[voiserPlayer]
Dünya büyük bir sağlık kriziyle boğuşurken onun neden olduğu ekonomik krizin sonuçlarıyla da yüzleşmeye başladı. Kapanan fabrikalar, oteller, cafeler; şekil değiştiren tüketim alışkanlıkları; daralan arz ve talep… Tüm bunların, belki de en yakından hissettiğimiz sonucu, işsizlik. Arın Demir bu haftaki Pazar röportajında işgücü ve istihdama yönelik çalışmalarıyla tanıdığımız, TOBB ETÜ Ekonomi Bölümü öğretim üyesi Dr. Güneş Aşık’la bu konuları konuştu.
Koronavirüs’ün yarattığı belirsizlikler devam ediyor. Türkiye kademeli olarak gevşemeleri sürdürürken ve salgını kontrol altında tutmaya çalışırken ekonomik aktiviteyi nasıl canlandırabilir?
Koronavirüs bizim daha önce yaşadığımız hiçbir şeye benzemiyor. Vereceğimiz çoğu cevap aslında belirsizlikler içeriyor. Normal bir finansal kriz ile karşı karşıya olsaydık, başka ülkelerin veya kendi atlattığımız finansal kriz tecrübelerinden yararlanabilirdik. Fakat, Koronavirüs esasen bir sağlık krizi olduğundan kesin cevaplar vermek henüz mümkün değil. Şu ana kadar hiçbir ülke, tam anlamıyla hem sağlık krizini kontrol etme hem de ekonomisindeki daralmayı azaltma yolunu bulmuş değil. Krizle mücadelede, deneme ve yanılma yöntemlerinin kullanıldığını görüyoruz. Bu konuda en başarılı ülkelerden birisi Güney Kore oldu. Güney Kore başarısını yoğun bir şekilde rastgele test yaparak sağladı. İstatistikte rastgele test yapmak, sağlıklı bir yayılım verisine ulaşmanızı sağlar. Güney Kore yoğun testler ile taşıyıcıları hızla belirleyerek, toplumdan izole etmeye başardı. Yoğun test yapma stratejisi, salgının hızlı yayılmasını engelledi ve Güney Kore sokağa çıkma yasakları koymadan eğriyi düzleştirebildi. Hastaları sosyal hayattan izole edip, sağlıklı insanların ekonomik üretim yapmalarına imkan kılan bir yol izlediler. Dünyadaki diğer örneklerle karşılaştırdığımız zaman, en başarılı örneğin Güney Kore modeli olduğunu görüyoruz. Ancak buna rağmen, Güney Kore’de dahi ilk çeyrekte büyüme bir önceki döneme göre negatif gerçekleşti.
Türkiye için de benzeri bir model düşünülebilir. Test sayımız günden güne artıyor. Türkiye sağlık sisteminde İtalya’da yaşanan sağlık krizi benzeri bir yığılma yaşanmadı. Başlarda biraz yığılmalar olsa da hastalıkla mücadele şu an sürdürülebilir görünüyor. Bir yandan halk sağlığını korurken aynı zamanda ekonomimizdeki değer üretiminin sürekliliğini sağlamalıyız. Bunun için Güney Kore modeli uygulanabilir. Herkesi test etmek mümkün değil ama olabildiğince fazla test yaparak kişileri hızlıca sistemden çektiğimiz zaman, yıkıcı etkilerin azaldığını görüyoruz. Biz hangi politikanın doğru olduğunu ancak pandemiyi tam anlamıyla atlattığımızda anlayabileceğiz. Tabii ekonomik küçülmeden bir kaçış yok gibi görünüyor, ancak başlıca politika hedefi halk sağlığından taviz vermeden krizden minimum hasarla çıkmaya çalışmak olmalıdır.
Ekonomik aktiviteyi canlandırmanın tek yolu dış kaynak bulmak mı?
