[voiserPlayer]
Yeniden alevlenen İsrail-Filistin sorunu ve Gazze’de yaşanan trajedi, İsrail siyasetinin konuya nasıl baktığını analiz etmeyi de gerekli kılıyor. Hannah Lerner’in “bölünmüş” bir toplum olarak tanımladığı İsrail toplumu; kültürel, dinsel ve etnik olarak farklı kesimleri içeriyor. Sosyolojik olarak farklı kimliklerin yer aldığı İsrail’de dinsel açıdan Ultra-Ortodoks Yahudiler’den (haredim), dindar (datim), geleneksel (masortim) ve seküler (hilonim) kesimlerden söz etmek mümkün. Ülkenin %20’sini ise Arap vatandaşlar oluşturuyor.
Söz konusu nüfus yapısının da etkili olduğu kültür savaşı ve kamplaşma, İsrail siyasal yaşamının gündem maddelerini oluşturuyor. Örneğin, dinin kamusal yaşamda ve devlet düzenindeki yerine dair bitmeyen tartışma, konsensüs sağlanamaması nedeniyle İsrail’in yazılı bir anayasaya sahip olmasını engellemiş durumda. Ülkenin tamamının tek bir seçim çevresi olarak kabul edilmesi ve seçim barajının oldukça düşük olması (%3.25) da 120 üyeli İsrail meclisi Knesset’te çok farklı partilerin temsiline imkân tanımakta. Bu durum, çok partili ve istikrarsız hükümetlerin oluşmasına yol açmakta.
Ama Hangi Siyonizm?
Filistin coğrafyasında bir Yahudi vatanının inşası düşüncesini temel alan Siyonizmi İsrail’in kurucu ideolojisi olarak düşündüğümüzde, söz konusu ideolojinin içerisinde de farklı eğilimlerin bulunduğunu not etmek gerekli. İsrail’in erken döneminde İşçi Siyonizmi (sol-Siyonizm) öne çıkmıştı. Likud’un kazandığı 1977 seçimlerine kadar sol-Siyonist partiler, İsrail siyasetinde dominant parti konumundaydı.
İsrail’in ilk başbakanı olan Ben Gurion’un da içinde yer aldığı sol-Siyonizm; sosyalizan unsurlar taşıyan, kolektif üretimi ve tarımsal kalkınmayı öne çıkaran Kibbutz modellerini içeren, kültürel kimlik olarak Yahudiliğe yer verse de kamusal yaşamda dinsel kuralların egemenliğine mesafeli olan bir ekol. İlerleyen aşamada sol-Siyonistler’in Batı ittifakına yaklaşmış oldukları gözlemlense de SSCB’nin İsrail’i ilk tanıyan ülkeler arasında bulunmasında da bu durumun tesiri var.
İsrail’in kuruluş aşamasında gerçekleşen Arap-İsrail savaşının öncü isimleri arasında sol-Siyonist siyasal liderler yer almış olsa da genel itibariyle sol-Siyonizm, Arap kimliğinin de içerildiği bir İsrail devleti öngörmenin yanı sıra Filistin konusunda diplomatik yöntemlere yer vermekte ve iki-devletli çözüm üzerinde durmakta. İsrail’in erken dönemlerinde dominant parti olan Mapai’nin ardılı ha-Avodah (İşçi) Partisi, sol-Siyonizmin günümüzdeki temsilcisi. Kökensel olarak Mapam’dan neşet eden ve ha-Avodah’ın daha solunda duran Meretz de sol-Siyonizm içinde değerlendirilebilir.
Siyonizm dendiğinde akla gelen ilk isimlerden Theodor Herzl’in ve İsrail’in ilk cumhurbaşkanı Chaim Wiezmann’ın içinde yer aldığı liberal Siyonizm, iktisadi anlamda sol-Siyonizme mesafelidir, sekülerizmi ve kimliksel olarak belirli bir çoğulculuğu ihtiva eden bir akımı temsil etmektedir. Siyonizmin sağ kanadı olan Revizyonist Siyonizm ise Araplarla çatışmayı kaçınılmaz olarak tasavvur eder, iktisadi anlamda da farklı bir pozisyonu savunur. Revizyonist Siyonizmin sembol ismi Vladimir Jabotinsky hakkında Ben Gurion’un “Vladimir Hitler” tabirini kullanması, Siyonizmin bu iki kanadı arasındaki gerilimi göstermesi bakımından önemlidir. İsrail hükümetinin büyük ortağı olan Likud’un düşünsel köklerinin Revizyonist Siyonizme dayanması, hem İsrailli Arap vatandaşlar hem de Filistin politikası konusunda oldukça sorunlu bir siyasal çizginin mevcudiyetini göstermektedir.
