Günümüz toplumlarında insanın eşya ile olan ilişkisi oldukça karmaşıktır. Eşyaya yüklenen muhtelif anlamlar, onu gerçekte olduğundan farklı bir konuma taşır. İnsanın anlam arayışı, karşılığını bu bağlamda katı olanda bulurken zihin, onları tüketerek kısa süreli mutluluklar peşinde koşmaya devam eder. Tüketim toplumunun ekosistemini oluşturan maddi kültür, tüm unsurlarıyla bireyi elde tutmaya hizmet ederken ona bitmeyen bir yolculukta eşlik etme taahhüdünde bulunur.
Bourdieu’nün deyimiyle insanlar, sahiplikleri kendilerine mâl ederek toplumsal kimliklerini farklılıkta tanımlar.[1] Onun sosyolojisinde yer alan “lüks beğeni” kavramı tarafında değilseniz, istekle ihtiyaç arasında kalmıyorsanız ve/veya seçme ikilemi yaşamıyorsanız gönüllü sadelik size uygun bir yaşam felsefesi olabilir.
“Zorunluluk beğenisi” seçim üzerinde bir zaruriyet içerdiğinden olduğu biçimiyle bir sadelik getirmektedir. Ancak doğaya, insana ve topluma iyi gelecek olan, tüm kesimlerin bilinçli ve sorumlu bir tüketme davranışını benimsemesidir. Büyümenin sınırları olduğu gibi kaynakların da bir limiti vardır. Bu nedenle, bir eşyanın farklı renklerine sahip olmakla veya çeşitli modellerini satın almakla farklı ve yeni bir kişi olunmadığı gerçeğini hatırlamak ve kavramak önemlidir.
İhtiyaçtan fazlasını tükettiğimiz noktasında bilinçaltında yatan kazanma, yoksunluk ve ait olma dürtüleri ile hareket ettiğimiz ve bu davranışı %80 oranında duygusal biçimde gerçekleştirdiğimiz biliniyor. Gösteriş, bireyselleşerek farklı olma, hızın peşinden gitme ve statü elde etme gibi gerekçeler de tüketim kültürüne yönelmenin motivasyonları arasında yer alıyor.[2]
Ancak mevcut hâliyle tüketim çılgınlığını devam ettirmenin hem gezegene hem de insanlığa fayda getirmeyeceği büyük bir gerçek. Gönüllü sadeliğin yalnızca ihtiyaç duyulan kadarını tüketmek anlamına geldiğini anımsayarak kapitalizmin tuzaklarına düşmemek için çaba sarf etmek gerekiyor.
Sustainable Brands Türkiye, Brands for Good ve Ipsos işbirliği ile yürütülen “Sorumlu Tüketim Davranışları: Sosyokültürel Trend Araştırması 2023” sonuçlarına göre tüketiciler, daha sürdürülebilir bir yaşam için neler yapması gerektiğini bilmiyor. 1356 kişi üzerinde uygulanan anket verilerine göre bu oran %65 ile hiç de azımsanmayacak bir yüzdeye sahip. %54’lük bir kesim ise sürdürülebilir bir yaşam sürme konusunda güçlü bir niyete sahip olduklarını söylüyor.
Ayrıca her iki kişiden biri, sürdürülebilirlik sözcüğünün ne anlama geldiği konusunda bilgi sahibi olmadığını belirtiyor. Her 10 katılımcıdan 9’u ise giderek zorlaşan ekonomik koşullar nedeniyle sürdürülebilir bir yaşam sürme ihtimâlinin güçlüğünden bahsediyor.[3]
Bu araştırma sonuçları göz önünde bulundurulduğunda toplum nezdinde bir kavram çerçevesinin oluşturulması, yaygınlaştırılması ve sürdürülebilirlik iletişiminin gerekliliği ortaya çıkıyor. Algının, tutuma; tutumda meydana gelen değişimin de davranışa yansıması için bir ikna süreci gerekiyor. Bu kabulleniş gerçekleştiğinde, iklim krizi konusunda güncel durumun önem ve aciliyetini kavramak, inkârcı olmamak ve onarım ve muhafaza yönünde eylemde bulunmak, sürece dair değerli bir umut vadedecektir.
Umudu besleyen bir başka nokta ise yaşam biçimlerinde uygulanabilecek değişimlerdir. Gönüllü sadelik bu açıdan alternatif yaşam biçimlerinden bir tanesi olarak daha sürdürülebilir bir yaşam felsefesinin izinde insanın eşya ile münasebetini yeniden inşa etmesini öneriyor.
Gönüllü Sadelik
Gönüllü sadelik (voluntary simplicity), bir sosyal filozof olan Richard Gregg tarafından 1936 yılında geliştirilen bir kavram. İnsanlığa bilinçli bir seçimle aşırı tüketimi ve israfı minimuma indirerek kararında maddi bir yaşam standardını benimsemeyi salık veriyor.