Ekonomik hasarı en aza indirmek için dış kaynak önemlidir. Yurtiçi kaynaklarımız yeterli olmadığından, dış kaynak bulmamız ekonomi için önemli. Dış kaynak bulmadan, kısa vadede talebi yeterli ölçüde canlandırmak mümkün olmayabilir. Koronavirüs, hem arz hem talep yönlü bir kriz. Pandemi, toplumlarda ciddi bir can güvenliği kaygısı yaratıyor. Bu nedenle, ulaşım ve konaklama gibi bazı sektörleri hızlıca eski haline getirmek mümkün değil. Tedbirlerden kaynaklı arz kısıtlarının kaldırılması söz konusu olsa dahi, önümüzdeki bir iki ay içerisinde belli hizmetlere dair talebin hemen canlanmayacağını biliyoruz. Bir yandan da işten çıkartmalar ve iflas eden şirketler var. İşsiz kalanların sayısı arttıkça toplam talebin daha da azalması söz konusu. Hanehalkı gelirlerinin azalması ve harcamaların ertelenmesi, azalması neticesinde ciddi bir talep daralması bekleniyor. Bu nedenle dış yardımlar en kırılgan hanehalklarına ve KOBİ’lere daha fazla kaynak ayrılabilmesine imkan tanıyarak talepteki sert düşüşün kısıtlanabilmesine yardım eder. Ekonominin daha az hasar görmesi için dış kaynak bulunması önemli.
Ekonomik İstikrar Paketi başta ulaşım, tekstil, yeme-içme, eğlence sektörü gibi karantinadan en çok etkilenen sektörler için yeterli oldu mu? Bu sektörlerin istihdama katkısı açısından bakıldığında, işsizlik oranları üzerinde büyük bir hasar bıraktıkları anlaşılıyor. Koronavirüs sonrası dönemde bu sektörlerde toparlanmayı nasıl öngörüyorsunuz?
Bu aşamada ekonomik tedbirlerin yeterli olup olmadığının sağlıklı bir analizini yapmak henüz çok zor. Türkiye’de işsizlik ve gayrisafi milli hasıla gibi verileri maalesef 3 ay geriden takip ediyoruz. Dolayısıyla paket açıklandığından günümüze kadar olan etkisinin ne olduğunu resmi rakamlarla henüz cevaplandıramıyoruz. Fakat iki hafta gecikmeyle açıklanan kredi kartı harcamaları veya elektrik giderleri gibi ikincil verilere bakarak bir yorum getirebiliriz. Burada da elektrik ve kredi kartları verileri ile üretilen katma değer arasındaki gerçek istatistiki ilişkiyi çok iyi bilmediğimizden bu tahminler resmi rakamlar kadar güvenilir olmayabilir. Ekonominin normal seyrettiği dönemlerdeki istatistiki ilişkiyi referans almak, pandemi gibi bambaşka bir sağlık şoku söz konusu olduğunda sağlıklı bir analize imkan vermeyebilir. Ancak şu ana kadar gözlemlediğim kadarıyla tedbirlerin yeterince işe yaramadığına dair kaygı duyuyorum çünkü genel itibarıyla paketin çok cömert olmadığını düşünüyorum. Kaynaklarımız kısıtlı. Üstelik örneğin kısa vadeli çalışma ödeneği gibi bazı tedbirler için de bürokratik süreç çok hızlı değil gibi görünüyor. Yine dediğim gibi sağlıklı bir analiz için biraz daha zamana ihtiyacımız var.
