[voiserPlayer]
Türkiye yaklaşık bir ay sonra cumhuriyet tarihinin en kritik seçimlerinden birine girmeye hazırlanıyor. Bu seçim aynı zamanda 2018 yılında hayata geçirilen cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin de ikinci seçimi olacak. Yaklaşan seçim için muhalefetin en önemli seçim vaadi, seçimi kazanmaları durumunda Türkiye’nin içinde bulunduğu cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi rejimini sonlandırarak tekrar parlamenter sisteme dönmek. Millet İttifakı üyesi partiler geçtiğimiz sene Şubat ayında yaptıkları ilk ortak açıklamayla güçlendirilmiş parlamenter sistem için mutabakat metnini açıklamışlardı. Muhalefetin güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönmesi için mecliste 360 milletvekili kazanıp anayasa değişikliğini referanduma götürmesi ya da 400’den fazla milletvekili kazanıp mecliste anayasa değişikliğini yapması gerekiyor. Başkanlık sisteminin ilk dönemini, muhalefetin neden parlamenter sisteme dönmek istediğini ve yeni anayasa hazırlığını Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz’a sorduk.
Millet İttifak’ın seçimi kazanması durumunda Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçilecek. Bu geçiş sürecinde çözümlenmesi gereken belli başlı meseleler neler?
Geçiş sürecinin nasıl olacağına dair zaten çok uzun süredir çalışmalar yapılıyor. Yaklaşık 2 senedir 6 partinin genel başkan yardımcılarından oluşan veya görevlendirdiği uzmanlardan oluşan heyetler, o geçiş sürecinde neler yapılacağına ilişkin belli başlı konuları çalışıyorlar ve onları da ortak politikalar mutabakat metninde çıkardılar. Bir de güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili bir anayasa değişikliği önerisi meydana getirdiler. Dolayısıyla o süreçte neler yapılacağı tespit edilmiş durumda. Zaten şimdi bunun iki yönü var. Bunlardan bir tanesi güçlendirilmiş parlamenter sisteme yönelik anayasa değişikliğinin nasıl yapılacağı ile ilgili yönü. Diğeri de bu geçiş sürecinde çıkarılması gereken kanuni düzenlemeler, hâlihazırda geçiş sürecinde devletin mevcut kötü yönetimden nasıl kurtarılacağı ile ilgili pratik meseleler. Dolayısıyla bu anayasa ve kanun değişiklikleri işin bir boyutu. Bu seçimden sonra ortaya çıkabilecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi çoğunluğuna bağlı olarak şekillenecek bir süreç olacak.
İşin pratik boyutundan başlayayım. Orada zaten bana sorarsanız en iyi ihtimalle yaklaşık 1-2 yıllık bir süre var. O süreç içerisinde ekonominin düzeltilmesi, devlet yönetiminin düzeltilmesiyle ilgili planlar var. Bunlar yapılmış durumda, hangi bürokratların nereye atanacağı ile ilgili planlar yapılmış durumda. İlk etapta, o politika kurulları, bakan yardımcılıkları vesaire bunlar kaldırılacak. Biliyorsunuz bunları cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yapmak mümkün, kanuna da ihtiyaç yok. Hâlihazırda da zaten CBK ile düzenlenen işler bunlar. Dolayısıyla o cumhurbaşkanlığı teşkilatı, merkez devlet teşkilatı değiştirilecek. Bunun nasıl olacağına ilişkin önceden alınmış kararlar var zaten. Millet İttifakı bu konuyla ilgili yol haritasını çıkarmış durumda. Ekonomik sorunlar, devletin kötü yönetilmesinden kaynaklanan sorunlar, bir yandan da Türkiye’nin acilen çözülmesi gereken sorunları var. Dolayısıyla mevcut teşkilatı hızlıca düzelterek bu alanda 2 seneden fazla bir süredir çalışmakta olan, ne yapılacağı konusunda çalışıp uzlaşmış olan heyetler, yürütme içerisinde görevlerini alıp bu amaca yönelik faaliyetlerine başlayacaklar.
