[voiserPlayer]
2019 Yerel Seçimleri’nde tezahür ederek son yıllarda Türkiye’deki siyasi atmosferde iki kutuplu politik bir zemin oluşturan “ittifaklar” düzlemi, siyasi gündemin momentini şekillendirmektedir. Esasında bu tip siyasi konsorsiyumlar, Türk siyasal hayatının önemli dönüm noktalarında farklı siyasi partiler çatısı altında ancak benzer kimliklerle daha önce de karşımıza çıkmaktadır.
Türk siyasal hayatının sağ ve sol yelpazesinde farklı dönemlerde belirli ideolojik çerçevelere göre oluşturulan mezkur ittifaklar, günümüz siyasi atmosferinde daha homojenik bir örüntüyle cereyan ederken 1957 Genel Seçimleri öncesinde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) tarafından Demokrat Parti (DP) iktidarına karşı “Güç Birliği Cephesi” adı altında kurulmaya çalışılmış ancak aynı yıl düzenlenen “siyasi partilerin seçimde işbirliği yapmalarını yasaklayan” kanun değişikliği sebebiyle işbirliği fikri, seçimler sonrasında parti birleşmeleri yoluyla ancak fiili şekilde gerçekleştirilebilmiştir. Seçim sonuçlarında DP’nin oylarındaki düşüşü fırsat olarak gören muhalefet partileri, TKP (Türkiye Köylü Partisi)’nin CMP ile birleşmesiyle Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ni kurarken Hürriyet Partisi (HP)’nin de kendisini feshederek CHP’ye katılması sonucunda 1958 yılında Milli Muhalefet Cephesi kurulmuştur.
Muhalefetin güçlenerek kendisine karşı kolektif bir yapılanmaya dönüştüğü gören DP iktidarı, karşı atağa geçerek ‘’Vatan Cephesi’’ni kurmuş ve destekçilerini bu oluşuma kaydetmeye başladığı gibi iktidar gücünü kullanarak haiz olduğu radyo üzerindeki tahakkümle kayıtların duyurusunu her gün radyodan ilan ettirmiştir. Türk siyasal hayatının sağ tandanstaki ilk ittifakı olarak kabul edilen Vatan Cephesi’nin kurulmasıyla birlikte iktidar ve muhalefet partileri arasında cereyan eden cepheleşme ortamı, toplum arasında da vücut bularak ciddi bir politik kutuplaşmaya dönüşmüştür.
Vatan Cephesi ile tezahür eden Türk sağının ittifak modeli, yeniden üstelik yine iktidar pozisyonunda; 1975 yılında Adalet Partisi (AP), Milli Selamet Partisi (MSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) tarafından kurulan koalisyonla “Milliyetçi Cephe Hükûmeti” adıyla inşa edilmiştir. Türk siyasal hayatında Birinci Milliyetçi Cephe Hükûmeti olarak anılan bu koalisyon hükümetinin devamı niteliğindeki İkinci Milliyetçi Cephe Hükûmeti ise 1977 yılında bu kez; AP-MSP-MHP koalisyonuyla kurulmuştur. Türk siyasal hayatında iki defa tezahür eden Milliyetçi Cephe Hükûmetleri, Türkiye konjonktüründe ivme yakalayan sol hareketle birlikte CHP’nin yeniden iktidar olmasına engel olmak ve bir tehlike olarak arz ettikleri komünizmin Türkiye’deki gelişimini durdurmak amacını taşımıştır.
15 Temmuz darbe girişimi süreci sonrasında temelleri atılarak Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) tarafından 2018 yılında kurulan ‘’Cumhur İttifakı’’ ise Türk siyasal hayatının sağ cenahta kurulan ittifak modeliyle iktidardaki son bileşimini oluşturmuştur. Sonrasında Büyük Birlik Partisi (BBP)’nin de dahil olduğu Cumhur İttifakı, 2019 Yerel Seçimleri’nde birlikte hareket ederken Erdoğan ismi üzerinden 2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerine de birlikte hazırlanmaya devam etmiştir.