Ekonomide toparlanma sürecine gelirsek, bu tahminimizden daha uzun sürebilir. Özellikle de ulaşım, tekstil, yeme-içme, eğlence sektörlerinde bir yavaşlama olacak. Bu süre bir buçuk yıla kadar uzayabilir. Bunun nedeni, sağlık kaygılarından dolayı insanların bütçeleri olmasına rağmen eski tüketim alışkanlıklarına hızlı bir şekilde dönmemeleri riskidir. Konaklama, restoran ve ulaşım gibi sektörlere olan talep önümüzdeki bir iki ay içinde toparlanmayabilir. Ortada bir sağlık güvenliği kaygısı olduğundan, bu sektörlere olan talebin bu yıl içerisinde tamamen toparlanacağını sanmıyorum. Sonbaharda ya da kışın ikinci dalganın ortaya çıkma riski, tedavi yöntemlerinin gelişmemesi veya aşı çalışmalarının hala sürüyor olması, piyasalarda belirsizliğin sürmesine neden olacak. Aşı gelişip, yaygın bir şekilde herkese ulaştırılabilir hale gelmedikçe bu sektörlerin toparlanması uzun sürecek.
Koronavirüs, insanların alışveriş yapma davranışlarını da değiştirdi. İnsanlar AVM’ye veya mağazaya gitmek yerine online işlemleri tercih ediyor. Küçülen sektörlerdeki talep, başka sektörlerin büyümesine neden olabilir. Önümüzdeki bir yılda bazı sektörler, dijitalleşerek gelirlerini arttırmayı hedefleyebilirler. İkinci ve üçüncü dalgaların gelme olasılığından bahsediliyor. Sonuç itibarıyla, toparlanma süreci bir iki ay içinde olmayacak. Uluslararası kuruluşların tahminleri de bunu destekliyor. Buna örnek olarak IMF’nin Türkiye büyüme tahminlerine bakarsanız, 2020 büyümesi tahmini -%5 olarak görülüyor. 2021 yılında baz etkilisiyle %5 büyüme öngörülüyor. Bu ne demek? Küçülmenin etkisiyle yerimizde saymış olacağız, yani iki kayıp yıl bizi bekliyor.
TUİK’in verilerine göre Türkiye’de 10 milyona yakın insan kayıtdışı olarak istihdam ediliyor. Ekonomi yönetimi, kayıt dışı istihdamdaki kişilere desteklerini nasıl ulaştırdı?
Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın açıkladığı istihdam tedbirlerine bakarsak, çok büyük bir kısmının kayıtlı çalışanlara yönelik olduğunu görüyoruz. İstihdam destekleri, kısa çalışma ödeneği, asgari ücret desteği, iki aylık telafi süresinin dört aya çıkarılması ve uzaktan çalışma modelinin geliştirilmesi gibi alınan tedbirlerin tümü kayıtlı istihdama yönelik getirildi. Türkiye’de neredeyse on milyon kişi kayıtdışı çalışıyor. Tarım, imalat ve inşaat sektörlerinde ciddi bir kayıtdışılık var. Sayın Bakan, ihtiyaç sahibi 2 milyon aileye 1000 TL’lik yardım yapılacağını açıkladı. Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın bir yardım veritabanı bulunuyor. Bu veritabanında, ihtiyaç sahibi aileler gelir testleri vasıtasıyla tespit ediliyor. Kişiler düzenli olarak bu sosyal yardımlara başvurabiliyor. Kayıtdışı çalışanların bir kısmı bakanlıktan bu şekilde kısmen yardım alabiliyorlar. Fakat bu yardımlar istihdama bağlı değil. Düşük gelirli, yardıma muhtaç ailelere ilave 1000 lira verilmesine yönelik bir teşvik. Bunun haricinde, kayıtdışı çalışarak işsiz kalan insanlar eğer bakanlığın veritabanında değillerse herhangi bir sosyal yardım alamıyorlar. Yani bu kişilerin sistematik bir istihdam teşvikinden faydalanmak gibi bir opsiyonları bulunmuyor. Dolayısıyla, tüm açıklanan istihdam tedbirleri içinde en zayıf olan kısım, kayıtdışı çalışanlara yardımların nasıl ulaştırılacağına dair.
