[voiserPlayer]
Tayyip Erdoğan’ın rahatsızlık duyduğu ve çeşitli zaman aralıklarıyla tekrarladığı bir şey var: “Biliyorsunuz siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz siyasi iktidarız. Ama hala sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var.”[1] Erdoğan, bu sözlerle Türkiye’de kültür alanında iktidarın “ülkesine yabancı ellerde” olduğu ve iktidarları boyunca istedikleri nesilleri yetiştirmekte başarısız olduklarını dile getiriyor.
Bu konuşma üzerine yapılan tartışmalarda, kültürel iktidar diye bir şeyin olmayacağını zira iktidarların kültür yaratamayacağını söyleyip ortaya atılan görüşü tümden reddeden yazarlar olsa da taraflar ekseriyetle Gramsici’nin kültürel hegemonya kavramı çerçevesinde Erdoğan’ın tespitine katılıyor ve bunun sebeplerini tartışmaya başlıyor. Muhafazakar yazarlar, kültür iktidarının dar bir Batıcı elitin elinde olduğunu ve bu klikleşmiş yapının muhafazakarları dışladığını iddia ederken muhalif yazarlar ise muhafazakarların yeterince şehirli olmadıkları, demokratik olgunluğa sahip olmadıkları vb. sebeplerle Türkiye’de Sağ’ın bir kültürel iktidar kuramayacağını dile getiriyor. Biz bu yazıda bir ön kabul olarak ele alınan Sağ’ın kültürel iktidar kuramadığı görüşünün kendisini sorgulamak istiyoruz.
Bize göre ‘’Sol’’ veya ‘’Batıcı elitler’’ olarak ifade edilen grupların kültürel iktidara uzun yıllardır sahip olduğu kabulü, Türkiye tarihi boyunca topluma endoktrine edilen milliyetçi-muhafazakar kültür anlayışını görmezden gelmektedir. Bu durum sosyal bilimciler arasında halkın özsel olarak muhafazakar olduğuna dair bir önyargıyı doğurmuştur. Biz bunun aksine halkta bugün görülen muhafazakar kültürün, uzun yüzyıllardan beri devam eden doğal bir fenomen olduğunu değil, cumhuriyet döneminde Türk sağı ve devlet tarafından inşa edilen bir ideoloji olduğunu iddia ediyoruz.
Türkiye’de milliyetçi-muhafazakar ideoloji, halkı organik bir bütün olarak görür. Onlara göre Tanzimat’tan beri toplumuna yabancılaşmış aydınlar, bu bütünü bozmak ve halkı özünden uzaklaştırmak istemiştir. Sağcılar, kendilerini buna engel olmak isteyen ve halkın öz değerlerini savunan insanlar olarak öne çıkarmaktadır. Bu hikâyeye inanmak için Türk sağının siyasette, sinemada, sanatta, sosyal bilimlerde ve din alanında topluma Türk İslamcı anlatıyı aşılamak için yaptığı her türlü girişimi görmezden gelmek zorundayız. Ancak bu hikâyeye inanmak zorunda değiliz. Türk sağı iddia ettiği üzere Türk halkının özünde bulunan değerleri savunmamıştır, -tarihte organik bir bütünden veya bir özden söz edilemez- aksine tarihi boyunca halka, kendi tarih ve kültür anlayışını benimsetmek için uğraşmıştır. Tümüyle yerli kaynaklardan beslenmediği gibi Türk tarihine ve kültürüne bakarken de ideolojisinin çizdiği çerçeveye uyan bilgileri seçmece şekilde kullanmıştır.
Edhem Eldem’in düşünce tarihi çalışmalarında bir dönemin düşünce dünyasının anlaşılması adına üretilen birkaç yüksek kültür eserine değil, halkın tükettiği eserlere bakılması gerektiği görüşü burada anlam kazanmaktadır.[2] Türkiye’de sağ ve sol gruplar kültürel üretim yapmıştır. Ancak ‘’Sol’’ olarak tanımlanan grupların ürettikleri kültür ürünlerinden ziyade Türk sağının ürettiği kültürel üretim halk tarafından daha çok tüketilmiş ve benimsenmiştir.
