Toplumlar Tanımlanması Zor Yapılardır
[voiserPlayer]
Toplumlar çok yönlü yapılardır ve pek farklı kurumların birbirleriyle etkileşimlerinden müteşekkil canlı organizmalardır. Bu organizmalar; bireylerden, bireylerin oluşturduğu somut şekilde tahlil edilebilen çıkar gruplarından ve ayrıca somut yansımaları ancak toplumsal davranışlarda çözümlenebilecek maddi olmayan kültür öğelerinden (kültürlerin maddi yansımalarının da var olduğu inkar edilemezdir) oluşur. Bu yönüyle toplumların tahlili uzun, inter ve multidispliner süreçleri gerektirmektedir. Eklemek gerekmektedir ki toplumun tahlili yalnızca sosyoloji disiplininin tüm hatlarıyla çözümleme yapabileceği bir husus da değildir; tarih, coğrafya, dilbilim başta olmak üzere diğer bilim dallarının yöntemlerinin de bu röntgenin tam ve kamil manasıyla çekilmesinde yadsınamayacak rolleri vardır.
Türkiye’nin Kırsalını Tanımaması
Dünyadaki gelişmeleri mercek altına aldığımız takdirde bu çok zeminli çalışma metotlarının uygulanmaya başladığını görmek hatta uygulanmaya başlamanın ötesinde bir gelenek olma haline dönüşmeye başladığını görmek mümkün olacaktır. Lakin, Türkiye’de süreç bu şekilde işlememiştir. Üzücü olan bir diğer önemli gerçeklik de Türkiye’nin henüz kendi devletinin ülkesini bir bütün olarak ele alamayışı, kırsalını çözümleme yönünde yol alamamış oluşudur. Toplumların çok yönlü olduğu mevzusunu bu noktada yinelemek gerekirse, toplumlara ilişkin gelişme, ilerleme gibi olguları öne sürebilmek yahut tahlil edebilmek için topluma bir yaklaşım geliştirmek gerekmektedir. Bu yaklaşım çeşitli geleneklerden ya da buluntulardan beslenebilir lakin tüm yaklaşımların kesiştiği ilkelerden biri toplumun tamamı üzerine yönelme icabıdır. İster sosyolojiyi tabiat bilimleri yönüyle ele almayı tercih eden Amerikan yapısalcılığına el sürün; ister toplumu, tarihi, iktisadı ve siyaseti dışlamadan ele almanın anlamsız olacağını iddia eden Alman sosyolojisine varın; isterse Comte’un toplumun bilimi, tabiatın bilimi ve muhafazakar refleksleri buluşturduğu Fransız sosyolojisine varın; bu icabı göreceksinizdir.
Batı Toplumu Mu, Doğu Toplumu Mu?
Türkiye için üzücü diye nitelediğim gerçeklik de burada gün gibi ortada durmaktadır. Türkiye’deki toplum anlayışı, Türkiye’deki sosyoloji anlayışı ve hiç kuşkusuz bundan etkilenmesi kaçınılmaz olan Türkiye siyaseti; toplumu tüm katmanlarıyla, özgüllükleri ve özgünlüklerini; evrensel sosyoloji alanyazın ilkeleriyle buluşturarak betimleme kabiliyetine haiz olamamıştır. Türkiye sosyolojisinin genel eğilimleri, Batı merkezli toplum temayüllerinin Türkiye toplumu için geçerli olacağı varsayımlarıyla inşa edilmektedir ve bu varsayımlara karşın bir tez yaratmaya ilişkin çabalar genellikle bunun evrensel sosyoloji ilkeleriyle bağdaşmayacağı gerekçeleriyle veya dönemin sosyo-politik koşulları uyarınca tabir caizse hasıraltı edilmiştir. Batı merkezli toplum temayüllerine ya da toplum modellerine göre sanayileşmeyle birlikte göç olgusu ortaya çıkacak ve kırsal bölgelerden kentlere göç yaşanacaktı. Bu göç olgusu neticesinde de kırsal kesim kentlere göç edecek, sanayileşecek ve böylece kırsal nüfus giderek azalacaktı. Sonunda toplum girintili çıkıntılı bir kabuk değişiminin ardından sanayileşecek, kırsalda kalanlar da uygar gereklere uyum sağlayarak değer üretecekti.
