[voiserPlayer]
Siyasal, ekonomik, sosyolojik, kültürel ve teknolojik gelişmelerin damgasını taşıyan küreselleşme süreci, günümüzde akademik çevrelerce önemle üzerinde durulan ve analizi yapılan kavramlardan bir tanesi haline gelmiştir. Küreselleşme her ne kadar çok boyutlu olarak tartışılsa da esasen temelinde ekonomik bir süreçtir. Özellikle 1980’lerden bu yana küreselleşmenin ekonomik boyutu, neoliberal bir görünüm kazanmıştır. Dahası, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) çöküşüyle beraber dünya ekonomisi, fiilen neoliberal küreselleşmenin güdümüne girmiştir. 1990’larda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Ronald Reagan ve Birleşik Krallık Başbakanı Margaret Thatcher önderliğinde oluşturulan ve Washington Uzlaşısı ile pekiştirilen neoliberal ekonomik sistem 2000’li yıllarda da gelişmeye devam etmiştir ve 2007-2009 krizine rağmen günümüzde de varlığını sürdürmektedir.
Neoliberal küreselleşme uluslararası serbest ticaret rejimini, ekonomide devlet müdahalesinin azaltılmasını, kamusal hizmetlerin özelleştirmelerini teşvik etmiş ve desteklemiştir. Bununla birlikte oluşturulan neoliberal düzen içerisinde ulus-ötesi firmalar (özellikle ABD ve Avrupa kökenli) imalatlarını veya imalatlarının bir kısmını iş-gücünün ucuz ve vergilerin nispeten düşük olduğu (offshore tax havens) ülkelerde yaptırma (outsource) imkanı bulmuştur ve bundan da epey kârlı çıkmışlardır. Bütün bunlara ek olarak özellikle 2000’li yıllarla beraber imalat sanayinde ileri derecede teknolojik gelişmeler (gelişmiş bilgisayarlar, robot kollar, akıllı üretim bantları gibi ) yani üst düzey otomasyon gerçekleşmiştir. Bunlar yüksek büyüme, artan kâr oranları ve üretimde verimlilik yaratmıştır. Mal ve hizmet fiyatları düşmüştür. Fakat özellikle outsourcing yapan ve otomasyonu arttıran ülkelerde işsizlik artmış veya işçi ücretleri azalmıştır. Bununla beraber, imalat sektörü daralmış ve finans sektörü genişlemiştir.
Bu ekonomik gelişmelerin sonucu olarak, alt-orta sınıf ile üst sınıf arasındaki gelir dağılımı bozulmuştur. Thomas Piketty’nin etkili çalışması 21.Yüzyılda Kapital (2014), artan servet ve gelir eşitsizlik seviyesine yeniden dikkat çekmektedir. Son yıllarda, bütün dünya ülkelerindeki çoğu insanın gerçek geliri durgunlaşmış ya da azalmıştır; önemli ekonomik büyümeye rağmen kazanımların bütünü nüfusun ilk yüzde onluk dilimine, hatta yüzde onluk kesime giden kazanımlarında büyük çoğunluğu nüfusun en üst yüzde birlik dilimine gitmiştir (Grafik 1). Alt yüzde 50’lik kesimin ise ya geliri hiç artmamış yada azalmıştır (Grafik 2). Bu durumda zengin daha da zenginleşirken, fakir daha fakirleşmiştir. 1980’li yıllardan itibaren finansallaşmanın artması ve serbestleşmesi, artan otomasyon ve dış kaynak kullanımı, küreselleşme sayesinde mal ve sermayenin liberalizasyonu ve buna bağlı olarak da emeğin hareketliliğinin artması, mavi yaka işçi sendikalarının erozyonu, neoliberal kemer sıkma politikaları, bilgi ekonomisinin büyümesi ve demokratik hükümetlerin kapasitesinin sınırlı olması nedeniyle ve çokuluslu şirketler tarafından yatırım kararlarını düzenlemek ya da göç akışlarını azaltmak sebebiyle zaten var olan ekonomik eşitsizlikleri daha da kötüleştirmiştir (Sakir, 2016).