Kültürel iktidar bu anlamda kendi içinde paylaşılmış durumdadır. Erdoğan’ın ve muhafazakar yazarların “Sol” olarak tanımladığı daha seküler, kozmopolit grupların sinemada, bilimde, sanatta uluslararası standartlarda eserler üretmeleri, dünyada kabul görmeleri ve bu alana çoğunlukla hâkim olmaları bir gerçektir. Ancak bu eserlerin halk tarafından benimsenme durumu çok sınırlıdır. Sol’un -Sol derken kastettiğimiz bir siyasi hareket olsa da kültürel bir sınıflandırmayla seküler ve kozmopolit olan eğitimli kitleleri kast etsek de bu değişmez- kültür alanında ürettiği eserleri ve siyasi tezlerini kitleselleştiremediği görülmektedir. Örneğin, halkın Batı karşıtı tutumu dahi anti-emperyalist bir sol jargona sahip değildir. Aksine, halkın yaklaşımı komplo teorileriyle bezenmiş muhafazakar bir kültür eleştirisinden ileri gelmektedir.
Buna karşın Türk Sağı’nın halkın tükettiği kültür ürünlerinde ve devlet tarafından benimsenen akademik çalışmalarda bir hakimiyeti söz konusudur. Soğuk Savaş döneminde uygulanan antikomünizm siyasetinde devletin, sağ partilerle işbirliği yapması sebebiyle sol ve liberal tüm görüşler olumsuzlanmış ve bu durum bir kültürel irticaya neden olmuştur. Bunun bir sonucu olarak Türkiye Solu ve nitelikli pek çok akademisyen 12 Eylül darbesiyle sistemin dışına itilmiş ve Sağ siyaset sahnesinde geniş bir hareket alanı bulmuştur. Türk sağının siyasi örgütlenmede ve seçimlerdeki başarısı da uzun dönem Türkiye’nin sağ iktidarlar tarafından yönetilmesine ve bu dönemde sağın kültür politikalarını uygulayacak bir alan bulmasına sebep olmuştur. Bu bağlamda ‘’Sol’’ olarak ya da ‘’Batıcı elitler’’ olarak ifade edilen grupların halk üstünde kültürel bir hegemonya kurabilmesi olanaksızdır. Sol’un dar bir alanda elde ettiği iktidara karşın Türk sağının kültür anlayışı devlet politikalarını ve halkı şekillendirmiştir.
Sağın kültürel hegemonyası, sinema ve televizyonda, eğitim müfredatında, gazetelerde, halk tarafından okunan popüler kitaplarda ve din çalışmalarında karşımıza çıkmaktadır. Cüneyt Arkın’ın, Battal Gazi filmleri ve 1972 yılında başlayan Kara Murat serisi kitleselleşmiş ve halkın üzerinde derin izler bırakmıştır. Senem Duruel’e göre bu seri; Kıbrıs olaylarıyla alevlenen milliyetçiliği, Türklerin yiğitliği, cengaverliği, dindarlığı üzerine kurulmuş milliyetçilik anlayışına indirgeyerek beslemiş ve milliyetçi-muhafazakar ideolojinin yayıcısı durumuna getirmiştir.[3] Uğur Kutay, 12 Eylül’den sonra ana akım hale gelen Türk-İslamcı ideolojinin devlet eliyle kitleselleştiğini söyler. Bu dönemde devlet kanalında Osmancık/Kuruluş gibi muhafazakar bir tarih anlayışını yansıtan dizileri yapılırken Mustafa Altınoklar’ın filmleri, yapılan baskılardan dolayı bazı yerlerde gösterime girememiştir.[4]
Eğitim kültürel bir hegemonya kurmada önemli bir alandır. Etienne Copeaux’un Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine kitabında işlediği üzere orta öğretim tarih müfredatı, sağ iktidarlar devrinde Aydınlar Ocağı’nın entelektüel kadroları tarafından Kemalist bir çizgiden, Türk İslamcı bir çizgiye çevrilmiş ve bu paradigma günümüze kadar müfredatta korunmuştur.[5] Türk dili ve Edebiyatı dersinin müfredatında Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Orhan Pamuk gibi isimlerin uzun yıllar yer alamamış olması, Sol’a karşı takınılan güvenlikçi tutumu yansıtmaktadır. Türk Sağı’nın tarih ve kültür anlayışı ana akım olurken, Sol ve Liberal isimler unutturulmak istenmiştir.
Türkiye’de ana akım gazete arşivlerini tarayan araştırmacıların karşılaşacağı ilk şey, patriarkal düzeni sürekli yeniden üreten bir gazete dili olacaktır. Kadına şiddetin muhafazakar bir ahlak anlayışıyla meşrulaştırıldığı, magazin haberlerinde dâhi maço kültürün normalleştirildiği izlenmektedir. Basın yayın dilinde kadın hareketinin mücadelesiyle ancak bir iyileşme yaşandığı gözlemlenmektedir.
