Türkiye, insan karakteri bakımından muazzam zengin bir ülke. Eski ile yine arasında kalmaktan, bir o yana bir bu yana salınmaktan kaynaklı olarak, insan materyalinde fevkalade geniş bir çeşitlilik mevcut. Bunları tek tek analiz etmeye tek bir insanın ömrü yetmese de belli başlı atar damarları ortaya koymak imkansız değil. Zira, en nihayetinde hepimiz aynı ülkede yaşıyor, aynı dili konuşuyoruz. En az 300 yıllık küresel bir düzene eklemlendiğimiz ve benzer tarih ve tecrübelerle yetiştirildiğimiz için kimse kimseye yabancı da değil.
Ben de bu yazıda, yukarıda “atardamar” olarak nitelediğim, başka bir deyişle, Türkiye’de yetişmiş olma deneyiminin yaygın bir sonucu olduğuna inandığım bir hissiyattan (duygu rejiminden) bahsedeceğim. Kısaca buna “Sabri Abilik” diyelim.
Nedir Bu Sabri Abilik?
Bir sokak düşünün. Bu sokakta, üstüne bol gelen eşofmanı ile bir elinde epey pahalı bir jeep anahtarı ötekinde ise sigara paketi ve çakmak olan tekinsiz bir tip, “gerile gerile”, keyifle yürüyor olsun. Sonra bu arkadaş, bir kaldırım taşına takılsın ve düşeyazsın. Bunu görüp de içinden “yaa işte öyle artist artist yürürsen olacağı budur” diyorsan, evet, sen de bir Sabri Abisin. Bu basit örnek Sabri Abiliğin yalnızca bir tezahürü ve benim iddiam şu ki bu ülkenin büyük bir kısmının içinde böyle bir Sabri Abilik var. Herkes, öyle ya da böyle, gündelik hayatın bir yerinde Sabri Abiliği hissediyor. Hissetmiyorsa eğer, epey sıkı bir fanusta büyümüş şeklinde bir tahminde bulunabilirim. Zira Türkiye’de hayat ve bu garip düzen, insanı Sabri Abileştirmek üzere kurulu.
Sabri Abi, bilenler bilir, Kolpaçino’nun baş karakterlerinden biri. Bu nedenle, Sabri Abiliği daha yakından irdelemek ve bunun ne anlama geldiğini ortaya koymak için Kolpaçino’ya kısaca değinmem gerekecek.
Kolpaçino 1 ve 2’yi ben hep bir özeleştiri olarak izledim. Türkiye deneyiminin bir sonucu olan fevkalade önemli bir konseptin, yani kolpacılığın hem tanıtımı ve hem de eleştirisi. Böyle bir eleştiri, misal, Cem Yılmaz’dan gelemezdi. Zira, Cem Yılmaz’ın böyle bir dünyaya erişimi yoktu. Elbette o da, her orta sınıf insanı gibi, bir yerde bir yanlışlık olduğunun farkındaydı. Ama ne onun mizahında – en azından son döneme kadar – herhangi bir özeleştiri arayışı vardı, ne de sınıfsal ve kültürel sınırları böyle bir fenomeni ortaya çıkartmak için uygundu. Başka bir deyişle, kolpacılığın ortaya çıkması için birtakım şeylerin “yanlış” yaşanması gerekiyordu. Hayatın biraz “karanlık” tarafına geçmemiz lazımdı. Şafak Sezer, kendi sınıfsal ve kültürel arkaplanı nedeniyle, bu “yanlış” yaşamı tanıyor ve kolpacılığın ne olduğunu iliklerine kadar hissediyordu. Kolpaçino 1 ve 2, basitçe o “yanlış” yaşamın seyirci ile buluşturulması idi. Bu bağlamda Kolpaçino bir komedi dahi değildi, ya da her kaliteli komedi gibi komedi olduğu kadar trajediydi de.
İşte Sabri Abi bu trajedinin baş kahramanı idi. Film boyunca kendisinin komik olma veya başkalarını eğlendirme gibi bir kaygısı veya arzusu hiç olmadı. Bilakis, Sabri Abi hep öfkeli, hep huzursuz ve hep memnuniyetsiz idi. Dünyanın karanlık tarafı aydınlanacak iken, aydınlık tarafı da kararınca, Sabri Abi ülkeye mal oldu. Hepimizin içinde minik minik Sabri Abiler peydah oldu.