Siyonizm çeşitleri arasında Batıcı ve seküler fikriyatı reddeden akım olan dinsel Siyonizm ise dini kuralların kamusal yaşam üzerinde daha etkin olduğu bir siyasal tasavvura dayanmaktadır. İsrail’in kurucu elitleri arasında güçlü olan seküler eğilime bir itiraz olması açısından Siyonizm içi bir muhalefet olarak tanımlanabilecek bu ideolojik eğilimin, daha ziyade Ultra-Ortodoks Yahudiler arasında güçlü olduğu gözlemlenmektedir. Şabat kurallarına riayet, Yahudi dinsel hukukunun (alaha) uygulanması, dini okulların (yeşiva) desteklenmesi, reformist ve liberal dini yorumlara mesafe konularak “otantik Yahudi geleneğinin korunması” gibi hususlar dinsel Siyonizmin odak noktalarını oluşturuyor.
Knesset’te temsil edilen Şas, dinsel Siyonizmin Sefarad kanadını oluştururken Birleşik Tevrat Yahudiliği de dinsel Siyonizmin Aşkenaz kanadını teşkil ediyor. Bununla birlikte söz konusu akımın daha farklı partiler içerisinde de tesirini görmek mümkün. Ultra-Ortodoks Yahudilerin bir kısmıysa anti-Siyonist olarak tanımlanabilecek bir eğilimde. Mevcut İsrail devletinin meşruiyetini reddeden Naturei Karta gibi gruplar, Siyonizm karşısında Ultra-Ortodoks muhalefeti temsil ediyor.
Siyonizm içerisindeki ekoller incelendiğinde tek tip bir Siyonizm bulunduğunu söylemek isabetli değil. Bir anlamda “ama hangi Siyonizm?” sorusu sorulabilir. Din-devlet ilişkilerinin düzenlenme biçiminden farklı etnik grupların konumuna kadar pek çok konuda Siyonist hareket kendi içerisinde farklı eğilimlere sahip. Dahası, Siyonizmin sol, sağ ve dinsel kanatlarında da içsel farklılıklar oluşabilmekte, siyasal konjonktürde söz konusu farklılıklar daha belirgin hâle gelebilmekte. Söz konusu ayrışmalar, Filistin konusunda da eğilim farklılıklarına yol açmakta. Köklerini Revizyonist Siyonizmde bulan Likud, yayılmacı ve agresif bir politikayı savunurken sol-Siyonist Meretz daha barışçıl bir bir politikadan yana tavır almakta.
İsrail Siyasetinde Mevcut Durum
37. İsrail hükümeti olan Ulusal Kamp, geçmiş hükümetlerle kıyaslandığında ülkenin en sağcı hükümeti olarak görünmekte. İlgili hükümet, İsrail sağının çeşitli eğilimlerini bir araya getirmiş durumda. Söz konusu koalisyonun karşısında ise yüksek yargının yetkilerinin kısıtlanması girişimine karşı gelişen kitlesel protestolarda büyük ölçüde bir araya gelebilse de genel anlamda bölünmüş bir muhalefet var.
Ulusal Kamp, Ulus Devlet Yasasının kabulünde görüldüğü üzere, 1948 Bağımsızlık Deklarasyonu’ndan farklılaşan bir eğilimi benimsemekte, Filistin konusunda sert ve militarist bir tutumu öne çıkarmakta, yerleşimcilik politikasını desteklemekte, “ulusal güvenlik” konsepti üzerinden kendi tutumunu meşrulaştırmaya çalışarak İsrail solunu ve Arap siyasal partilerini itham etmekte. İsrail sağının geniş tabanlı bir partisi olan ve düşünsel kökeni Revizyonist Siyonizme dayanan Likud, dinsel muhafazakarlığı benimseyen partilerle kurmuş olduğu koalisyon çerçevesinde bir taraftan yüksek yargının yetkilerini kısıtlayarak yargısal denetimi zayıflatmayı hedeflemekte, diğer taraftan da seküler Yahudileri ve Arap vatandaşları endişelendiren kimlikçi bir siyaset izlemekte.
