir şekilde ilerleyip uzun vadede sonuç görmektir. Düzenli spora giden bir birey de toplum tarafından saygı görüp azmi ve başarısı nedeniyle takdir edileceği için örnek bir davranış ortaya koyar. Sporda da ahlakın önemi tartışılamaz ve bu durum Kant’ın Ahlak Yasası için iyi bir davranış örneği sayılır.
Peki bu ahlaki yasanın başında başka bir koşul var mıdır? Ahlaki eylemde bulunabilmesi için Kant’a göre insan önce özgür olabilmelidir: “İnsan özgür olmadan ahlaki eylemde bulunamaz, ama özgürlük idesi de kendini ahlak yasası yoluyla ortaya koyar.”[5] O zaman Kant’ın hayatından yola çıkarsak Kant’ın Evrensel Ahlak Yasası’nı benimseyip uygulamadan önce özgür bir birey olduğunu düşünebilir miyiz? Ya evinde bakması gereken hasta bir annesi, her gün aynı saatte okula götürüp getirmesi gereken bir çocuğu olsaydı? Kant dakik bir insan olabilir ve ahlak üzerine bu kadar düşünebilir miydi?
Özgür olmamız bir noktada kadere bağlı olabilir mi? Sakin bir anne babanın rahatça yetiştirdiği bir evlat olan 18. yüzyıl Prusya’sında yetişen Kant için belki de doğru ve uygun koşullar vardı ve bu koşullar onu felsefe ve ahlak üzerine düşünmeye itmişti. Bizi özgürce ahlak düşünmekten alıkoyan şeyler sadece dış faktörler midir? Kendi içimizde dış faktörlerin karmaşasından kendimizi alıkoyup “iyi” ve “kötüyü” düşünmek sizce mümkün müdür? Hapishanede tutuklanmış bir mahkum yaptığı eylemlerin iyiliği ve kötülüğü üzerine düşünmüyor mudur? Ama o anda özgür bile değildir. Belki de hücrede her gün her şeyi aynı saatte yapabileceği bir zaman bile vardır. Kant şu an karşımda olsaydı ona şunu sormak çok isterdim: İyi ve kötü muhakemesini yapabilmek için özgür olmak yeterli midir?
Özgürlüğü, iyiyi ve daha iyiyi düşünebileceğimiz günlere…
Kaynaklar:
[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, (DERGAH YAYINLARI, 2017), 194.
[2] Frédéric Gros, Yürümenin Felsefesi, (KOLEKTİF KİTAP, 2017)
[3] Immanuel Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, Çev. Ioanna Kuçuradi, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 2013, s. 38.
[4] Kant, 2013, s. 15.
[5] Kant, 2013, s. 4.