Sabri Abilik: Bir Çelişki Olarak Yaşamak
Sabri Abi bir insanın varabileceği en trajik formlardan biri. Bunun birkaç nedeni var ama hepsi özünde, (1) “keyif” ile kurulamayan sağlıklı bir ilişkiye ve bununla bağlantılı olarak (2) bir arada kalmışlığa, olmamışlığa, ikna edilememişliğe işaret ediyor. Dünya değişiyor, beden ve hazları keşfediliyor ve değişen bu dünyayı hep “karanlık” tarafından deneyimlediğin için ne bu değişime inanıyorsun ne de bu değişimi reddedebiliyorsun. Çünkü bir yandan sen de o “karanlığı”, bedeni ve o baştan çıkaran imkanlarını arzuluyorsun.
Kendi kendini tükettiğin bir araf demek, yani, Sabri Abilik – değişmeden değişmek, kendi kendine mukavemet ederek hareket etmek demek: nefret ettiklerini elde etmek için yanıp tutuşmak, yanlış bulduklarına sahip olmak için çıldırmak, reddettiğin her şeyi aslında deli gibi arzulamak. Bir çelişki olarak yaşamak, kısaca söylemek gerekirse. Ve en önemlisi, bu çelişkilerle baş edebilmek için ki bu da Sabri Abiliğin 3. karakteristiği, kendinin de inanmadığı, erişilmesi imkansız bir kıstas koymak.
Yani özetle Sabri Abilik, kişinin dünyadan keyif alarak yaşamayı beceremediği ama keyifsiz de yaşamak istemediği için yarattığı aradakalmışlıktan ancak kendinin de tam anlamıyla inanamadığı ulvi değerler uydurarak kurtulabilme çabası.
Tunç ve Sabri Abi – Recep İvedik
Mevzuyu, basitten karmaşığa doğru, iki örnek ile anlatmaya çalışacağım. İlki Recep İvedik 2’den.
Sahneyi buraya tıklayarak izleyebilirsiniz.
Bu sahnede, Recep İvedik uçakta host’luk yapıyor ve business class’taki yolculara ne ile meşgul olduklarını soruyor. Aldığı her cevap ile içindeki Sabri Abiliği test ediliyor. Bizi ilgilendiren yolcu, genç, zengin ve herhangi bir işle meşgulmüş gibi gözükmeyen, oturduğu yerde dahi kulağına taktığı müzik ile hayattan keyif alan şu arkadaş.
Bu arkadaşın, Recep İvedik’in kendisine ne işle meşgul olduğunu sorduğunda verdiği yanıtın bir Sabri Abi turnusolu olduğunu söylemek herhalde abartı olmayacaktır.
“Ne işi baba ya takılıyoruz öyle işte.”
Bu söylem içinizde bir şey kaşımıyorsa, tebrik ederim, siz bir Sabri Abi değilsiniz. Ama eğer sizin de içinizden ufak da olsa bir “takılıyormuş,” demek geliyorsa, Recep İvedik gibi, tekme tokat business class’tan bu arkadaşı atacak kadar radikalleşmemiş olsanız da, sizin de içinizde bir Sabri Abi var demektir.
Şimdi gelelim asıl örneğe. Kolpaçino 1’in en sevdiğim sahnelerinden birini aktararak açıklayayım. Sahneyi buraya tıklayarak izleyebilirsiniz.
Sahne, Sabri Abi (Aydemir Akbaş) ve Tayfun’un (Ali Çatalbaş), Tayfun’un zengin bir arkadaşının (Özgür – Şafak Sezer) kendi evinde düzenlediği bir ev partisine katılmak üzere yürümesiyle başlıyor. Tayfun, telaş içinde Sabri Abi’ye bir taşkınlık yapmaması için yalvarıyor:
“Sabri Abi bak gözünü seveyim, kına gecesine gelmedik. İçeride manitalara filan bakma öyle. Acayip lavuklar var hepsi filinta gibi. Çapları bize göre değil abi. Haddimizi bilelim yolumuza bakalım.”