Koronavirüs öncesinde Türkiye iş piyasasında yaşanan sorunlar az çok belli: Kayıtdışı istihdam, genç işsizliği, işgücüne katılımın azlığı vb. Bu yapısal bozukluklara bir de koronavirüs kaynaklı ani duruş ve şok eklendi. İşgücü piyasasının toparlanması için hızlıca yapılması gerekenler neler ve toparlanma için bir tarih öngörünüz var mı?
Buna ilişkin kesin bir öngörüm yok. İlk olarak Türkiye genç nüfusun çok yüksek olduğu bir ülke. Her yıl liseden, üniversiteden insanlar mezun oluyor. İkincil olarak, işgücüne katılım azlığı kadınlarda çok düşük seyrediyor. Bu meseleye tarihsel olarak bakmak gerekiyor. Türkiye’de 1960’larda kadınların işgücüne katılım oranları %60’lar seviyesindeydi. Hiç fena olmayan bir rakam. Bugün %30-40 civarında olduğunu düşünürsek, 60’lı yıllarda bu oran günümüzden iki kat daha fazlasıydı. Türkiye yapısal değişim geçirdikçe, tarımdan imalat ve hizmetler sektörüne doğru bir kayış oldu. Bunun bir sonucu olarak, eskiden tarımda çalışan kadınlar artık modern sektörlerde iş bulamamaya başladılar. İş piyasasında “skill mismatch” dediğimiz, nitelik uyuşmazlığı nedeniyle bu kişiler işgücünden çıkmaya başladılar. 2004’lerin ortasından itibaren bakarsak, genel işgücüne katılımda ve kadınların işgücüne katılımında bir artış görmeye başlıyoruz. Türkiye’de okullaşma süresi uzadı, yeni üniversiteler açıldı, yükseköğretime kayıtlar arttı ve neticesinde kadınların da işgücüne katılımı artmaya başladı. Örneğin üniversite mezunu kadınların bugün işgücüne katılım oranı %70’ler seviyesinde. Eğer kriz olmasıydı ve her şey 2012’deki seyrinde devam etseydi, 10-15 yıl içinde kadınların işgücüne katılım oranlarının %50’lere ulaşacağını tahmin ediyordum. Ancak şu an ortada çok ciddi bir ekonomik kriz ve diğer yandan da mülteci krizi var. Bunların hepsi, Türkiye’deki işgücü piyasalarının dinamiklerini altüst etti. Genç nüfus gelmeye devam ediyor dolayısıyla genç işsizliği sorunu devam edecek.
Türkiye’deki işgücü piyasalarında en ciddi sorun, nitelik uyuşmazlığı sorunudur. Profesyonel meslekler için ILO’nun belirlediği çeşitli meslek sınıflandırmaları bulunuyor. Bunlar dört yıllık yükseköğretim gerektiren pozisyonlar. Şirketler açtıkları profesyonel pozisyonlara, başvuran üniversite okuyan eğitimli gençlerin yeterli nitelikte olmadıklarına dair şikayetlerde bulunuyorlar. Yabancı dile dair ciddi problemlerimiz var. Türkiye İngilizce problemini henüz çözememiş bir ülke. Nitelik problemi sadece yükseköğretim mezunlarında değil, lise mezunlarında da bulunuyor. Genel itibarıyla, bu kişiler profesyonel niteliklere sahip değiller ama tamamen niteliksiz de değiller. Çok düşük nitelikli işlerde de çalışmak istemiyorlar. Örnek olarak, tarımda çalışmak istemiyor fakat şirketlerin de ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte değiller. Türkiye’de nitelik uyuşmazlığı problemi çok ciddi bir problem. Bu problem çözülmeden genç işsizlik sorununun çözülemeyeceğini düşünüyorum. Sorunun çözülmesi, geliştirilecek politikalara bağlıdır. Eğitim sisteminin özel sektörün aradığı niteliklerle, gençlerin sahip olduğu nitelikleri birbirine yakınlaştırmasını sağlayacak politikalarla revize edilmesi gerekiyor. Almanya bu konuda iyi bir örnek teşkil edebilir. Almanya, öğrencilerine, iş dünyasının isteklerine yönelik nitelikler kazandıran bir eğitim sistemine sahip. Türkiye’de artık üniversite mezunu olmak neredeyse lise mezunu olmakla eş oldu. Bu sorun çözülmedikçe, genç işsizlik problemi de çözülemeyecek.