Tarih boyunca mülkiyet merkezli maddeci bir yaşam sürmenin ve maddi zenginlik içinde olmanın erdem olup olmadığı bireyler ve topluluklar arasında süregelen bir tartışma. Çinli filozof Lao Tzu’nun deyimiyle “yeteri kadarına sahip olduğunu bilen zengindir.” Yeterli miktara sahip olup bunun farkında olmayan kimseler ise yoksuldur.[4]
Thoreau da benzer şekilde temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra ruhun bir gereksinimini karşılamak için para gerekmediğini ve insanın bırakabildiği şeylerin sayısı oranında zengin olduğunu ifade eder.[5]
Baudrillard’ın “Tüketim Toplumu” eserinde sözünü ettiği şekilde tüketimin yeri gündelik yaşamdır. Bu minvalde, gönüllü sadelik perspektifinden bakıldığında kontrolü elde tutarak, çevrenin ihtiyaçlarını gözeterek, dengeli ve uyumlu bir yaşam felsefesi benimseyerek, insana yeten sade ve basit bir yolun da seçilebileceği ortadadır. Bireyin rıza göstererek ve seçimlerinde hür bir şekilde salt kâr merkezli olan üreticileri boykot ederek sosyal sorumlu ürün ve hizmetlere yönelmesi, tüketim toplumunun ve kapitalizmin değerlerinin reddine de işaret ediyor.
Gönüllü sadelik, sürdürülebilir bir yaşam felsefesi olarak bir tür kanaatkârlık ve tüketici aktivizmi önermektedir. Bu felsefe; daha yeşilin, her boyutuyla daha sürdürülebilir olanın tercih edilmesini, bireyin ve toplumun değerleri ile uyumlu bir yaşam biçiminin seçilmesini ve savunulmasını gerektirir.
Tüketim bağlamında farkındalığın yükselmesi, kapitalizmin yücelttiği benmerkezciliğe ve bireyselleşmeye karşı bir duruş anlamına da gelmektedir. Aşırı tüketimin bireye, topluma ve gezegene bir refah getirmeyeceğini öngörmek ve satın alma konusundaki tutum ve davranışları bu felsefe üzerinden bir kez daha gözden geçirmek gerekiyor.
Sonuç
Sonuç olarak, seçimlerimizi doğa dostu ürün ve hizmetlerden yana sorumlu bir biçimde yapmak, yeteri kadarı ile bir yaşam sürmek, gelecek nesilleri düşünerek hareket etmek, etik açıdan sorgulayıcı olmak ve eleştirel düşünmek mümkündür.
Uzun vadede bir sadeleşme ve yeterli olana yönelme gerçekleşmediğinde, sade yaşam bir tercih olmaktan çıkarak zorunluluğa dönüşecektir.
Küresel bir tehdit oluşturan iklim krizi ve yarattığı riskler için küresel çapta adımların atılması ihtiyacı elzemken, bu gerçekliğe ek olarak değişimin bireyden başlayarak çoğaldığını ve güçlendiğini unutmamak gerekiyor.
Sürdürülebilir bir yaşam felsefesi olan sadeleşmeden yola çıkarak çevresel, sosyal ve kurumsal açıdan sürdürülebilirliğin adil, eşit, kesişimsel ve kapsayıcı bir değişim yaratması için eylemde bulunma sorumluluğu ayrım gözetmeksizin her insanın hayat yolculuğunda yer almalı.
İçinde bulunduğumuz Antroposen (insanmerkezci) çağdan çıkışın yolu, şüphesiz yeni bir çağ tahayyülünün bugün, şimdi başlaması ve distopik senaryo örneklerinde olduğu şekliyle tecrübe edilmemesidir.
Referanslar
[1] Bourdieu, P. (2015) Ayrım-Beğeni Yargısının Toplumsal Eleştirisi, (Derya Fırat ve Günce Berkkurt, Çev.), Ankara: Heretik
[2] Sürdürülebilirlik Sohbetleri: Sorumlu Tüketim,Oksijen Gazetesi, 23-30 Kasım 2023, s. 37
[3] https://www.ipsos.com/tr-tr/tuketicilerin-65i-daha-surdurulebilir-bir-yasam-icin-neler-yapmasi-gerektigini-bilmiyorSon Erişim: 19.12.2023
[4] D’Alisa, G., Demaria, F., Kallis, G. (2020) Küçülme-Yeni Bir Çağ İçin Kavram Dağarcığı, (Kolektif, Çev.), İstanbul: Metis
[5] Alexander, S. (2020) Yeteri Kadarsa Çoktur-Thoreau’nun Alternatif İktisadı, (Işıl Şeremet, Çev.), Ankara: Heretik
Fotoğraf: Sarah Dorweiler