Farklı dönem ve farklı siyasi partiler tarafından kurulan iktidarlardaki sağ ittifakların ideolojik çizgileri arasında özellikle kimlik siyaseti açısından büyük ayrımlar olmadığı gibi muhalefete karşı geliştirmiş oldukları söylemler arasında da çok ciddi benzerlikler bulunmaktadır. Türk sağının karakteristik özelliğinin kodlarını da teşkil eden bu retorikler arasında muhalefete dair yöneltilen ithamlar yer almaktadır. Örneğin, Türk siyasal hayatında Türk sağı ittifakının ilk bileşenini teşkil eden Vatan Cephesi’nin muhalefete karşı geliştirdiği “Ehl-i Salip Cephesi” (Haçlılar Cephesi) gibi söylemlere bakıldığında aynı tavrın muhalefete karşı “Komünist Uşağı” ya da “piyon” gibi yakıştırmalarla Milliyetçi Cephe koalisyonunda ve Millet İttifakı için “Zillet İttifakı” ithamıyla Cumhur İttifakı tarafından da sergilendiği görülebilmektedir.
Genel itibarıyla Osmanlı mirası ve ümmet kimliği üzerine bir politik çerçeveye sahip olarak kendisini “Yerli ve Milli” şeklinde konumlandıran Türk sağı ittifakları, bir taraftan ABD ve Avrupa ile siyasi ve ticari ilişkiler geliştirerek uyum anlaşmaları imzalarken bir taraftan da karşısında bulunan muhalefet cephesine karşı “dış güç” odaklı bir tecrit uygulamıştır. Zaman zaman demokrasiyi savunarak geçmişteki anti-demokratik uygulamalardan dem vuran Türk sağı ittifakları, aynı zamanda demokrasinin olmazsa olmazı olan muhalefetin “devletin bekası” için bir tehlike oluşturduğunu dillendirdikleri bir paradoksa da düşmüştür. Muhalefeti devletin istikbali adına bir tehdit olarak gören ve seçmen kitleye bu algıyı benimsetmeye çalışan Türk sağı bileşenleri, Vatan Cephesi’nin dillendirdiği “milletimizin terakki ve tealisine giden yol” ya da Milliyetçi Cephe ve Cumhur İttifakı’nın kullandığı “devletin bekası” gibi ve benzeri söylemlerle kendi mevcudiyetlerine devletin devamı adına bir garantörlük atfetmiştir.
Siyasal söylem pratiğini realiteden ziyade duygusal bir temele dayandıran birçok sağ tandansta görüldüğü gibi geçmişin gururu üzerine kurulu bir sürrealist yaklaşıma sahip olan Türk sağı ittifaklarında görülen paydaş söylemlerden biri de ekonomik alanda yaşanan sıkıntılar karşısında ajitasyonun hâkim olduğu bir savunma mekanizması geliştirmek olmuştur. Yanlış ekonomi politikalarına dair yöneltilen eleştiriler karşısında geçmişten atıfla bir “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” içerisinde olunduğunu dillendiren Türk sağı bileşenleri, durumu dejenere ederek seçmenin algısını, cebinde eriyen paranın değerinden alıp duygusal bilincine çekmeye çalışmıştır. Bozulan kur dengesi ve yükselen enflasyonun sorumluluğunu üzerine almaktan imtina eden bu anlayış, müsebbip olarak belirlediği “dış güçler” ve “onların oyunlarından” kaynaklı yaşanan ekonomik problemleri eleştirerek dile getiren kesimi de mezkur güçlerin “maşası” olmakla itham etmiştir.
Türk sağı ittifaklarının söyleminde milliyetçilik ve dini simgeler, oportünist bir yaklaşımla mayalanırken anti-kozmopolit eğilimlerle idealize edilen bu mayada arkaik bir anlayışın hakimiyeti ağır basmaktadır. Geçmişten duyulan gururun gelecek inşasındaki momenti, seçmenin duygusal açıdan tatmin edilen ruhsal doyumunda anlık realiteyi hissizleştirmektedir. Dolayısıyla reel politikadan ziyade kimlik siyaseti odaklı psikolojik bir zemin üzerinde yükselen bu söylemde hedef kitlenin, tarihsel bir hissiyatla kendisini yerli ve milli atfedip muhalefeti ise dış güç odaklı devlete karşı bir tehdit oluşturduğu algısını taşıyarak konsolide edilmesi amaçlanmaktadır.