Diğer taraftan, milyonlar halinde yeni nesiller geliyor. Yeni mezunlara, yaşadığımız krizlere rağmen nasıl yeni iş alanlarının açılacağı cevaplanması çok zor sorular haline geliyor. İşgücü piyasasındaki sorunları çözmek için akıllı politikalara, yabancı ve yerli sermayeye ihtiyaç var. Türkiye’nin işgücü piyasasındaki toparlanma, yapısal sorunlarımıza geliştireceğimiz politikaların seyri ile bağlantılı. Örneğin 2001 krizi sonrası reformlar sayesinde Türkiye’nin 2012-2013 yılına kadar milyonlarca yeni istihdam yaratmayı, orta sınıfın payını arttırmayı ve kırılgan nüfusun payını azaltmayı başardığına dair çeşitli çalışmalar mevcut. Ancak sonraki dönemde eşitsizlik göstergelerinde maalesef kötüleşme var. Her ne kadar “reform” kelimesi bir klişe halini aldıysa da ekonomideki belirsizlikleri azaltan, hukuka güven tesis eden, yatırımların önünü açan, adil rekabet ortamı sağlayan ve kırılgan kesimlerin haklarını güvence altına alan reformların işe yaradığını biliyoruz.
Serdar Sayan’la birlikte hazırladığınız 6 öneriyi ihtiva eden bir yazı vardı Dünya gazetesinde. Bu öneriler içerisinde güncellemek istediğiniz bir şey var mı?
Şöyle bir özeleştiri yapabilirim. Dünya Gazetesi’ne yazdığımız yazıda, Devlet’in başvurularda bürokrasiyi biraz daha kısıtlı tutmasını önermiştik. Bu kriz çok büyük bir kriz olduğundan, ekonomi paketine başvuranları ince eleyip, sık dokumak yerine daha pratik ve kolay bir sistem yapılması gerekliliğini ortaya koymuştuk. Olağan sistemde, İŞKUR sayfasından kısa dönemli çalışma ödeneğinden faydalanmak için önce işçi başvuruyor, ardından işveren belirli formlar dolduruyor, müfettişler tüm bu evrakları kontrol ediyordu. Verimsiz bir bürokrasi görünüyordu. Bizim önerilerimiz, bu kadar bürokrasiyle uğraşıp vakit kaybetmemeyi hedeflemekteydi. Kim gerçekten hak ediyor, kim hak etmiyor tartışmasından ziyade bir an önce muslukları açarak daralmayı da hızla kısıtlayabiliriz demiştik. Fakat biz burada şirketlerin yardımları kötüye kullanma eğilimi olabileceklerini hesaba katmadık. Bilançoları kuvvetli olmasına ve faaliyetini kısıtlamak zorunda olmamalarına rağmen, kısa çalışma ödeneğini kötüye kullanarak işçileri çıkartan şirketler olabilir. Sunduğumuz önerilerden güncelleme olarak, kısa çalışma ödeneği mekanizmasının daha rafine hale getirilmesi olabilir. Şirketlerin bu tarz tutumları, kaynaklar üzerinde baskı oluşması anlamına geliyor. Sırf bu sebepten dolayı belki de gerçekten kaynağa ulaşması gereken kişilere daha az kaynak gidiyor ya da hiç gitmiyor. Kısa çalışma ödeneğinin mekanizmasına ilişkin yeni bir tanımlama getirebilirdik.