[voiserPlayer]
“Genya Dağı’nın yüksekliği 1985 metredir”.(1) cümlesinden ne anlarız? Aslında (1)in anlamı, Türkçe bilen herkes için aşağı yukarı aynıdır. Peki bu nasıl mümkün olur? Öte yandan, (1)e doğru veya yanlış (bir cümle) demek mümkün mü? Eğer mümkünse bunu neye dayanarak söyleriz? Örneğin, bu cümlenin (dış) dünyaya uygun olup olmadığına veya ona karşılık gelip gelmediğine göre mi? Dahası, (1)i, haritada bir noktayı işaret eden arkadaşımızdan duymuş olsak bu soruların cevabı değişir mi?
Başka bir örnek düşünelim, bir sınıfa girdiğimizi ve tahtada şu cümlenin yazılı olduğunu varsayalım.(2) “Herkesin burada olmasını istiyorum.” Yukarıdaki soruların (2) için verilen cevapları, (1)in cevaplarından farklı mı olurdu? Anlaşılmaları açısından (1) ve (2) cümlelerinin farkı var mıdır? Bu sorular size ne düşündürüyor? İlk bakışta amaçları ve ne işe yaradıkları kolayca anlaşılmayan, karmaşık, belki de gereksiz sorular gibi görünüyorlar. Ancak bunlar bir dil felsefesi metninin sıradan öğeleri. Peki ama nedir bu dil felsefesi?
Kitabın ortasından başladım, gelin şimdi biraz dolaşarak ilerleyelim. Kullanım yollarına bakarak “dil” hakkında konuşmak mümkündür. Örneğin onu, Türkçe veya İngilizce gibi doğal dillere işaret etmek için kullanırız. Bazen halk dili, saray dili ifadelerinde olduğu gibi bir çağa veya gruba özgü söz dağarcığı ve söz dizimi olarak düşünürüz. Ayrıca dili bir anlatım türü olarak ele aldığımız da olur; şiir dili, roman dili örnekleri gibi. Başka anlam ayrımları da gösterilebilir. Ancak bunların hepsine karşılık gelen ama bunlardan fazlası olan, özel bir anlamda, dil diye bir şey de düşünürüz. Dille ilgili felsefi sorularımızın muhatabı da çoğunlukla bu özel anlamdaki dildir.
Bu yaptığımıza benzer bir araştırma “felsefe” için de mümkün. Çin felsefesi, Hint felsefesi gibi ifadelerle onu bir medeniyet bütününü anlatmak için kullanırız. Ayrıca felsefe bazen dünya görüşü anlamına gelir. Felsefe aynı zamanda bir tekniği, varlığın ve bilginin akılcı yollarla sorgulanmasını ifade eder.[1] Bu anlamı diğer kullanımlarıyla ortaklık taşır, hepsine bir ölçüde karşılık gelir. Ancak bunların dışında felsefe, kendine has düşünme yöntemleri olan, Antik Yunan’da ortaya çıktığını kabul ettiğimiz, İslam felsefesini de kapsayacak şekilde Batı düşüncesini taşıyan bir entelektüel gelenek olarak da düşünülebilir. İşte dil ve felsefe için olduğu gibi dil felsefesi için de böyle ayrımlara gitmek mümkün.
Dil Felsefeleri
Öncelikle girişte yaptığımıza benzer, dilin doğasıyla ilgili her türden akılcı sorgulama/araştırma, dil felsefesi olarak düşünülebilir. Böylece dilin ne olduğu, kökeni, işlevi, onu nasıl öğrendiğimiz, anlamın doğası, dilin toplumsal yaşamın oluşmasındaki rolü, vb. gibi dille ilgili tüm sorgulamaları kapsayabilir.
Bu türden bir dil felsefesini Platon’dan itibaren izleyebiliriz. Örneğin, Kratylos diyaloğunda Sokrates ve Hermogenes, adların kökeni ve nesneleriyle ilişkileri üzerine tartışırlar. Burada iki sav yer alır: adlar ile nesneleri arasında doğrudan ve doğal, bir başka deyişle zorunlu bir ilişki olduğu savı ve adların nesneleriyle ilgisiz ama bir şekilde uzlaşılarak kabul edilmiş kelimeler olduğu savı.[2] Şimdilik bu görüşleri incelemeyelim, sadece sorunun köklerini göstermek için dile getirmiş olalım. Doğrusu felsefe tarihinin hemen her döneminde bu tür bir dil felsefesine rastlamak mümkündür. Ancak 18. yüzyıldan itibaren bu sorgulamaların sayısında artış görülür.
Bununla birlikte felsefenin nihai amacı tanım(lar)a ulaşmaktır. Tanım ise ancak dil ile verilebilir. Dolayısıyla felsefe, bir tür dil etkinliği olarak düşünülebilir. Diğer bir ifadeyle felsefenin kendisi, bir dil felsefesidir. Felsefenin dil ile olan ilişkisini bir kez gördükten sonra bunu dikkate almayan bir düşünme yolunun, aslında “iyi” felsefe olmadığını savunabiliriz. Çünkü böylesi bir tutum, dilin doğası gereği var olan anlam karmaşalarından kurtulamayabilir. Bunu yapmadığı ölçüde sorularını ve bunlarla ilgili tanımlarını iyi belirleyemez.