Neoliberal sistemin etkisinde olan hükümetler emek aleyhine gelişen bu durum için hiçbir şey yapmamışlardır. Sonrasında kapitalizmin artık problemi bir kez daha ortaya çıkmış ve bu artık sermaye finans sektörünü iyice genişletmiştir. Bu suni genişleme ve büyüme sonucunda ABD Merkez Bankası (FED) 2005 yılında faizleri artırmıştır. Fakat üretim ve istihdam olmadan oluşan bu finans balonunun çok uzun sürmeyeceği anlaşılmış ve bankalar borçlanma faizlerini ödeyemeyeceklerini düşündükleri için alt-orta sınıfa yüksek riskli ev alma kredileri sunmuşlardır. İnsanlar bu kredileri kullanarak yeni ev almaya hücum etmişler ve bu artan ev talebi de emlak balonunu şişirmiştir. Özellikle sorunlu kredilerin büyük kısmını oluşturan subprime (yüksek riskli) mortgage kredilerinin hükümet tarafından desteklenmesi ve batık kredilerin hükümet politikaları gereği fonlanması, değerleme ve ölçümü zor olan bir sistemin oluşmasına neden olmuştur. Ardından kısa vadeli örneklere dayanan istatistiksel modellerin, olağanüstü portföyler oluşturarak riski azaltacağı vaat edilmiş; ‘iyi ücretler’ (rüşvet) alan derecelendirme kuruluşları eşikaltı ev edinme kredilerinin ipoteğine dayandırılarak menkul kıymetleştirilen türev varlıklarını ve hatta bu türev menkul kıymetlerin de ipoteklendirilmesiyle oluşturulan teminatlı borç senetlerine yani türevinde türevi varlıkları (daha çok yatırım yapılması amacıyla) yeni en üst düzey olan (AAA) dereceleri ile süslemiştir; bankalar da krediyi bilançolardan yapılandırılmış yatırım araçlarına kaydırmış; sonuç olarak, rezervleri biriktirmek isteyen Asya ülkelerinden gelen sermaye girişleri, bu süreç için bol miktarda likidite sağlamıştır (Helleiner, 2009).
Esasen bu alt-orta sınıf insanlarının varolan işsizlikte ve düşük maaşlarla bu kredileri ödeyemeyeceği anlaşılınca, 2007 yazında kriz ABD’de patlamıştır. Ardından Birleşik Krallık ve daha sonra da Avrupa’ya sıçrayan kriz zincirleme olarak bütün finans sektörünü yani borsaları, bankaları ve şirketleri olumsuz yönde etkilemiş birçoğunu iflas ettirmiş ve batırmıştır. Zaten yüksek olan işsizlik oranları iyice artmış ve suni olduğu anlaşılan ekonomik büyüme de iyice düşmüştür, enflasyon yükselmiş, stagflasyon baş göstermiştir ve dünya ekonomisi durgunluk dönemine girmiştir. (2008 krizi büyük oranda hiçbir şekilde kredi verilmemesi gereken kişi ve kurumlara mortgage kredileri sağlanmış olmasıyla ve ucu bucağı olmayan türev ürünlerinin bileşiminin ortaya çıkardığı bir finansal krizdir, aynı zamanda dünyadaki bütün ülkeleri etkilemiş olması bakımından 2008 krizi daha önceki krizlerden farklı olarak küresel bir finans krizidir).
Bütün bunların sonucu olarak, ekonomik eşitsizliklerin ve bozulan ekonomik gündemin yarattığı kızgınlık ve hayal kırıklığı insanları popülist partilere yönlendirmiştir. Popülist partilerin hedefinde de bütün bu ekonomik problemlerin günah keçisi olarak gördükleri göçmenler vardı. Bu da göçmen karşıtlığını, ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını artırmıştır (Norris and Inglehart, 2016).
Günümüzde neoliberal küreselleşmenin yarattığı olumsuz ekonomik koşullar sonucu dünyanın pek çok ülkesinde alt-orta sınıfların eridiğine, yüksek işsizlik oranlarına, gelir dağılımı adaletsizliğine ve bunlara bir tepki olarak oluşan ve giderek artan popülist eğilimlere dikkat çekmek bu yazının önemini vurgulamaktadır. Ayrıca anti-demokratik ve şiddet içerikli popülist söylemler hem ABD’de, hem Birleşik Krallık’ta ve hem de Avrupa ülkelerindeki insanların üzerinde dışlayıcı, ayrıştırıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı ve kutuplaştırıcı etkiler oluşturmaktadır. Tarihe baktığımızda, 1929 Büyük Buhranı akabinde 1930’lu yıllarda yükselen faşizm dalgası ve çıkan İkinci Dünya Savaşı bizlere bu konuda bir ders niteliğindedir. Bu yüzden günümüz popülizmi faşizme evrilmeden bu konu ile ilgili endişeleri dile getirmek ayrıca önemlidir. Neoliberal küreselleşme sürecinin yarattığı ekonomik eşitsizliklerin ve hem bu sürece bağlı olarak gelişen hem de bu eşitsizlikleri artıran 2007-2009 küresel finans krizinin 2016 yılında ABD’de Donald Trump’ın başkan seçilmesindeki, yine 2016 yılında gerçekleşen Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılması ile sonuçlanacak olan Brexit sürecindeki ve 2014 yılından beri Avrupa’nın birçok ülkesindeki popülist partilerin oylarının yükselişindeki etkisi nedir ?