İşin hükümet sistemi boyutuna gelirsek, orada demin de söylediğim gibi yapılması gereken kanun değişiklikleri ve anayasa değişiklikleri var. Ama öncelik anayasa değişikliğinde. Bu noktada tabii nasıl bir meclis kompozisyonu ile karşı karşıya kalacağımız son derece önemli. Mevcut anketlere baktığımız zaman muhalefetin mecliste çoğunlukta olacağı tahmin ediliyor ama bu bence önümüzdeki sürecin de etkileyeceği bir durum. Yani henüz daha kimin ne kadar sandalyeye sahip olacağı, hangi muhalefet partisinin mecliste birinci parti haline geleceği, Ak Parti’nin ne durumda olacağı -ana muhalefet partisi mi olacak yoksa en fazla sandalyeye sahip parti mi olacak- bütün bunları önümüzdeki 33 günlük süreç şekillendirecek. Dolayısıyla burada şunu söylemek lazım, bir defa anayasa yapım sürecine AK Parti de dahil olacak. Yani mecliste bulunan bütün siyasi partilerin içine dahil olacakları bir yapım süreci olacak. Ve tabii ki her demokratik anayasa yapım sürecinde olduğu gibi burada da bir anayasa değişikliği süreci olacak; yeniden, sıfırdan bir anayasa yapımı düşünülmüyor. İlk etapta bir anayasa değişikliğinin hızlıca yapılması düşünülüyor. Olabilecek en hızlı şekilde olması düşünülüyor. Ama tabii burada sivil toplum örgütlerinden, toplumdan ve fikri olan uzmanlardan da destek alınması gerekecek. Yani bu sürecin içine toplumun da katılması gerekir. Bu böyle sabahtan akşama olacak bir şey değil. Millet İttifakı’nın elinde bir metin var ama o metin bir başlangıç metni görevi görecektir ve o sürece başkaları da dahil olduğu ve ondan sonra bu iş başarıldığı takdirde daha kapsamlı olacaktır.
Biliyorsunuz, anayasa değişikliği yapabilmek için minimum Türkiye Büyük Millet Meclisi sandalyelerinin üç bölü beşine sahip olmak gerekiyor, eğer üçte ikiye sahip olunursa bu halk oylamasına gitmeden çıkabilir. Üçte ikiden daha küçük ve beşte üçten daha büyük bir çoğunluk olursa anayasa değişikliği çıkar ama yine de referanduma gitmesi gerekir. Dolayısıyla, tüm bu süreçlerin yaşanması gerekecek. Burada siyasi olarak çok şeyi de zorlayabilir AK Parti veya bu anayasa değişikliği içinde yer almayı da seçebilir. Oturup güzel bir parlamenter sistemin kurgulanmasına da katkı sunmayı seçebilir, bunu zaman gösterecek bize.
Neden parlamenter sisteme geçilmesi öncelikli bir politika olmalı?
Çünkü içinde yaşadığımız kötü yönetimin sebebi bu hükümet sistemi. Şöyle anlatayım size, var olan rejim neo-patrimonyal bir otoriter rejim, kişi merkezli ve devletin, kamunun kaynaklarını ödül olarak siyasi sadakati satın almak için kullanıyor. Kamu kaynakları, kamu makamları, kamu parası, kamu ihaleleri hatta kamu hizmeti bunun için kullanılıyor. Şimdi böyle bir ortamda etkili vergi toplanamadığı gibi kamusal sorunları tespit edip bunlara çözüm üretecek liyakatli kadrolarınız da olmuyor. Dolayısıyla kamu parası yağmalanıyor, kamu gücü de siyasi çıkar için kullanılıyor. Bir de muhalifleri cezalandırmak için kamu otoritesi kullanılıyor. Kamu parasını etkili şekilde toplayıp, kamusal sorunları doğru tespit edip çözmek için kullanamıyorsunuz. Devlet ve toplum ciddi yönetimsel sorunlarla boğuşuyor. Bu kadarla da kalmıyor, kamu gücü de baskı aracı olarak kullanıldığı için yargı, tarafsız ve bağımsız olmaktan çıkıyor. Güvenlik güçleri gerçek suçluların peşine değil, muhaliflerin peşine düşüyor, öyle olunca adalet de gidiyor. Dolayısıyla böyle bir rejimde etkili yönetim yapısı ve adalet olmuyor.