Ne Batı Toplumu, Ne Doğu Toplumu
Bildiğiniz üzere öngörülen bu süreç Türkiye’de temel görünümüyle gerçekleşmiş olsa da beklendiği kadar işlevsel olmamış, kent nüfusu ve kırsal nüfus arasındaki entegrasyon sorunları kolayca aşılamamıştır. Bunun da ötesinde, toplumun ne tam manasıyla sanayileşmeyi ne de tam manasıyla tarımı ilerletebildiği bir manzara gerçekleşmiştir. Buradan hareketle Türkiye toplumunun farklılıklarının halen anlaşılamadığı görülmektedir. Bu gerçeklik ışığında Türkiye’nin ne bir Batı toplumu ne de bir Doğu toplumu olduğu üzerine düşünmek mühimdir. Kaldı ki Batı toplumu ya da Doğu toplumu diye kümelenerek ele alınan toplumların geçirdiği modernite süreçlerinin arasındaki farklılaşmalar, apayrı bir mülahazanın gündemi olacak kadar geniştir. Türkiye toplumunun kendine has bir kimliği, kendine has bir yapısı, kendine has kurumları, kurumlarının oluşturduğu kendine has etkileşimleri vardır.
Kırsal Yapının Tanınmazlığı
Bu yönelimin eksikliği ve özellikle de toplumda yaşanan süreçlere ilişkin dönüşümleri gözlemlemeye müsait ünitelerden olan köy ünitesine ve bu ünitenin yansıttığı çevre olan kırsal yapıya ilişkin masa başı yazıp çizmelere dayanmayan bir yaklaşımın eksikliği, Türkiye toplumunun halen tanımlanamamasına sebebiyet vermektedir. 100’ncü yaşının kıyıcığına demir atmış bir devleti oluşturan toplumun halen kendisini tanımlayamamasının, sorunlarına akılcı çözümler üretememesinin ve kimlik bunalımlarından çıkamamasının tek nedeni olmasa da bu meselenin hususiyetleri hayati derecede öneme sahiptir. Bu yönelimin eksikliğinin günümüz Türkiye’sinde devam ediyor oluşu ve dahi gündelik tartışmaların curcunası içinde belki de tüm gündelik tartışmalara pekala farklı bir perspektif inşa etmemize el verecek bu gerçekliği sarmalaması üzüntü vericidir.
DTCF Çevresi ve Kadro Mecmuası Çevresi
Bu yönelimin hiçbir zaman Türkiye’de var olmadığını söylemek bir geleneği inkar etmek anlamına gelecektir, bu yönelim özellikle erken Türkiye Cumhuriyeti’nde iki farklı çevrede karşımıza çıkmaktadır: ilki İstanbul Kadro Mecmuası çevresidir; diğeri ise Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde oluşan çevrelerdir. Bu iki çevrenin de itirazı bahsettiğim mevzudan dallanmaktadır. Bu iki çevre de Batı toplum temayüllerinin Türkiye için bir dogma olmaması gerektiğini iddia eden kendisine özgü özellikleri bulunan Türkiye toplumunda hatta Türkiye’nin de ötesinde üçüncü dünyada toplumsal ve iktisadi kalkınmanın nasıl gerçekleşebileceği ya da nasıl gerçekleşmesi gerektiği üzerinde kendine has yeni yaklaşımlar kurgulamaya çalışan çevrelerdir, kurgulamayı zikrettim zira bütün sosyolojik yaklaşımlar açıkça zikredilsin veya edilmesin topluma ilişkin varsayımların kurgulanmasına dayanmaktadır. Bu iki çevreden özellikle Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi çevresinin Türkiye sosyolojisinin eksenini değiştiren çalışmalar yaptığının altını çizmek gerekmektedir. Bu eksen değişiminden evvel Türkiye sosyolojisinin kökenlerine ilişkin kısa bir bahis gerekmektedir. Türkiye sosyolojisinin kökenlerini Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki toplum tahlili girişimlerine götürmek gerekirse, özellikle sosyoloji dememeyi yeğlemek isterim zira bilimsel paradigmaların mevcudiyeti hayli tartışılasıdır, bu dönemdeki toplum tahlillerinin temel maksadı parçalanmaya doğru giden bir imparatorluğun nasıl kurtarılabileceği üzerine saptamaları içermektedir.