Doğrusu bu tür bir yaklaşımı da Platon’dan beri görüyoruz. Örneğin, Politeia’nın (Devlet) birinci kitabında Sokrates ve Thrasymakhos, adalet üzerine tartışır. Sokrates adaletin makul tanımlarını verirken, muhatabı adaletin güçlünün işine gelen bir şey olduğunu ileri sürer.[3] Doğrusu adalet, eşit paylaşım ve eşit yargılama gibi anlamlara gelmekle beraber, birçok örneğini gördüğümüz üzere, güçlünün çıkarlarını koruma işlevi de görebilir. Adaletin bu iki yüzünü fark etmez ve örneğin, onun yalnız makul tanımı ile iş görmeyi denersek eksik sonuçlar elde ederiz. Bu sorunun üstesinden gelmenin bir yolu da onun dildeki kullanımlarına bakmaktır. Bu da, daha önce belirttiğim gibi, felsefeyi dil felsefesi olarak düşünmekle mümkün olur.
Dil Felsefesi veya Analitik Felsefe
Bununla birlikte dil felsefesi, dil ve felsefe hakkındaki ayrımlarda olduğu gibi daha teknik ve özel bir anlama sahiptir. Bu anlamıyla dil felsefesi, yukarıdaki iki yaklaşımı da benimser ve bunu gerekli ve yeterli felsefe etkinliği olarak görür. Diğer bir deyişle dil sorunları hakkında şu iki amaç için düşünür: dilin doğasını anlamak ve daha “iyi” felsefe soruları ve çözümleri bulmak. Dil felsefesi, bu teknik anlamıyla analitik felsefe olarak da bilinir ve 19. yüzyıl sonunda ortaya çıkmaya başlayan, bugün çoğunlukla ABD ve Birleşik Krallık üniversitelerinde yaygınlaşmış ve hakim felsefe yöntemi olarak kabul edilmiş bir geleneği ifade eder. Bu gelenek öncül isimleri açısından çoğunlukla Almanya ve Avusturya kökenlidir. Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kıta Avrupası dışına taşınır. Böylece günümüzde iki yaygın felsefe yolundan birisi olan dil felsefesi veya analitik felsefe diğer yaygın anlayış olan Kıta Avrupası felsefesinden ayrışır.
Ayrıca, -belki farkına vardınız- girişte dil hakkında düşünürken seçiciydim ve belli sorunlara odaklanmıştım. Biri, anlam sorunu üzerinden zihin dil ilişkisiydi. İşe, (1)i duyan veya dile getiren birisinin zihin durumunu araştırmaya dönük sorularla başladım. Bir diğeri, dil ile dış dünya ilişkisiydi. Başka bir ifadeyle; bir şeyle, o şeyin adı ya da bir cümleyle hakkında oldukları dış dünya gerçekliği arasındaki ilişki.
Sonrasında Genya dağının kendisi, haritadaki betimi ve “Genya Dağı” adı arasındaki bağla ilgili sorulara geçtim. Ayrıca içinde “herkes” ve “burası” gibi bağlam bağımlı terimler bulunan başka bir cümle ile karşılaştırma yapmayı denedim. Ancak örneğin, dilin kökeni hakkında bir soru sormadım. Doğrusu, odak noktalarım analitik felsefe anlamındaki dil felsefesinin araştırmalarına uygun seçilmişti. İşte bu yanıyla dil felsefesi, dil ve anlamın doğası ile dil, zihin ve dış dünya arasındaki ilişkiyi araştırır. Çünkü dil sorunları, tek başlarına hakkından gelinebilir değildir. Dil hakkında düşünmeye başlamak, zorunlu olarak zihin sorunlarını çağırır. Dahası doğruluk, gerçeklik, dış dünya, bilgi gibi sorunlar üzerine düşünmeyi gerektirir. Bu özel anlamıyla dil felsefesi, dille ilgili bazı sorunlara odaklanmış ve diğerlerini az çok dışlamış olarak çalışır.
Ben de bu yazı dizisinde, analitik dil felsefesini göstermeye çalışacağım. Burada konuya bir giriş yapmış olduk. Sonraki bölümlerde, alanın temel kavram ve sorunlarını, mantıkla ilişkisini, burada değindiğimiz ve onlara benzer soruların nasıl cevaplanabileceğini, bu cevaplardan hareketle bazı dil ve anlam kuramlarını göstermeye çalışacağım. Son olarak da Türkçede dil felsefesi için ne söylenebilir üzerine duracağım. İkinci bölümde görüşmek üzere…
[1] Dil ve felsefenin farklı kullanımları hakkında TDK Güncel Türkçe Sözlükten yararlanılmıştır.
[2] Platon, Kratylos, özellikle 411-440.
[3] Platon Politeia (Devlet) 338-339.