Sabri Abi, tabii ki Tayfun’un söylediği hiçbir şeyi kaale almasa da kendi elde etmek istediği amaç uğrunda yapması gereken rolü çok iyi biliyor. Başka bir deyişle, Sabri Abi inanmadan ama deli gibi arzulayarak yaşadığı bu dünyada, yani tanık olduğu tüm bu eğlence ve keyfin arasında hayatını bir aktör olarak geçiriyor. Rolden çıkar çıkmaz da karşılaştığı her şeyi ti’ye alıyor. Yürürken, yol boyunca, Özgür’ün babasının mesleğine atfen “boru,” diyor, “baba boruyu iyi döşemiş”. Yani diyor ki: “Tatavayı kes Tayfun. Bu ev, bu varlık, bu eğlence, bu keyif öyle boru döşemekle kazanılacak şeyler değil. Sen de gelmişsin bana haddimizi bilelim filan diyorsun.” Sabri Abilik, mevcut olanla – burada ve şimdi karşında olanla – yaşayamamak demek; bir yandan, hep daha derinde olanı görmek – ve orada da hep bir yalan, çürümüşlük ve yozlaşmışlık görmek – öte yandan, o yalan, çürümüşlük ve yozlaşmışlıktan uzak duramamak, onsuz da yaşayamamak demek. Bir yandan, kimbilir nasıl “yanlışlarla” kurdular bu evi diye düşünmek, öte yandan, fırsat olsa çok daha lüksünü çok daha büyük yanlışlarla kurmaya hazır olmak demek. Bir yandan, tüm bu keyif ve eğlenceye küçümseyerek bakmak, öte yandan, tüm bunları gözlerini ayıramadan izlemek demek.
Sabri Abi ve Tayfun, Özgür ile tanıştıktan kısa süre sonra Özgür, “Tunç naber? Gel lan naber?” diye bağırarak Sylvester Stallone’a benzeyen son derece kaslı bir karakteri sahneye sokuyor. Biraz sonra sürecek olan muhabbete Sabri Abi’nin vereceği cevap, Sabri Abilik konseptinin özeti olacak. Tunç sahneye girince, Özgür başlıyor:
“Tanıştırayım, Tunç. Alternatif sporcu arkadaşım benim. Allah seni inandırsın, geçen gün canlı yayında böyle tesadüfen televizyonu açtım, baktım. Ağzıyla tırı aldı Eyüp’ten Kasımpaşa’ya kadar getirdi.”
Tunç karakteri, henüz partiye katılmadan önce Sabri Abi ile Tayfun arasında geçen diyalogla doğrudan ilgili. Zira Tunç, Tayfun’un bahsettiği “çapları bize göre olmayan”, “acayip lavuklar”dan biri. Yani, Tayfun’a göre Tunç, Sabri Abi ile hadlerini bilmelerine neden olması gereken kişi. Sabri Abiye göre ise tüm gereksizliği, şovmenliği, keyif ve eğlence temelli hayatı ile derinde yatan bu yanlışlığın, çürümüşlüğün, küflenmişliğin ta kendisi. Tunç karşısında Sabri Abi kadar savunmasız kalmayan Tayfun soruyor:
“Ya peki bir şey soracağım, bu işlerde hile hurda var mı?” Bakın burada, söylem kadar yüz ifadeleri de son derece önemli. Sabri Abi’nin yüzüne oturan tiksinti, şaşkınlık, isteksizlik, ve iğreti kokteyli, Sabri Abiliğin muazzam bir portresi.
Bu bakışlara karşı bağışıklığı olan, belki de bunların farkında bile olmayan Tunç ise önce her şeyin bir motivasyon meselesini olduğunu söylüyor, ardından da Sabri Abi’yi daha daha çıldırtmak için devam ediyor:
“Özgür asıl bomba bu hafta. Hepinizi Sabiha Gökçen havalimanına bekliyorum, canlı yayında Airbus çekicem.”
Tunç, bu söylemlerinden sonra Özgür ile birlikte sahneyi terkediyor. Geride kalan Tayfun ile Sabri Abi arasındaki çok kısa diyalog ile Sabri Abiliğin bam teline dokunuyoruz. Tayfun diyor ki:
“Lavuktaki pazıları gördün mü abi?”
Ve Sabri Abi’nin verdiği o efsane cevap:“Uçağı çekecek de memleketi kurtaracak. Püü…”
Sabri Abi ve Memleketi Kurtarmak
Bu iki örnek de aslında, keyif ile kurulmuş problemli bir ilişki ve bu bağlamda ortaya çıkmış, bir arada kalmışlığa işaret ediyor.
Her insan yaşadığı hayata kendini bir şekilde inandırmak zorunda. Yani demem o ki Sabri Abi her ne kadar yürüyen bir çelişki olsa da kendi kendine bunu bir şekilde kabul ettirmek, bu durumunu kendine gerekçelendirmek zorunda. İşte tam bu diyalog, Sabri Abi’nin nasıl delirmeden, kendinden tiksinmeden, tüm bu çelişkilerin yarattığı fay hatlarına basmadan devam edebildiğinin bir ifadesi. Buradan geliyoruz yukarıda bahsettiğim Sabri Abi’nin belirlediği erişilmesi imkansız o kıstasa.