Özgün Türk Sosyolojisi: Berkes ve Boran
Ziya Gökalp’ın toplum anlayışı, toplumu anlamak üzerine değil, toplumu kendi ideolojik çerçevesi doğrultusunda şekillendirmek üzerinedir. Keza, diğer yaklaşımlar da Gökalp’ın anlayışından pek de farklı değildir ve Fransız sosyolojisi etkisindedir. Bu dönemde yalnızca Prens Sabahattin’in topluma ilişkin saptamalar da bulunurken görece ampirik sayılabilecek refleksleri bulunan Le Play etkisinde kaldığını ve topluma ilişkin saha çalışmalarının varlığını önemseyen bir yaklaşımı olduğunu söylemek gerekir, hatta bu yaklaşımın kıymetli olduğunu vurgulamak gerekmektedir fakat dönemin sosyo-politik şartları bu ekolün tutunmasına fırsat vermemiş, Türkiye sosyoloji geleneği Gökalp izinde ete kemiğe bürünmüştür. İşte erken cumhuriyet dönemindeki Türkiye sosyolojisinin genel ahvali, toplumu tanımaktan önce dönüştürmeyi hedefleyen, toplumu analiz etmekten önce ideolojinin öğretilerini önceleyen bir görüntü sergilemekteydi.
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi çevresinde önceleri Niyazi Berkes ve Behice Boran, sonraları Mübeccel Kıray, Bahattin Akşit, Çağlar Keyder bu önemli değişimde rol oynamıştır. İşte bu sosyologlar ve fakat özellikle Niyazi Berkes ve Behice Boran, Türkiye sosyolojisini masa başından kaldırıp Ankara’nın, Manisa’nın köylerine götürmüş, bu köylerde Türkiye sosyolojisini Anadolu’yla tanıştırmıştır. Türkiye kırsalının özellikleri, köy ünitesinin tanımlanması, köy ünitelerinin sınıflandırılması, kapitalizmin Türkiye kırsalına etkileri, feodal ilişkilerin dönüşümü, kırsalın yeni devlete ve yeni devletin ideolojisine gösterdiği ilgi başta olmak üzere pek çok hayati soruya yanıt arayan çalışmalar Türkiye sosyolojisini bir dönem boyunca özellikle 1930’la 1950’li yıllar arasında farklı bir eksene yerleştirmiştir. Amerikan yapısalcığına, Alman sosyolojisine, Fransız sosyolojisine ve İngiliz sosyolojisine eleştirilerde bulunurken bu ekollerin çizdiği bilimsel ilkelerle de örtüşen özgün, özgül, Türkiye’nin farklılıklarını belirginleştiren çalışmalar halen Türkiye sosyolojisi için en az 128 milyar dolar kadar değerlidir. Berkes’in ‘“Biz kağnının menşe ve tekamülünü değil, köyde, sosyal hayattaki rolünü araştırmakla ilgiliyiz.” sözü ne değerlidir!
Fakat maalesef ki bu girişimler çeşitli sosyo-politik saiklerle sonlandırılmış, Türkiye sosyolojisinin iskeleti olmaktan uzaklaştırılmış ve Türkiye’deki toplum tartışmaları yeniden Boran’ın tabiriyle “mistik toplum temayülleri” üzerine bina edilmeye başlanmıştır ya da bir takım farklı meseleler üzerine yoğunlaşarak Türkiye toplumunun röntgenini çekip, reçetesini yazmak kadar önemli kabul edilebilecek tartışmaların çevresinden uzaklaşmıştır.
Peki düşün dünyamızda bu ilerleyişin sağlanamamasının neticeleri ne olmuştur ?
- Türkiye toplumu halen bir kimlik arayışındadır.
- Türkiye toplumunda halen modernite buhranı aşılamamaktadır.
- Türkiye toplumunun toplumsal, kurumsal ve örgütsel yapısı halen kırsalı içerimli bir düzlemde çözümlenememiştir.
- Türkiye toplumunda halen kent-kırsal arasındaki bölünmenin sancıları yaşanmaktadır.
- Türkiye toplumunda halen kentin yapısı, kırsalın yapısı ve göç olguları aynı uzamda etraflıca ele alınamamaktadır.
- Türkiye toplumu halen toplumsal gelişme potansiyelini gerçekleştirememektedir.
- Türkiye toplumunda belli bir döneme ilişkin kırsal çalışmaları göz ardı ettiğinizde, halen yerleşmiş bir kırsal tahlili ya da kırsal kalkınma modeli görmeniz olanaksızdır. Halbuki toplumsal gelişme için kırsalın kalkınması es geçilemez bir olgudur.
- Türkiye toplumunda halen kırsal nüfusun refleksleri, kırsal nüfusun kurumları ve bu kurumların değişimine ilişkin monografinin ötesinde çok yönlü çözümlemeler, siyasi tercihlerinin altında yatan toplumsal motivasyonlar tam anlamıyla anlaşılamamaktadır.
