[voiserPlayer]
Pembe bir fil düşleyin. Bu filin pespembe bir cildi, minik tatlı tüyleri, narin bir gülüşü olsun. Pembe tüyleriyle ender bir Pokémon gibi savannalarda dolaşsın düşlediğiniz bu fil.
Şimdi bu pembe fili tamamen unutun ve bambaşka bir şey düşünmeye çalışın. Herhangi bir şey. Aklınıza ne geliyor? Düşlediğiniz bu pembe filden kurtulabiliyor musunuz?
1987 sosyal psikolog Daniel M. Wegner, gerçekleştirdiği deneyde 34 katılımcının rastgele bir kısmından “bir beyaz ayı düşlemesini”, kalanlardan ise “bir beyaz ayı düşlememesini” istedi[1][2]. Katılımcıların yapması gereken, her iki görevde de ne zaman akıllarına bir “beyaz ayı” gelirse önlerindeki zili çalmaktı.
Yani Wegner, hem bir “beyaz ayı düşlemesini” hem de açık ve münhasır olarak “bir beyaz ayı düşlememesini” istediği katılımcıların akıllarına ne zaman bir beyaz ayı gelirse o zaman zili çalmalarını istedi.
Sonuç son derece ilginç ve ironikti: “Beyaz ayı” düşlememesi istenen katılımcılar zili daha çok çalmış, yani daha çok “beyaz ayı” düşlemişti.
Wegner’in deneyine göre bir şeyi düşlememesi istenen bireyler, zihinlerini o şeyi düşünmeyi bastırmak için kullanırken o şeyi daha çok düşünmüştü. Tespit ettiği bu fenomene Wegner, “ironic process theory (IPT)” ismini vermiştir[3].
Bu teorinin bir benzerini ise “pembe fil paradoksu” üzerinden kurgulamıştır. Pembe fil paradoksunda katılımcılardan (yazının başında yaptığımız gibi) tüm detaylarıyla bir pembe fil düşlemesi istenir[4]. Doğada pembe bir filin (yakın zamanda Sénegal’deki son derece istisnaî doğa harikasının aksine) bulunması olası olmadığından katılımcılar bir pembe fil düşleyebilmek için yoğun bir zihinsel süreç içerisinde kaybolurlar.
Daha sonra katılımcılardan bu sefer bir pembe fil dışında herhangi bir şey düşlemesi istenir. Ender ve şirin bir doğa olayı üzerine yoğun kafa yoran katılımcılar, deneyin bu aşamasında elbette pembe filden başka bir şeyi tahayyül etmekte son derece zorlanırlar.
IPT ismini verdiğimiz bu fenomenin siyasal iletişim açısından son derece incelikli bir önemi bulunmaktadır: Siyasetçiler, kendi “beyaz ayı”larını ve “pembe fil”lerini üretebilirler mi?
Cevap: Evet. Hatta üretebilirler mi değil, üretmeliler!
Siyasette beyaz ayılar, özellikle popülist siyasetçiler tarafından oldukça işlevselleştirilmiştir. Çünkü popülizmin siyasetçiye sağladığı hareket serbestisi, kampanyanın belirli figürlere indirgenmesine imkân tanımaktadır. Başka bir deyişle, genel popülist retorik ile beyaz ayı üretiminin ortaklaşabileceği çok fazla nokta bulunmaktadır.
Popülizm’in en temel retoriği, siyaset bilimci Cas Müdde’ye göre ikilemler yaratmaktır[5]. En temelinde “bize karşı onlar (us vs. them)” retoriği yatan bu ikilemler zinciri, özünde beyaz ayılara çok ihtiyaç duyar. Çünkü bu retoriğin her bir elementi de aslında birer beyaz ayıdır.