Bakın, dikkat edin, Sabri Abi diyor ki, “uçağı çekecek de memleketi kurtaracak.” Sabri Abilik’te, o yanlışlarla dolu dünyada, bir insanı ciddiye almanın, ona hakikaten değer vermenin tek yolu, ulvi bir ideal olarak memleketi kurtarmak. Burada tabi ki “memleket kurtarımı”, kendinden başka, kendinden büyük bir organizmaya hizmet etmeye ve bunu yaparken ana amacın hayattan keyif almak, eğlenmek olmadığı bir ideale işaret ediyor. Yani alt metin şu: “Geldin burada şov yaptın da banane bundan. Banane, çünkü bu yaptığın sadece kendin için, senden başka, senin ve o zavallı egondan başka kime ne yararı var bunun.” Yani, bedensiz bir adanmışlıktan, kendinden vererek, muazzam fedakarlıklarla kurulmuş bir kahramanlık müessessinden bahsediyoruz. Sabri Abi için “gerçek” bundan ibaret. “Ağzınla uçak çeksen ne olacak. Banane.” İşte tam da bu nedenle, ilerideki bir sahnede Tunç ağzıyla airbus çekerken paramparça olup ölünce, Sabri Abi tuhaf bir keyifle, sanki en sonunda yerini bulan ilahi adaletin bir sözcüsüymüşcesine şunları iletiyor:
“Ölümlü dünya. Eee fazla böbürlenmeyeceksin Özgür, onu çekerim bunu çekerim diye.”
Sabri Abilik, insanın bencillik etrafında tanımladığı, çürümüşlük, yozlaşmışlık, yararsızlık olarak gördüğü bir hayat tarzıyla olan “suç ortaklığını” gerekçelendirebilmek için imkansız idealler üretmesi demek. Yani, arzu ettiklerine sahip olamayanların, bir yandan arzu nesnelerini değersizleştirirken, öte yandan kendi arzularını kendilerine görünmez kılma çabası. Sabri Abi’nin çok sevdiği ama bir türlü yeteri kadar sahip olamadığı iki şey var: kadın ve para. Bu ikisi de Sabri Abi’nin bedeniyle kurduğu ilişkinin eseri: yani keyif. Ama gel gör ki, Sabri Abi, ne keyifli bir hayat sürenlere ne de o keyif olmadan sürdürdüğü kendi hayatına saygı duyabiliyor.
İnsanın, kendini bir öteki insandan “aşağıda” görmemek için icat edebileceklerinin gerçekten sınırı yok. Sabri Abilik, bir yandan herhangi bir liyakat, emek ve/ya adalet nosyonu ile kurulmamış hiyerarşik bir dünyaya katılırken, öte yandan kendinin de inanmadığı bir diğerkamlık ideali ile bu hiyerarşide altta kaldığı gerçeğini kendi kendine kabullendirme çabası. Böylelikle tabii, işler “onların” istediği gibi gitmeyince, peygambervari söylemler ortaya çıkıyor ve unutulmuş o had bildirilebiliyor. Bunlar, Sabri Abiliğin galibiyeti tattığı, o en keyifli anlar. Dikkat edin, Sabri Abi’nin yüzü bir tek bu anlarda hafifçe gülümsüyor.
Türkiye ve Sabri Abilik
Bu Sabri Abilik hissiyatı, iddiam o ki, Türkiye’nin temel haleti ruhiyelerinden biri. Hayatın farklı alanlarında Sabri Abiliğin farklı seviye ve halleri ile karşılaşmak mümkün, çünkü tüm Türkiye, hatta dünyanın büyük bir kısmı, Sabri Abi’nin dünyasına döndü. Hepimiz Özgür’ün o partisinde yaşıyoruz dersek herhalde abartmış olmam. Kimin nasıl bu kadar varlıklı olduğunu artık kimse bilmiyor. Bilmediği gibi böyle bir zenginliğin çalışarak kazanılabileceğine dair de büyük kuşkular var. Bitcoin, hisse, finans, sosyal medya derken, “çalışmanın” da bir anlamı kalmadı sanki. Kimisi günde 10 saat madende çalışıyor eline bir şey geçmiyor; kimisi “takılıyor,” eline çok şey geçiyor. Birileri, sayıları az da değil bunların, çok zengin; evleri, arabaları, yatları var ve bu paranın kaynağı bir muamma. Tiplerine bakıyorsun, hiç tekin de değil bazıları.