- Topyekun bir toplumsal gelişme için devlet aygıtının işlerliği, siyasi otoritenin kararlılığı tartışılmazdır. Bu toplumsal gelişmeyi sağlayacak uzun soluklu devlet politikaları, bu politikaları sürdürecek devlet aygıtları ve siyasi otorite kararlılığı halen bulunamamıştır.
Bu dokuz hususa da kırsal sosyolojisinin ilerleyişinin tek başına yanıt bulabileceğini kararlıca savunmak epey iddialı olacaktır fakat bu dokuz hususa ilişkin çözümlerin geliştirilebilmesi için bu ilerleyişin sürdürülmesi gerektiği aşikardır zira halen kim olduğunu bilmeyen bir toplumuz biz.
Kim olduğumuzu, hangi olgulara karşı hangi toplumsal refleksleri geliştirdiğimizi, bugün iletişime en kapalı olarak nitelendirdiğimiz kırsal kesimlerimizin, toplumumuza yön verme sürecinde söz sahibi olan kırsal nüfusumuzun -dikkatinizi çekmek isterim ki sadece kırsalda yaşayanlar için kırsal nüfusumuz betimlemesini kullanmıyorum- nasıl gelişeceğini bilebilmek için bu ilerleyişe yeniden yönelim göstermek bizim için elzemdir.
Türkiye’nin ne bir Batı ne de bir Doğu toplumu olmadığı gerçeği üzerinde dursam da aydınlık istikametin kendimize özgü özelliklerimizi inkar etmeden Batı değerleri ışığında, kurucu ilkelerin günün gereklerine göre yeniden yorumlandığı, sosyal liberal anlayışla hemhal ve toplumun fertlerinin birbirini farklılıklarıyla tanıdığı yarınlarda olduğunu savunmaktayım lakin önce kendimizi tanımamız, tanıtmamız gerekmekte.
Yazı boyunca dediği gibi Türkiye toplumunun tüm hususiyetlerini halen bilmiyoruz. Lakin bildiğimiz bir hakikat var ki o da bu toplumda ilerlemenin zor olduğu ve ilerlemeye meyil edenlerin gücü elinde bulunduranlara karşı tehdit oluşturmaya varabilecek minik bir salınımına dahi tahammülünün olmadığı. Bu beter çizgiyi aşmanın, bu çıldırtan dengeyi aşmanın, yaprak dökmekten bahara ve bahçeye farklılıklarımızla hep birlikte ayak basabilmenin yolu belki de önce birbirimizi tanımak, birbirimizle kucaklaşmaktır. Belki de böylece hasbelkader bir gelenin ötekisini tepelediği, bir gelenin ötekisine ideal vatandaş prototipi dayattığı bu döngüden kurtulabilir, potansiyelimizi gerçekleştirebiliriz. Günün popüler kavgalarının ötesine geçmek kaydıyla.
Bu topraklar hiçbir zaman var olmak için, güneşle oyunlar oynamak için, ağaçların omuzlarına salıncaklar kurmak için kolay olmadı biliyorum, ama kararlıyım, kavuşacağız, lila şarkılar söyleyeceğiz, biliyorum.
KAYNAKÇA
Akşit, B. (2006). Köy, Kırsal Kalkınma ve Kırsal Hane Halkı/Aile Araştırmaları. Eraydın, A. (yay.haz.), Değişen Mekan: Mekansal Süreçlere İlişkin Tartışma ve Araştırmalar Toplu Bakış içinde (ss.123-163). Dost Yayınları.
Berkes, N. (1942). Bazı Ankara Köyleri Üzerine Bir Araştırma. Uzluk Basımevi.
Berkes, N. (1975). Türk Düşününde Batı Sorunu. Bilgi Yayınevi.
Boran, B. (1945). Toplumsal Yapı Araştırmaları. Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Boran, B. (1947). Sociology In Retrospect. American Journal of Sociology, 52(4), 312-320.
Bottomore, T. & Nisbet, R. (1990). Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. V Yayınları.
Erbaş, H. (2015). Türkiye’de Bedeller Ödemiş Bir Sosyolojik Düşünce Ustası: Sosyolog Behice Boran. Mülkiye Dergisi, 39(3), 5-58.
Kıray, M. (1964). Ereğli: Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası. İletişim Yayınları.
Poloma, M. (1979). Contemporary Sociological Theory. Macmillan.
Topses, M. D. (2013). Toplumsal Yapı Araştırmalarında Behice Boran’ın Yöntem Anlayışı. Hukuk ve İktisat Araştırmaları Dergisi, 5(2), 1-14.
Fotoğraf: mostafa meraji