Hamas ile tekrar alevlenen çatışmaların ardından İsrail’in 20. Genelkurmay Başkanı Benny Gantz’ın liderliğini yaptığı merkez-sağ Ulusal Birlik Partisi’nin de yer aldığı bir savaş kabinesi kurulmuş durumda. Geçmişte Likud karşıtı blokta yer aldığı hâlde sonradan Netanyahu ile birlikte hükümet ortaklığında (35. Hükümet) bulunan Gantz, savaş kabinesinde yer almayı kabul etti.
Nisan 2019 seçimlerinde Gantz ile birlikte Kahol-Lavan (Mavi-Beyaz) ittifakını oluşturan ve İsrail muhalefetinin etkili bir partisi olan seküler ve merkezci Yesh Atid (Gelecek Var) lideri Yair Lapid ise hükümetin başarısızlığını ve aşırılıkçı partilerin pozisyonunu gerekçe göstererek savaş kabinesinde yer almayı reddetti. Yesh Atid’in İsrailli Arap vatandaşlar konusunda daha çoğulcu bir söyleme sahip olduğu ve bu konuda Likud’u eleştirdiği görülse de Filistin politikası konusunda kapsamlı bir ayrışmadan söz etmek imkân dahilinde değil. Yesh Atid’in de yer aldığı ve belki de İsrail tarihinde ideolojik olarak en karmaşık hükümet olan 36. Hükümet döneminde dahi Batı Şeria’da yeni yerleşimlerin devam etmesi bu bağlamda düşünülebilir.
Geçmişten günümüze İsrail siyasal tarihi düşünüldüğünde, son dönemde Siyonizmin sol kanadının ciddi anlamda güç kaybettiği görülmekte. Zayıflama, sadece iktidarda yer almamak ile de sınırlı değil. Günümüz İsrail muhalefetinde de sol-Siyonist ha-Avodah ve Meretz’in konumu oldukça zayıflamış durumda. 2022 seçimlerinde %3.7 oy alarak Parlamento’da 4 üyeyle temsil edilen ha-Avodah ve %3 oy alıp barajın altında kalarak Parlamento dışı kalan Meretz’in konumları bu durumun net göstergelerinden biri.
İsrail solunun bir diğer unsurunu; kökeni İsrail Komünist Partisi’ne dayanan, tabanı ise çoğunlukla Arap vatandaşlardan ve Yahudi sosyalistlerin bir kısmından meydana gelen Hadash oluşturuyor. Yerleşimci ve yayılmacı politikaya karşı çıkan, Filistin konusunda barışçı çözümü destekleyen Hadash, 4 vekil ile temsil ediliyor. Hadash’ın temsil ettiği çizgi, Siyonizme mesafeli tutumu ile İşçi Partisi’nden ve onun solunda yer alan Meretz’den de ayrılıyor. Post-Siyonist olarak tanımlanabilecek olan Hadash’ın yaklaşımı, sol-Siyonizme dair bir sorgulama ve eleştiri içerse de İsrail’deki sol ve hatta merkezci partilerle bir arada politika üretmeye açık söylemlere de sahip. Söz konusu tutum, Arap milliyetçisi tonu daha yüksek olan Balad’dan da farklılaşan bir eğilimi temsil etmekte.
İsrail’de partilerin birbirleriyle olan ideolojik yakınlıklarını anlamak açısından oy paylaşımına ilişkin yapılan anlaşmalar fikir verici bir boyuta sahip. Partilerin artık oylarını birbirlerine devredebilmelerini sağlayan bu sistem, ideolojik olarak yakın görünen partiler arasında uygulanabiliyor. Bu bağlamda dinsel Siyonist partiler olan Şas ve Birleşik Tevrat Yahudiliği’nin anlaşması bir örnek teşkil ediyor. 2022 seçimlerinde Balad ve Hadash’ın oy paylaşımına dair anlaşamaması ise stratejik bir tercihin ötesinde ideolojik ayrışmaya da işaret edebilecek bir gösterge. Balad’ın kendisini İsrail solunun değil, Filistin ulusal hareketinin bir parçası olarak telakki etmesi, söz konusu ayrışmanın ideolojik temelini oluşturmakta. 2019 yılında Likud’un yer almadığı bir hükümet koalisyonu kurulması için gerçekleşen görüşmelerde Hadash’ın söz konusu duruma destek açıklayacağını ifade etmesine karşılık Balad’ın destek vermeyeceğini belirtmesi de siyasal gündem maddelerinden birini oluşturmuştu.