Ekonomik küreselleşmenin arkasında neoliberalizm ideolojisinin olduğu iddia edilmektedir. 1980’lerden itibaren ABD ve Birleşik Krallık’tan çıkıp bütün dünyaya yayılan neoliberal küreselleşmenin, yürürlüğe koyduğu ekonomik (serbestleştirme, düşük vergi oranları, devlet müdahalesinin azaltılması ve özelleştirme) ve sosyal (sendikasızlaştırma ve refah devletinin küçültülmesi) politikalar sonucunda bütün dünyada gelir adaletsizliğini ve küresel ekonomik eşitsizlikleri arttırdığı işaret etmektedir. Bütün bunların sonucunda ise, artan gelir eşitsizliğinin ve düşen refah seviyesinin (insanların iş bulamaması, var olan işlerinden çıkarılması, sağlık hizmeti ve sosyal güvence alamaması, çocuklarına iyi bir eğitim aldıramaması gibi) ve neoliberalizmi benimseyen hükümetlerin buna seyirci kalmasının ardından, toplumların alt-orta sınıflarını kızgınlık ve öfkeye sevk ettiği ve anti-elitist ve düzen karşıtı bir tepkiye sebep olmuştur.
2015 ve 2016 yıllarında Çay Partisi Hareketi’nin ve Donald Trump’ın sürpriz yükselişleriyle, popülizm, Amerikan siyaseti için önemli bir konu haline gelmiştir. Aşikardır ki yığınların ‘öfkesi’ bir rol oynamıştır ama tek başına ‘öfke’ popülist eğilimleri açıklamak için yeterli değildir. Bu öfkenin arkasındaki nedenler ekonomik ve kültürel konulara dayanmaktadır. Bu yazıda ekonomik konular üzerinde durulmuştur çünkü ekonomik eşitsizlikler toplumlarda hem siyasal hem de sosyal eşitsizliklere neden olmaktadırlar ve bu da doğrudan olmasa bile dolaylı yoldan kültürel sorunları ortaya çıkarmaktadır veya kültürel açıdan olumsuz etkiler yaratmaktadır. Ayrıca kültürel konularda yaşanan pek çok değişim sonucunda çok sayıda bireyin hayatı etkilenmez fakat, Amerikan ekonomisinde yaşanan bir değişim çok sayıda insanı hatta toplumun büyük bir bölümüne tekabül eden alt-orta sınıfı derinden etkileyebilir. Bu yüzden ekonomik meselelerin önemini vurgulamak kültürel meselelerden çok daha önemlidir.
Nitekim ABD’de esas sorun, çok gerçek maddi yakınmalar ve özellikle çok sayıda Amerikalının maddi çıkarlarının Washington’da temsil edilmediği hissidir. Popülistlere göre ise problem, kapitalistlerin rekabete ve herkese faydası dokunan kahraman girişimci gibi imgelerde kendilerini haklı çıkarmaya çalışmalarına giderek daha az yer bırakan ekonomi değildir. Bunun yerine problemin, işleri çalan Meksikalılar olduğu söylenir. Aynı şekilde Avrupa ülkelerinde de radikal sağın sözcüleri göçmenleri onları sömüren firmaların çıkarları hizmet eden bir göç politikasının kurbanları olarak gösterirler, Bu arada, göçmenler gelişmiş ülkelerdeki işsizliğin sorumlusu olan günah keçileri haline getirilir. Göçmenler günah keçisi olarak gösterilen ve suçlanan gruplardan biridir, ancak bunun yanında Avrupa Birliği kurumları (yani Brüksel teknokratları) da günah keçisi olarak değerlendirilir. Bu çerçevede, küreselleşme bulanık nitelikte finansal ve ticari elitlerin faaliyetlerinin bir sonucu olarak görülür. Dolayısıyla küreselleşme, maskeli bir şekilde ilerler, erişilmesi imkansızdır; Avrupa Birliği ise bir Truva atıdır.
