[voiserPlayer]
Kurak Günler filmi, taşranın bizatihi kendisinin ideolojik bir aygıt olduğunu göstermekte mahir bir öykü sunuyor. Filmin anlatısının başlangıcından itibaren başrol oyuncusu olarak taşra, kültürel hegemonyasını kabul etmeyenleri linç olgusu ile tehdit ederek ideolojik bir aygıt işlevi üstleniyor. Böylelikle film, taşra kültürü üzerinden yansıttığı baskın ideolojinin günümüz atmosferinde de hâkim olduğunu öykü boyunca seyirciye düşündürtüyor. Emin Alper’in bu filmi; adalet, ötekileştirme, ahlak krizi ve politik hegemonya çerçevesinde güçlü bir alegorik anlatı sunuyor.
Filmin öyküsü, Yanıklar isimli bir kasabaya tayin olan Savcı Emre’nin bu beldeye girişiyle başlıyor. Filmin ilk anlarından olan av sahnesiyle yönetmen; güç, linç ve tahakküm gibi olgulara eğretileme yaparak temas edeceğinin altını çiziyor. Akabinde de Savcı Emre aracılığıyla taşranın derinlerine doğru bir yolculuk başlıyor. Savcı Emre’nin bakışları aracılığıyla, yakın plan, omuz ve baş çekimleriyle taşrayla ve Emre ile bağ kurmamız sağlanıyor. Ama Emin Alper, bu bağı o kadar hassas ayarlıyor ki filmin ilerleyen sahnelerinde hem taşra hem de Emre ile seyirci arasında derin bir boşluk oluşmasını sağlıyor. Bu boşluğu zaman zaman kapatan zaman zaman açan yönetmen, esasında bizim içimizdeki boşluğa ve güçlü/güçsüz ekseninde nasıl bir duruş sergileyeceğimizi bilmeyen halimize işaret ediyor.
Filmin ilk yarısında yer altı sularının çekilmesi sonucu oluşmaya başlayan obruklardan bahsediliyor. Filmin açılış ve kapanış sekansları da obruk ile gerçekleşiyor. Emin Alper, obruk ile içimizde ve etrafımızda yaşanan çöküşe işaret ediyor. Büyük bir çöküş bu, ıssız ve çığlıksız. Derin bir çukur açıyor gerçekleştiği yerde. Canlı olan her şeyin tükendiği, hiçbir şeyin yeşermediği ve uygarlığı kuraklaştıran derin bir yarık. Aynı zamanda hem filmdeki hem günümüzdeki öznenin, aradığı ama bir türlü bulamadığı arzu nesnesi olan adalet olgusunun yarattığı bir boşluk… Hepimiz, içimizde bir yarık oluşturan, bilincimize kesik atan, bizden bir şeyler eksilten ve bir arada yaşayabilmenin kodlarını içine hapseden bu obruklarla yaşıyoruz. En azından yaşamaya gayret ediyoruz. Yılgın ve sessiz bir arayıştan sonra nihai tükenişin boşluğunu yansıtan obruklar aracılığıyla yönetmen, metaforik olarak gayet başarılı bir temsil sunuyor.
Alper, taşranın ahlaki kodları üzerinden yola çıkarak farklı olanın ötekileştirilmesi konusuna da değiniyor. Taşradaki ahlaki kodların keskinliği, taşradaki politik hegemonyanın sürdürülebilir olmasını sağlarken diğer yandan da aykırı seslerin bastırılmasına zemin hazırlıyor. Ahlaki kodların etrafında oluşan taşra popülizmi, “şehre su getirecekler” ve “diğer taraf kazanırsa su gelmez” söylemleri etrafında toplumu yönlendirilebilir bir yığına dönüştürüyor. Müller’in de ifade ettiği üzere (2019, s. 36), popülistler her zaman seçkin ve çoğulculuk karşıtı bir hareket oluşturur. Alper’in öyküsündeki popülistlerin hareketliliği de taşra için seçkin ve aydın sınıfı temsil eden savcı ve gazeteci karakterleri üzerinden biçimleniyor. Politik güç, bu iki kişiyi “öteki” ve “düşman” olarak işaretleyerek taşra popülizminin yıkıcı bir güce dönüşmesine meşruiyet kazandırıyor.
Ayrıca filmin anlatısı çerçevesinde istisna hali, direkt adaletin temel unsurlarından olan savcılık müessesi üzerinden yansıtılıyor. Hukuk ve politikanın birbirleriyle bütünleştiği (Baştürk, 2013, s. 79), nesnel hukuk kurallarının ortadan kalktığı, gücün adaletsiz bir biçimde tahakküm kurduğu bir düzleme karşılık gelen istisna hali, anomik bir ortam yaratıyor. Böyle bir atmosferde, herhangi bir olayı suç olarak tanımlamak ve suç işleyene de suçlu nitelemesinde bulunmak politik gücün tahakkümü çerçevesinde biçimleniyor. Dolayısıyla istisna hali içerisinde, suç da suçlu da bulanık hale geliyor.
Bu bulanıklık hali, güçlü olanın istisna halini devam ettirme ve hegemonyasını genişletme noktalarındaki motivasyonunu arttırıyor. Dolayısıyla böyle bir atmosferde, güçlü için herhangi bir sınırlayıcı etmen kalmıyor. Güçlü olan suç işeyebilir ama bu durumun suç olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Çünkü olay ve olguları tanımlayıcı güç, güçlülerin elindedir. Dolayısıyla böyle bir sistemde sadece güçlü ve güçsüzler ile av ve avcılar vardır. Kurak Günler filminde de taşranın politik bireylerinin savcı ve gazeteciye karşı av muamelesinde bulunması, istisna halinin ve gücün tanımlayıcı varlığına işaret etmektedir.
Filmde gerçekleşen seçimlerin ardından oluşan bu istisna hali, seçimleri kazanan tarafın tüm adaletsizliklerinin üzerinin örtülmesine ve bunlara yönelik bir suskunluk sarmalının oluşmasına zemin hazırlıyor. Seçimlerin akabinde politik gücün sınırsız bir baskı aygıtına dönüşmesi, suskunluk sarmalının da ötesinde farklı kimliklerin ve istisna haline meydan okuyanların linç edilebilir avlar haline gelmesine neden oluyor. Dolayısıyla her şeyi meşrulaştıran bir sonuç olarak seçim, önemli bir politik aygıt olarak öne çıkıyor.
Sonuç olarak Alper, filminde hepimizin halihazırda yaşadığı istisna halini, vicdanımızı, kalbimizi ve aklımızı sürekli sarsarak yansıtıyor. Filmin son sahnesinde avcılardan kaçan savcı ve gazeteci, kararan görüntünün ardından obruğun öteki tarafına geçmeyi başarıyor. Avcılar ise obruğun diğer ucunda kalıyor. Bu görüntüyle Alper, seyircisine “obruğun diğer ucuna geçebilecek miyiz acaba” diye sordurtuyor.
Evet, obruğun öteki ucuna geçebilecek miyiz? Bunu başarabilecek miyiz? Yoksa avcılara av mı olacağız? Aslında her şey, içimizdeki obruğun ve peşimizdeki avcıların yarattığı istisna halinin bizler tarafından fark edilmesinde saklı. Ama bunun için ciddi bir cüret de gerekmiyor değil.
Kaynakça
- Baştürk, E. (2013). Modern egemenliğin ‘nomos’u olarak istisna hali, FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 15, 71-8.
- Müller, J. W. (2019). Popülizm nedir?, İstanbul: İletişim Yayınları.