İsrail siyaseti içerisinde Siyonist olmayan kanatta yer alan bir diğer partiyi ise Mansur Abbas’ın liderliğini yaptığı ve İslami muhafazakar-demokrat görüşleriyle bilinen Ra’am oluşturuyor. 38. Hükümet içerisinde yer almış olan Ra’am, son seçimin ardından 5 vekille temsil ediliyor. Mansur Abbas, hem Hamas’a mesafe koyması hem de Filistin’de yaşanan trajedi konusunda kamuoyunun harekete geçmesi yönündeki açıklamalarıyla dikkat çeken bir lider.
İsrail İç Siyaseti ve Filistin Sorununun Çözümü
Knesset’te temsil edilen partiler incelendiğinde Likud’un da yer aldığı sağ-kanadın Filistin konusunda sert bir politikayı savunduğu görülmekte. Aşırılıkçı görüşleriyle bilinen ve Kamu Güvenliği bakanlığı yapan Otzma Yehudit lideri Itamar Ben Gvir’in Gazze’ye bir gram bile insani yardım girmemesi gerektiğine yönelik sözleri, aşırılıkçı eğilimlerin Filistin politikasına da tesir ettiğinin göstergelerinden biri.
Güvenlik endişesi ve kriz anlarında toplumların mevcut yönetim etrafında bir araya gelme eğilimi de düşünüldüğünde Ulusal Birlik Partisi’nin de dahil olduğu kabinenin teşekkül süreci daha iyi anlaşılmakta. Bu durumun Filistin’de yaşanan trajediyi ve hak ihlallerini görünmez kılması ve mevcut politikaların sorgulanmasını engellemesi mümkün. Muhalif partilerin önemli bir kısmının da konuya dair kapsamlı ve barışçı bir vizyon geliştirmekten uzak olması, sorunun parçalarından birini oluşturuyor.
İsrail’deki merkezci partiler ile Arap partileri arasındaki mesafe ve İsrail solunun mevcut siyasal konjonktür içerisindeki zayıflığı, konu bağlamında sorunsallaştırılması gereken önemli başlıkları teşkil ediyor. Uluslararası kamuoyunun yaşanan çatışma karşısındaki etkisizliğinin yanı sıra siyaset içerisindeki makul aktörlerin yer aldığı güçlü ve etkin bir barış hareketinin kurulamaması önemli bir sorun olarak öne çıkıyor.
Filistin’e dair barışçı çözümle ilgili geçmişte belirli girişimlerden söz etmek mümkün. BM’de yaptığı konuşmada “elimde bir zeytin dalıyla bir özgürlük savaşçısının silahını taşıyorum, zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin” diyen Yaser Arafat’ın 1992 seçimleri ardından başbakanlık yapan ha-Avodah lideri İzak Rabin ile imzaladığı Oslo Anlaşması bu anlamda oldukça önemli. Oslo Anlaşmasına destek amaçlı yürüyüşe katılan Rabin’in 1995’te suikast sonucu öldürülmesinin ardından bu barış süreci devam edemedi. Suikaste uğrayan Rabin’in cebinden çıkan kağıttaki ezgide (Shir la Shalom/Barış için Ezgi) şu sözler yazıyordu:
“O yüzden barış için ezgi söyle/sessizce dua etme
Sadece barış için ezgi söyle/yüksek sesle bağırarak”
Mahmud Derviş’in “kaydet, Arabım, adım var yalnız, yoktur soyadım” sözleriyle seslendiği coğrafyada adil bir barışın sağlanması, uluslararası kamuoyunun inisiyatif alması ve siyaset içerisindeki makul aktörlerin yer aldığı çözüme yönelik bir zeminin inşasıyla mümkün. Toplumların hem güvenlik hem de barış ihtiyacını karşılayacak olan çözüm, yeni insani krizlere yol açmaktan değil, adil bir barışa dönük yolların inşasından geçiyor.