Siyasal iletişim ve kampanyacılık tarihindeki en başarılı beyaz ayı uygulamalarından bir tanesi Trump’ın “duvar”ıdır. Sağ popülizm deyince akla gelen ilk isim olan Trump’ın, makul bir tartışma zemininde kabul görmeyecek çok fazla radikal ve zaman zaman itici fikirleri vardı. Ancak Trump bu popülist retoriği benimseyerek belki de Gottschall’a göre anlatı tekniklerinin en başarılısını uyguluyordu: Anlatma, göster! (Show, don’t tell!).[6]
Anlatı tekniği olarak meşhur spin doktoru Steve Bannon’ın dehasının bir ürünü olduğuna şüphe getirmeyen bu duvarın sosyal psikoloji boyutundaki önemi üzerine durmak gerekir. Trump’ın fikirlerini göz ardı etmek, unutmak, yok saymak pekala mümkündür. Ancak “duvar”, ne kadar aksini düşünmeye çalışırsak çalışalım, unutulması güç bir imgelem yaratmıştır.
Özgürlükler ülkesi, macera dolu Amerika’da göçmenlerin ülkeye girişini engelleyen bir “duvar”ı düşünmemek, düşünmekten daha zor bir düşünce sürecini tetikledi. Nihayetinde başarılı oldu ve tüm bu kampanya süreci bir seçim zaferiyle neticelendi.
Ancak ifade etmek gerekir ki burada dikkat etmemiz gereken nokta, yalnızca kampanyayı somutlaştıracak bir item bulmakta değildir. Bu, (başarılı da olsa) salt bir anlatı tekniği, yüzeysel bir kampanya stratejisi olarak bize yol gösterebilir. Ancak asıl üzerinde durulması gereken, beyaz ayılarla sizin gibi düşünmeyenlere “düşünmekten kurtulamayacağı” bir idea sunmaktır.
“Trump’ın duvarı” bu nedenle olağanüstü başarılı bir örnektir. Zira siyasetle ilgilendiğinden beri ABD’yi demokrat eğilimli kanallardan takip eden benim bile, olayların merkezine son derece uzak olmama karşın, “duvar” örneğinden aklımda kalan çok fazla düşüncem ve tahayyülüm bulunmaktır. Muhalif veya değil, tüm dünyaya aklında kalır ve daha önemlisi akıldan çıkartılması güç bir item sunmuş ve bunu kampanyasının merkezine koymuştur Trump. Derin ekonomik, sosyolojik ve demografik analizler üzerine durmadı. “Sınıra bir duvar inşa edeceğim” dedi.
Bunun üzerine siyasi rakibi Demokratlar, Wegner’in deneyine geri dönecek olursak, seçmenine yalnızca “Duvarı düşünme” demekle yetinebildiler. Durum bu olunca, deneyde beyaz ayı düşünmemesi beklenen katılımcılara ne olduğunu hatırlayalım.
Elbette bu beyaz ayıların seçmen davranışına etkisi bambaşka ve derin bir araştırmanın konusu. Ancak varolan popülist örnekler, en azından karşısında bir o kadar güçlü bir beyaz ayı olmadığı sürece başarılı olduklarını gösteriyor.
Birleşik Krallık’ın eski Başbakanı ve popüler siyasetçi Boris Johnson’ın Brexit kampanyası da, Trump’ın duvarı kadar bariz olmasa da, başarılı bir “beyaz ayı” örneği teşkil etmektedir. Başta İşçi Partisi olmak üzere muhalifler, Brexit’in ekonomik ve sosyal sonuçlarını analiz etmek için çırpınırken BoJo ve dolayısyıla Muhafazakarlar yalnızca Brexit diyordu. Brexit terimi, ticaret anlaşmalarının, politik ekonominin, demografi krizlerinin tecessüm ettiği bir beyaz ayı hâline gelmişti. Bu surette muhalifler, seçmenine yine “Beyaz ayıyı düşünme” demekten başka bir seçenek sunamadı. Sonuç aşağı yukarı aynı oldu: Sağ popülizmin ezici zaferi!