Bu şekilde insanların memnuniyetsizliklerinden ve hoşnutsuzluklarından yararlanan popülist partiler ve hareketler ABD’de, Birleşik Krallık’ta ve birçok Avrupa ülkesinde çok önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Birleşik Krallık’ta popülizm rüzgarı Brexit süreciyle kendisini göstermiştir. Birleşik Krallık’ta 24 Haziran 2016’da yapılan referandumda sandıktan AB’den ayrılma kararı çıkmıştır. ABD’de popülizm dalgasını arkasına alan Donald Trump, 2016 yılında ABD’nin 58. Başkanı seçilmiştir. 2013-2017 yılları arasında sırasıyla İtalya’da Beş Yıldız Hareketi, Macaristan’da Jobbik Partisi, İsveç’te İsveç Demokratları, İsviçre’de İsviçre Halk Partisi, Polonya’da Hak ve Adalet Partisi, Danimarka’da Danimarka Halk Partisi, Hollanda’da Özgürlük Partisi, Fransa’da Ulusal Cephe, Almanya’da Almanya için Alternatif ve son olarak da Avusturya’da Avusturya Özgürlük Partisi oylarını önemli ölçüde artırmıştır.
Popülizm, temsili demokrasinin sürekli bir gölgesidir. Her zaman, güç sahibi seçkinlere itiraz ederken bir aktörün ‘gerçek halk’ adına konuşma ihtimali vardır. Popülistler temsil ilkesine karşı değildir, sadece kendilerinin meşru temsilciler olduğu konusunda ısrarcıdırlar. Seçkinleri eleştiren herkes popülist olarak görülmemelidir. Popülistler seçkin karşıtı olmanın yanı sıra çoğulculuk karşıtıdır. Sadece kendilerinin halkı temsil ettiği iddiasında bulunurlar. Bütün diğer siyasi rakiplerini meşru olarak görmezler ve onların destekçileri halkın bir parçası değildir. Bu yüzden popülistlerin dışlayıcı ve kutuplaştırıcı uygulamaları, demokrasi için gerçek bir tehdit olmalarından dolayı eleştirilmelidir ve karşı gelinmelidir.
Eğer çok fazla serbestleştirilen piyasalar; ulus-devletler ve hükümetleri tarafından tekrar dizginlenmezse, eğer hükümetler vatandaşlarının yaşadığı sosyal ve ekonomik sorunları gidermek için bir an önce politikalar ve projeler oluşturmazsa , eğer merkez sağ ve sol siyasetçiler küresel sermaye yerine kendi vatandaşlarına ulaşmak için daha çok çaba göstermezlerse o zaman radikal sağ partilere olan eğilimler de artmaya devam edecek ve medeniyetler ve uluslar hatta aynı ulusun toplumları arasında duvarlar örülmeye başlanacaktır. Ancak, geleceğimiz duvarlarla değil köprülerle inşa edilmelidir.
KAYNAKÇA
- Alvaredo, F., Chancel, L., Piketty, T., Saez, E., & Zucman, G. (2018). World Inequality Report 2018. Berlin: The World Wealth and Income Database.
- Archibugi, D., & Cellini, M. (2017, Mart 24). What causes the populist infection? How can it be cured? . Kasım 2017 tarihinde Opendemocracy Web Sitesi: https://www.opendemocracy.net/can-europe-make-it/daniele-archibugi-marco-cellini/what-causes-populist-infection-how-can-it-be-cure adresinden alındı
- Helleiner, E. (2009). Crisis and Response.Five Regulatory Agendas in Search of an Outcome. International Politik und Geselschaft(1), 11-26.
- Norris, P., & Inglehart, R. (2016). Trump, Brexit, and the rise of Populism: Economic have-nots and cultural backlash. Harvard Kennedy School Faculty Research Working Paper Series(16-026).
- Sakir, S. (2016, Kasım 21). Neoliberalism And The Rise Of Right-Wing Politics. Ocak 2017 tarihinde Huffingtonpost Web Sitesi: http://www.huffingtonpost.ca/salman-sakir/rise-of-right-wing-politics_b_13096590.html adresinden alındı