Eğitim zaten artık bir kriter olmaktan çıkmış durumda, eğitilmesen daha iyi diyorlar. İnsan neye inanacağını şaşırdı, neye şaşıracağını da şaşırdı. Olmaz denilen her şey oluyor. Elini sıkmaya değer görmeyeceğin insanlar, seni isterse para demetlerinin arasına sıkıştırabilecek kudrete sahip. Hani dünyanın çivisi çıktı derler ya, çıktı ve dünya balta girmemiş bir ormana döndü hissiyatı hakim. Ama bir yandan da tarih boyunca eşi benzeri görülmemiş muazzam bir keyif peydah oldu. Beden ve hazları keşfedildi. Instagram patlıyor. Bu hayat belli ki hayal edemeyeceğin kadar iyi yaşanabiliyor. Ama paran varsa. İki tane kusursuz beden, denizin üzerine gerilmiş bir hamağın üzerinde yanyana uzanmış, gün batımını izliyor. Kimse aptal değil, akıl o günün, sabahı, öğleni ve akşamını kendi içinde tamamlıyor. Neler yaşandı, neler yaşanabilir, biliyor.
Herkes kendi için çalışıyor. Kimsenin, banka hesabına bir sıfır daha attırmanın ötesinde bir derdi, gayesi ve ideali yok gibi. Her şey dön dolaş, ekonomik, olmadı kültürel kapitale yazılan bir çek. Ana amaç ise keyif almak. Beden ve keyifleri. Yakıyor. Acıtıyor. Muazzam bir bolluk. Dört bir yandan sesler geliyor: “Bu hayatı yaşarlar.” YAŞARLAR. Bunun ötesinde bir gerçek, bunun ötesinde bir hakikat yok. Kalmadı. İkna edemiyor. Tek bir hayatın var ve yaşayacaksın. Bunun da yolu bedenden geçiyor. Bana arabanın modelini ve markasını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Bana makaleni hangi jurnalden bastırdığını söyle, sana senden ne kadar etkilendiğimi söyleyeyim (tabii yeteri kadar paran varsa). Sabri Abiliğin öykündüğü o insan yok artık: fedakar, benliksiz, kendinden büyük bir ideale hizmet eden. Kimdi bu insanlar o da bilinmiyor. Çünkü her ideale hizmet, önce kişinin kendi bedenine yaptığı hizmetle başlıyor. Zira eğer bir ideal yaşayacaksa onu yaşatacak bir bedene ihtiyaç var; ve o beden de artık, o idealden fazlasını istiyor (ya da azını mı demeli?). Belki de hep istemişti de, biz bunu normal karşılamıştık (soyluluk, saraylar, aristokrasi…).
Sabri Abilik bu cenderede, yerine getirmekte zorlandığın bir hayatta kalma çabası demek. Ne içinde olmak ne de dışında kalabilmek demek. Bir yandan Instagram’da gördüğü o kendinden başka hiçbir şeye hizmet etmediğini düşündüğün ama muazzam keyifli hayatları deli gibi arzulamak, öte yandan bunun ne kadar da anlamsız, saçma, değersiz bir şey olduğunu kendi kendine telkin etmek demek. Sabri Abilik, gerçekleşebilecek bin bir çeşit hayat içinde gerçekleşen tek bir hayatın noksanlığı karşısında yaşanan hüsranın katlanılmazlığı nedeniyle anda kalamamak demek. Eğer bir Sabri Abi ise “an”, ikameti en zor yer.
Sabri Abilik, özünde bu olsa da, geniş bir skalaya sahip. İnsanın öykündüğü ama sahip olamadığı bir şeyi, kendini de ikna edemediği, keyfi dışlayan ulvi ideallere referans vererek alaşağı etmeye çalıştığı her yerde bir Sabri Abilik var. Sabri Abiliğin şiddeti, kişinin bu partiye (balta girmemiş ormana) ne kadar maruz kaldığına ve bununla ne kadar başarılı bir şekilde başa çıkabildiğine göre değişiyor. Uç örneklerinde duvarın üstünde yürürken kayıp düşen bir kediye karşı dahi Sabri Abilik yapabilirsiniz: “Yaa işte öyle fazla böbürlenmeyeceksin, orda yürürüm burda yürürüm diye.”
Sabri Abilik, bir yandan değişen, karmaşıklaşan, eski kabullerin çöktüğü, “kazanmak” dışında herhangi bir idealle regüle edilmediği izlenimi veren bu yeni dünya ve bu dünyanın vaatte bulunduğu muazzam keyifler tarafından büyülenen, öte yandan bu keşmekeş ile mücadele edebilecek kadar “yeni” olamayan insanın trajedisi demek. Yani, bildiğimiz jargona oturtmak gerekirse, modernleşemeyen Türkiye’nin trajedisi demek.
- Bu konuda Daktilo1984’te bir yazı dizim yayımlandı: Alafranga Züppeden Kolpa ve Bitmiş İnsana.