Diğer taraftan, Birleşik Krallık örneğinde olduğu gibi eğer girdiğiniz seçim Parlamento seçimi görünümlü bir referandumsa yaratmış olduğunuz beyaz ayının seçmen davranışına etkisini yadsımak çok zor. Buradan varmak istediğim nokta elbette ki Türkiye’deki iki gün sonraki ikinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimi.
Popülizm Türkiye siyasetine de çok yabancı değil. Şu ana dek tartışmasız popülist bir retorik benimseyen pek çok siyasetçi, başta Erdoğan olmak üzere, kendi beyaz ayılarını yaratmaya çalışmıştır, bilerek veya bilmeyerek…
Erdoğana gelmeden önce, örneğin sağ-popülist Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’ın mülteci söylemini “Zafer Tur” veya “mancınık” gibi son derece radikal örneklerle cismanileştirmesi başarılı bir beyaz ayı örneği olarak değerlendirilebilir. 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin başkanlık vurgusu, Cem Uzan’ın Pringles’ı üzerine durmaya değer bulduğum diğer beyaz ayı örnekleri. Ancak şimdilik bunları yalnızca saymakla ve okurun zihninde Türkiye bağlamında da örnekler canlandırmakla yetineceğim.
Gelgelelim siyasal iletişim stratejisi bağlamında kampanyayı cismanîleştirmenin ve dolayısıyla beyaz ayılar üretmenin üstadı hiç şüphesiz ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Erdoğan, girdiği her seçimde kampanyasını aksi düşünülmez bir beyaz ayı ile cismanîleştirmeyi başarmıştır. Dönüp baktığınızda Erdoğan’ın kampanya sürecinde ne istediğini anlamadığımız bir seçim bulmamız son derece zordur. Muhalefetin yer yer “din sömürüsü”, yer yer “vatan-millet edebiyatı sömürüsü” olarak ifade ettiği pek çok retorik, başarılı birer beyaz ayı örneğinden başka bir şey değildir.
2023 seçimlerine geldiğimizde ise Erdoğan’ın beyaz ayısı “Selo” oldu. Muhalefetin terörle sözde ilişkisini derin analizlere değil, mahpus siyasetçi “Selahattin Demirtaş’ın kişiliğine” indirgedi. Bu beyaz ayı “7’li Masa”, Murat Karayılan’lı deepfake videosu, “Apo’yu serbest bırakacaklar” anlatısı gibi varyasonlarla çeşitlendirildi.
Ancak en nihayetinde, Türkiye siyasetinin artık aksini düşünmeye çalışsa bile başarılı olamayacağı yeni bir beyaz ayısı oluştu.
Çünkü bu ifadelerle cismanîleştirilen iddiaların pek çoğu, gerçeği yansıtmıyordu. Tıpkı gerçekte, doğada “pembe bir fil” bulunmaması gibi…
Wegner’e geri dönecek olursak, beyaz ayının esprisi kendi seçmenine bunu düşündürtmek değil, bunu düşünmek istemeyene (yani siyasi rakibine) de beyaz ayıyı düşündürtmek. Yani beyaz ayı örneğinin ve IPT’nin asıl hedefi düşünmek istemeyenler, siyaset bağlamında ise “siyasî rakipler”dir.
14 Mayıs seçimlerinde İyi Parti’nin oy oranına bakalım. 2018 seçimine göre azalma yaşanırken ideolojik muadili Milliyetçi Hareket Partisi oy oranını koruyor hatta arttırıyor. Buradan çıkartmamız gereken sonuç, kanımca şudur: İyi Parti seçmeni, Wegner’in deneyindeki “beyaz ayı düşünmemesi istenenlerden” olmuştur. Bunda siyaseten bir grubu suçlayıcı bir tavır üstlenmeye asla gerek yok. Ortada, yalnızca başarılı bir kampanya ve psikolojik üstünlük vardır.
Peki beyaz ayılarla nasıl mücadele etmeli? Bu sorunun yanıtı, meme savaşları için öne sürdüğüm tavsiyeyle birebir aynıdır. Beyaz ayılarla mücadele etmeye çalışmak, yalnızca seçmene “Sakın bir beyaz ayı düşünme!” demekten farklı olacaktır ve sonucu, arzu edildiği gibi neticelenmeyecektir.