Bu ikisinin de olmadığı bir toplumda ne huzur olur ne refah olur ne mutluluk olur, ne de devlet bunlar için var. Zaten kamu hizmeti sunamayan, sadece sıkıntı kaynağı olan bir yönetim yapısı acilen reforme edilmeli. Neo-Patrimonyalizmin formel kurumları, yazılı olmayan kuralları ve bir de yazılı olan kuralları var. Patrimonyalizmin üst yapısı, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemidir. Dolayısıyla bu sistemin formel kurumlarını beraber tasfiye etmek lazım. Bunu tasfiye ettiğimiz zaman yerine ne koyacağız? Etkili bir yönetim yapısı; yani kamu parasını doğru toplayacak, eksiksiz toplayacak, kamusal sorunları doğru tespit edip doğru önceliklendirme yapacak bir kamu yönetimi ve tüm bunları uygulayacak etkili mekanizmalar oluşacak. Bunlardan hesap sorabilecek. Çünkü, büyük miktarda parayı hesabını sormadan ve hesabını vermeden kimse kimseye teslim edemez. Bu milletin parası, bunun için kontrol ve denge araçlarını kurgulamak gerekiyor. Yani kuvvetli bir yürütme ve bunu denetleyebilecek kuvvetli bir yasama, tarafsız ve bağımsız yargı kurgulamak lazım. Bu da yeni bir hükümet sistemiyle olabilecek bir şey.
Dünyada iyi işleyen başkanlık modelleri yok mu? Neden Türkiye’de başkanlık sisteminin sonuçları kötü oldu?
Her şeyden evvel şunu söyleyeyim. Türkiye’deki gerçek bir başkanlık sistemi değil. Akademik literatürde bu sisteme, hiper başkanlık, süper başkanlık diyen yazarlar var. Bu, bizim saf başkanlık sistemi dediğimiz ABD modeli değil. Demokratik başkanlık modeli değil Türkiye’deki. Bununla birlikte, dünyada iyi işleyen -az sayıda olmakla birlikte- başkanlık sistemi var. Başkanlık sisteminin sıkıntısı, yürütme organının tek kişilik olması ve çok fazla ön plana çıkması. Dolayısıyla kuvvetler ayrılığı diye yola çıkıp kuvvetler birliğine dönüşmesi çok kolay oluyor. Onun için Türkiye gibi ülkelerde, geçmişinde otoriterlik bulunan, şahıs otoriterliği eğilimi taşıyan toplumların başkanlık sisteminden uzak durması lazım. Çünkü oradaki kurumsal yapı kilitlenmeye, siyasal krizlere çok müsait veya şahıs, otoriterliğe dönüşmeye çok müsait. Bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesinde gördüğümüz kitlenme örneğini ulusal ölçekte düşünün. Başkanın bir partiden ya da bir koalisyondan, yasama organının çoğunluğunun ise başka bir koalisyondan ya da başka bir partiden çıktığı örnekler var. Dolayısıyla çok partili, yani iktidara gelme şansına sahip 3 ve üzeri siyasal partisi bulunan ülkelerde, yasama başka bir partinin ya da partiler grubunun kontrolünde, yürütme ise başka bir koalisyonun kontrolünde olduğu zaman kurumsal çatışma ve kilitlenme meydana geliyor. Siyasal kriz üretiyor başkanlık sistemi.
Bu yeni sistem için ideal bir anayasa nasıl bir anayasa olmalı?
Ben güçlendirilmiş parlamenter sistemi şöyle tanımlıyorum; birincisi, anayasal krizleri açacak mekanizmalara sahip, rasyonel, eleştirilmiş bir parlamentarizm olmalı. Yani karar alma süreçleri tıkandığında, yasama organı tıkandığında ve kriz yaşadığında bunu aşacak hukuksal, anayasal formüllere sahip olan bir parlamentarizm. Sıkıntı her siyasal sistemde olur. Ama sizin anayasal formülünüz olursa kriz çıktığında ne yapacağınız bellidir, bu da halka gitmektir. Dolayısıyla, demokratik iradeyle krizleri aşacak mekanizmaların olması lazım. İkincisi, Türkiye gibi otoriterliğin dönemsel olarak askeri ve sivil otoriter rejimlerle ortaya çıktığı ve bunun demokratik, yarı demokratik süreçlerle adeta bir sarkaç gibi gidip geldiği toplumlarda döngüsel bir durum var. Bu gibi ülkelerde bu sarkacı durdurabilmek için demokratik kontrol ve denge cihazları özellikle önemli hale gelir. Yani sadece kriz açan mekanizmalarınız olmayacak, anayasada etkili kontrol ve denge araçlarınız da olacak.