Bir sivil toplum örgütü gibi görünen tarikatlar, sağ iktidarlarla kurdukları çıkar ilişkileri sonucunda cumhuriyet döneminde hiç olmadığı kadar tabana yayılmış ve bu yapıların ürettiği ürünler halkın inanç dünyasını şekillendirmiştir. Daha uluslararası standartlara bağlı olması beklenen akademik eserlerde bile durum farklı değildir. Dinler tarihi, din felsefesi ve din sosyolojisi kitaplarının çoğunda literatüre yaklaşım, İslami ön kabullerin etkisi altında kalmıştır. Bu durum son dönemde biraz değişse de ortodoks anlatıya eleştirel yaklaşan araştırmacılar hala akademiden dışlanabilmektedir.
Ülkede popüler olan edebiyat, sanat ve tarih kitapları bu konuda önemli bir belirteçtir. Türkiye tarihi boyunca halkın düşünce dünyasını oluşturan siyaset, din, kültür, bilim vb. alanlarında en çok okunan kitaplara dair bir çalışmaya ihtiyaç vardır. Bizim görebildiğimiz, bu kitaplar genellikle çalıştığı alanda bir formasyon almamış “araştırmacılar” eliyle yazılan kitaplardır. Genel itibarıyla ucuzdur ve halka hitap edecek türde yazılmıştır. Halkta yaygın olarak kabul görmüş komplo teorilerinde bu kitaplar önemli rol oynar. Popüler kitapların müellifleri ve eserlerin içeriği üzerinden görebildiğimiz, bu alanda da bir sol hâkimiyetin olmadığı yönündedir.
Bu örnekleri çeşitlendirmek ve detaylandırmak mümkündür. Gramsici’nin kültürel hegemonya kavramı Marksist teorinin iktidarı zorla sağlama tezini eleştirerek, iktidarın devamlılığı için toplumu düşünsel olarak ikna etmesi ve kültürel bir hegemonya kurması gerektiği üstünde durmaktadır. Bizde kültürel iktidar, yüksek bir kültür üretme ölçütü üzerinden değerlendirilmiş, ancak halkı doğrudan etkileyen popüler kültür alanına çok fazla odaklanılmamıştır. Aslında toplum üstünde kültürel bir hegemonya kurmanın yolu, popüler kültürden geçmektedir. Türkiye tarihi boyunca Türk sağı bu alanda daha etkili olmuştur. Bize göre muhafazakar iktidar, kültürel hegemonya kurmada başarısız olduğunu söylerken Türk sağının inşa ettiği değerler sistemini, halkın doğal hali olarak yansıtmaktadır. Muhafazakarlar ‘’idealsiz siyaset’’[6] olma iddiasıyla ortaya çıkar ve aydınlanma mirası bütün ideolojileri soyutlamayla, toplumu olmadıkları şeylermiş gibi anlatmakla suçlar. Ancak milliyetçi-muhafazakar ideolojinin kendisi de bunun aynısını yapmıştır. İnşa ettikleri değerler sisteminin doğal durum olmadığını göstermek için ürettikleri kültürel ürünlerin halkın üstündeki tesirlerine odaklanmak yeterlidir.
[1] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/cumhurbaskani-erdogan-sosyal-ve-kulturel-iktidarimiz-konusundasikintilarimiz-var-40472482 erişim tarihi:16.01.2023
[2] Açık Hava Konuşmaları “Herkes için Bilim” Söyleşileri 2022 / Prof. Dr. Edhem Eldem, Erişim tarihi:16.01.2023 https://www.youtube.com/watch?v=K1ALY6avg8A
[3] Duruel S. , Topuz, Ferman, Pembe İncili Kaftan ve Kara Murat; Kahraman Tiplemeleri ile Tarih Yorumu, Tarih ve Toplum (Cilt: 38 Sayı: 227), s36-37.
[4] Ed. Emin Alper, Tarih ve Sinema İlişkisi Üzerine Söyleşi, Tarih ve Toplum (Cilt: 38 Sayı: 227), s.8
[5] Copeaux, Etienne, Türk Tarih Tezinden Türk-İslam Sentezine, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2016)
[6] Der. Fatih Duman, Muhafazakarlık Okumaları (Ankara: Kadim Yayınları, 2020), s.12.
Fotoğraf: Debashis RC Biswas