Buradan ulaşmaya çalıştığım nokta bir popülizm övgüsü değil. Başka bir ifadeyle muhalefetin yaptığı her şeyi bırakıp bir anda popülist retorik benimsemesi gerektiğini savunmuyorum. Ancak şu bir gerçek: Muhalefet de kendi beyaz ayısını üretmelidir.
Ama bir dakika, ya çoktan ürettiyse? Eğer sizin de aklınıza “domuz bağı” geldiyse, derdimi iyi anlatabilmişim demektir. Peki zaten varolan bir retorik için bu kadar dil dökmeye gerek var mı? Başarı kıyaslaması bakımından iktidarın beyaz ayısı açık ara önde çıkmıştır. Ancak muhalefet, ne yaptığının (veya yapması gerektiğinin) farkına vararak kısa zamanda bu dengeleri değiştirebilir.
IPT adını verdiğimiz sosyal psikoloji fenomenin bir boyutu, düşünceyi baskılamak isteyenin baskılayamamasıyken (beyaz ayı), diğeri ise detaylı bir anlatımla düşlenen item’ın akıldan çıkmamasıdır (pembe fil). Görüldüğü üzere beyaz ayı rakibinizin seçmenine, pembe fil ise kendi seçmenize hitap eden bir retorik olarak özetlenebilmektedir. Öncelikle muhalefet, kendi beyaz ayısını bu şekilde analiz etmeli ve kendi seçmenini konsolide etmek için mi, yoksa yeni seçmen kazanmak için mi daha yoğun bir çaba sarf etmesi gerektiğini tespit etmelidir.
Her iki gruba gösterdiğiniz, yani beyaz ayınız ve pembe filiniz farklı olabilir. Kendi seçmeniniz üzerinde örneğin “domuz bağı” anlatısının daha fazla etkisi varken bu karşı seçmene yansımayabilir. Dolayısıyla başarılı bir profillemeyle yeni retorikler benimsemenin, böylece yeni beyaz ayılar üretmenin faydası, zararından çok olabilir.
Elbette tüm bunların deney gözlemini yapmak için çok az bir zaman var önümüzde, ancak tüm bunları yazarken muhalefete bloğuna (ve dolayısıyla Sayın Kılıçdaroğlu’na) şunu önermek istedim: Kampanyayı basite indirgemekten korkmayın.
Kampanyayı zekice yürütmekle popülist bir retorik benimsemek farklı şeyler. Önemli olan, günün sonunda kimin, kimin “beyaz ayısını” düşlediğidir. Doğru kelime ve tespitlerle, iktidarın tüm medya gücüne karşın seçmen, zili sizin “beyaz ayınız” için çalabilir. En azından önümüzdeki kısa ve yoğun kampanya sürecinde, önemli hedeflerden biri, seçmene bu zili çaldırmak olmalıdır.
Fotoğraf: Kaiwen Sun
[1] Wegner,D. M. “Ironic Processes of Mental Control” Psychological Review 101 (1). 1994.
[2] Neden beyaz ayı? Dostoyevski’nin 1862 tarihli “Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları” isimli derlemesinden alınan bu pasajın etkisi olmuştur: “Kendinize tek bir görev verin: Bir ‘kutup ayısı’ düşlememek. Ve göreceksiniz, o lanet şey bir dakika bile aklınızdan çıkmayacak.”
[3] Wegner Ibid.
[4] Spiers, J. D. “The Pink Elephant Paradox (or, Avoiding the Misattribution of Data)” International Journal of Qualitative Methods. 2022
[5] Müdde, C ve Kaltwasser C.R.. “Populism: A Very Short Introduction” (New York: Oxford University Press). 2017.
[6] Gottschall, J. “The Story Paradox: How Our Love of Storytelling Builds Societies and Tears Them Down”. (New York: Basic Books). 2021.