Sınırlandırılmış bir parlamento olacak. Türkiye’ye özgü sorunların doğru tespit edildiği ve Türkiye’ye özgü bir elbise içerisine giydirildiği, rasyonel, eleştirilmiş ve sınırlandırılmış parlamentarizm olacak. Güçlendirilmiş parlamentarizmde şu vardır; yürütme güçlüdür, görev süresi mümkün olduğu kadar demokratik koşullar çerçevesinde belirlenmiştir. Yani kamusal sorunları çözmeye müsait bir bürokratik yapının üzerine, demokratik ve kuvvetli bir yürütme organı tasarlandı. İkincisi, bu tasarımı da kuvvetli bir meclisle güçlendiriyoruz. Ama meclis çoğunluğunun kuvvetli olması değil. Çünkü meclis çoğunluğu, içinden hükümeti çıkarıyor. Meclisin denetim prodüksiyonunda muhalefet partilerini aktif hale getiriyoruz. İktidarı sorgulayan, yasama içinde denetim araçlarıyla, hukuki anayasal denetim araçlarıyla denetleyen ve sorgulayan bir muhalefet olacak. Burada müzakere var, burada denetim fonksiyonu var ve bunu kullanabilen, muhalefete verilmiş, anayasa ve iç tüzük eliyle verilmiş araçlar var. Böylece ne yapıyorsunuz, gücü de dengeliyorsunuz.
Neden başkanlık sistemi değil de parlamenter sistem istiyorsunuz?
Parlamenter sisteme dönmek istiyoruz, çünkü biraz önce de söylediğim gibi başkanlık sistemleri; krizlere çok açık, siyasal parti sayısı çok fazla olan, iktidara gelme şansına sahip parti sayısı çok olan, bölünmüş parlamentosu bulunan ülkelerde kriz üretiyor. Otoriter rejimleri besliyor. Türkiye’nin zaten bir otoriterlik geçmişi var. Dolayısıyla burada başkanlık sistemi bizim için etkili yönetim yapısını oluşturacak bir kurumsal model sunamadı. Buradan ya kriz çıkar ya otoriter rejim çıkar. İkincisi, parlamenter sistemin nasıl işlediğine dair bir geçmişimiz var. 1909’dan bu yana, İkinci Meşrutiyet’ten bu yana, İkinci Meşrutiyet’e doğmuş olan bir hükümet sistemidir bu. İyi kötü bir pratiğimiz var, ona ilişkin kurumlarımız var. Bugün içinde olduğumuz sistemde meclisimiz meclis gibi çalışmıyor. En basitinden grup kavramı parlamenter sistemde olur, başkanlık sisteminde olmaz. Ki biz başkanlık sistemini almadık zaten, bu garip bir şey. Bizdeki gerçek bir başkanlık sistemi değil. Bunun yerine zaten alışık olduğunuz parlamenter sistem daha demokratik bir Türkiye için daha uygundur. Türkiye’nin özelinde krizlerden uzak bir demokrasiye ancak parlamenter sistemin bilinçli olarak dizayn edilmiş haliyle gidebiliriz.
Siz 2017 referandumundan önce cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin hukuk ve demokrasi açısından getireceği problemlere çok isabetli şekilde işaret etmiştiniz. Sizce geçen sürede cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin Türkiye demokrasisi ve hukuk sistemine en büyük zararları ne oldu?
Kurumları yok etti. Neden, çünkü bir şahıs otoriterliği.. Şahsı güçlendirmek için kurumları yok etti Bugün hükümeti eleştirmek isteyen muhalifler bile devlet kelimesini kullanmaya başladı. Çünkü bir kişinin şahsıyla devleti özdeşleştirdi. Ama gerçekte devleti ve kurumlarını çok zayıflattı. Çünkü kişiyi güçlendirebilmek için orayı eritti, en büyük zararı buraya verdi. Devlet kurumları liyakatli ise güçlü olur, ezerse güçlü olmaz. Ezen devlet güçsüz devlettir. Güçlü devlet vatandaşını ezmez, yok etmez. Güçlü devlet adildir, güçlü devlet vergiyi adil toplar. Güçlü devletin vatandaşı mutlu ve müreffehtir. Bunların olmadığı bir yerde devlet yok olmuştur. En büyük zararı o gördü ve tabii ki vatandaşlar gördü. Ekonomik açıdan, hukuki açıdan, alınan kamu hizmetinin kalitesi açısından, özgürlükler açısından yok oldu, bitti. Artık insanların dayanacak gücü kalmadı.
CHP geçtiğimiz sene başörtüsüne yasal güvence verileceğini açıklamıştı. Ardından AKP grubu bu değişikliği üstlerine alarak meclise sundu. Siz bu değişiklik hakkında ne düşünüyorsunuz? Yeni anayasada başörtüsüne anayasal güvence maddesi yer almalı mı?
Yasa başka şey, anayasa başka şey. Anayasa iç hukukta devleti kurar, temel hukuk devleti kurar. Anayasanızda çok temel kurumsal ilkeleriniz ve kurallarınız olur. Başörtüsü çok daha geniş ve kadınların kendi yaşam tarzlarını kıyafetlerini belirleme özgürlüklerinin bir parçası. Dolayısıyla bizim burada güvence altına alacağımız şey, kadınların ve sadece kadınların değil, toplumumuzdaki bütün vatandaşlarımızın kendi yaşam tarzını belirleme özgürlüğüdür. Bu çerçevede özgür iradesiyle isteyen kadın inancı gereği başını da örtebilir, bundan daha doğal hiçbir şey yoktur. Ve bu kadın kamu hizmetinde görev yapmak istiyorsa hizmetin gerektirdiği özel kıyafetlere dikkat etmek suretiyle başörtüsünü de takar. Mesela bir kadın doktor, ameliyathane önlüğünü giyer, ameliyathanede kepini takar. Hijyen neyi gerektiriyorsa ona dikkat eder ama başını da örtebilir. Buna bir engel yoktur. Ama ameliyathane kıyafetini ben tanımam, ben çarşafını çıkartamam, öyle geziyorum diyemez. Ak Partinin verdiği önergedeki sıkıntı buydu. Şimdi hiç şüphe yok ki kişiler kendi yaşam tarzlarını buna bağlı olarak inançlarını seçebilirler ama bunun dışında dengelenmesi gereken başka hak ve menfaatler de vardır. Burada CHP’nin söylemek istediği şey şuydu; bunu bir yasayla güvence altına alalım, devlet memurlarının başını açma zorunluluğunun olmadığı, tercih edenin devlet memuru üniformasına veya pozisyonunun özel gerekliliklerine dikkat etmek suretiyle başını örtebilmesiydi.
YSK geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaparak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığında yasaya engel bir durum bulunmadığını ifade etti. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Anayasaya göre bu adaylık mümkün mü?
YSK gerekçesiz bir karar veriyor. Anayasanın açık hükmünü sen nasıl görmezden gelirsin? Atıf yaptığın cumhurbaşkanlığı seçimi kanununda cumhurbaşkanının bir dönem daha olabilmesinin tek yolu, TBMM’nin karar vermesidir. TBMM’nin böyle bir kararı yok. Anayasa’yı ve yasayı görmezden nasıl gelebiliyorsunuz? Bunun yanıtını görmüyoruz. YSK’nın kararı hakikaten şoke edici sığlıkta ve boşlukta bir karar. Hukuken de zaten tersini ileri sürebilmek mümkün değil. Çünkü, bir kere daha söylüyorum, 2007’de yapılan anayasa değişikliğiyle halk tarafından seçilen cumhurbaşkanları için iki dönem sınırı geldi.
Bu kural halk tarafından seçilmeye bağlı olarak gelen bir şey ve 2007 tarihinden beri var. 2014’te Cumhurbaşkanı Erdoğan seçilirken bu kural vardı, 2018’de seçilirken de bu kural vardı. Yani burada geçmişe etki filan diye bir şey yok ki zaten o kuralla seçime girdi, o kuralla seçildi. Kaldı ki şu anda da var ve siz 2018’de yeni bir hükümet sistemine geçerken yeni bir anayasa yapmadınız. Anayasa değişikliği yaptınız. 101. maddenin bir takım hükümleri değişti ama bu değişmedi, noktasına virgülüne kadar aynı kaldı. İkincisi, yeni bir hükümet sistemine geçseniz bile, eğer bir geçiş hükmü koymazsanız daha önceki cumhurbaşkanları için bu kural onları da kapsıyor anlamına gelir. Şimdi hukuki yorum teknikleri olmazsa olay keyfiliğe gelir, keyfilik hukuk devletinin olmadığının birinci göstergesidir. Bu da çok keyfi bir karar hukuk devleti olmadığını şahıs otoriterliği olduğunu gösteriyor bize. O şahısa o kadar bağımlılar ki herkes o şahsa onun ihtiyaçları doğrultusunda bir şey söylüyor. Anayasanın filan bir hükmü yok. Bunu görmüş oluyoruz. Düşmekte olan bir otoriterliğe böyle omuz vermesi YSK’nın yargıçları için üzücü. O kararın altına imza atıp da ben hukukçuyum diye dolaşabilmek çok üzücü bir şey. Ben YSK üyeleri adına üzüldüm.