
Alevilerin CHP’lileşme Sürecine Tarihsel Bir Bakış
Aleviler ve CHP arasındaki ilişkinin günümüzde karşılıklı bağımlılık (interdependence) ilişkileri üzerinde şekillendiğini söylemek çok da yanlış olmaz. Aleviler, CHP’nin kitlesel olarak en geniş oy tabanını temsil ettiklerinden, CHP için bir olmazsa olmazdır. Bunun yanında, CHP de Aleviler için inançlarından dolayı sistemden dışlanmamaları için olmazsa olmaz bir müttefik. Devletin Sünni çoğunluğu kayırmasından yana düşüncelere karşı, devletin etnik ve dini olarak vatandaşlarına kör olması gerektiğini savunan, devletin liyakat esaslarına göre işlemesi gerektiğine inanan CHP’nin tarihsel tavrı; aynı zamanda Alevilerle CHP’yi birbirine bağlayan en önemli tarihsel bağı da temsil etmekte.
Peki, Alevilerle CHP arasında ortaya çıkan bu bağımlılık ilişkisinin tarihsel kökleri hangi temeller üzerinde şekillenmiştir? Erken Cumhuriyet döneminin Alevilere olan bakışı nedir? Alevilerin, Demokrat Parti yıllarındaki seçmen davranışları nedir? Alevilerin politikleşme süreçleri nasıl başlamıştır? Geleneksel Alevilikten modern Aleviliğe geçiş süreci nasıl başlamıştır ve Alevi kimliği nasıl oluşmuştur? Aleviler nasıl CHP’lileşmiştir?
İşte bu yazının esas gayesi hepsi ayrı ayrı sayfalarca ele alınabilecek tüm bu sorulara vülgarize edilmiş yanıtlar vererek, en azından bu alanda merak edilenlerle ilgili temel bir bilgi vermektir.
Erken Cumhuriyet ve Aleviler
Bugün akademik literatüre bakıldığında, Alevilerin erken Cumhuriyetle ilişkilerini ele alan iki ana akım görüş vardır. İlk görüş, Aleviliğin Türkçe ibadetler ve ritüeller dolayısıyla tarihsel olarak Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğunu savunurken, Türk kültürünü egemen hale getirme kaygısı içindeki Atatürk’ün Alevilerle iyi ilişkiler kurduğu iddiasındadır. İkinci akım, her türlü dini sembolü kamusal alandan mümkün olduğunca dışlayan yeni rejimde, Alevilerin de dini bir özne olarak görmezden gelindiklerini iddia eder.
Benim bu tartışmadaki düşüncem, ikinci fikre yakındır. Bunun nedenine geçmeden önce birinci fikrin eleştirisinin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Aleviliğin Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğu mutlak bir gerçekliktir. Çünkü temel olarak Alevilik, sanılanın aksine Sünniliğin karşıtı olarak ortaya çıkmamıştır. Yahut Alevilikle Şiilik de birbirinden çıkan ya da birbiriyle aynı olan iki kavram değildir. Yani Aleviliğin Fars kültürüne dayandığı yönündeki iddialar yersizdir. Temelde, Alevilik ve Şiilik arasındaki Ehl-i Beyt sevgisi ve Hz. Hüseyin yası dışında ciddi bir ortaklık olduğunu söylemek güçtür. Ayrıca, Anadolu Alevi Edebiyatı’na baktığımızda (özellikle 16. Yüzyıldaki Safevilerin etkisinden önce) Hz. Muhammed ve Hz. Hüseyin yandaşları Sünni; Yezid ve Emevi takipçileriyse Hariciler olarak isimlendirilir. Bu bağlamda, Türk İslamı’nın bir Sünni bir de Alevi yorumu olduğunu söylemek mümkündür. Bu yüzden de ilk görüşün bu argümanı doğrudur. Ancak Atatürk’ün bu yüzden Alevilerle iyi ilişkiler kurduğunu söylemek güçtür. Çünkü Atatürk’ün aklındaki fikir, Batılı anlamda, devletin vatandaşına etnik ve dini kör olduğu bir ulus-devlet kurmaktı. Bu yüzden de herhangi bir inanç grubuna Türk kültürünün parçası olarak kayırmacı davrandığını yahut sırf bu yüzden iyi ilişkiler kurduğunu söylemek güçtür. Bu tezlerin, ileride göreceğimiz 1990 sonrası Siyasal İslam’ın yükselişiyle beraber, bürokratik elitlerin (ve bu dönemde onlarla ortak-yaşar ilişkiler kuran DSP ve CHP’nin) Aleviliği gerçek Türk Müslümanlığı olarak yansıtma çabalarının ortaya çıkardığı konjonktürden etkilendiğini söylemek mümkündür.
İkinci tezin, benim mantığıma çok daha uygun gelmesinin nedeniyse aslında Atatürk döneminin mantığıyla uygun düşmesinden kaynaklanmaktadır. Bir ulus-devlet kurucusu olarak Atatürk, toplumda kurmaya çalıştığı birliği zedeleyebilecek her türlü etnik ve dini akımı görmezden gelmiştir. Yani, Metin Heper’in çok yerinde tespitiyle ampirik olguyu reddetmemiş, ancak onu görmezden gelmiştir[1]. Bu yüzden de Atatürk’ün Alevilerle Türk kültürünün bir parçası oldukları için yakın ilişkiler kurduğunu söylemek mümkün değildir.
Demokrat Parti Yıllarında Aleviler
Demokrat Parti döneminin en önemli olgularından biri, serbest piyasa ekonomisine entegrasyonla beraber özel sektörün gelişmesi ve tarım alanında yaşanan makineleşmenin sonucu olarak kırsal alanda insan emeğine olan ihtiyacın düşmesi gibi gelişmelerin sonucu olarak ortaya çıkan köyden kente göçtür. Bu döneme kadar, kırsalda ve Sünnilerden izole yaşayan Aleviler de bu göç hareketine katılmış ve göç hareketi Alevilerin Sünnilerle temas kurmalarıyla sonuçlanmıştır. İşte bu durum Alevileri kamusal özne olma arayışına itmiştir. Sonucundaysa hem geleneksel Alevilik aşama aşama sönümlenmiş hem de bunun yerine bugün kimlik olarak tanımlayabileceğimiz bir modern Alevi kimliği ortaya çıkmıştır.
1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, 1957 seçimlerine kadar Aleviler tarafından desteklenmiştir. Bunun sebebi, DP’nin Alevilikle ilgili bir programı ya da vaadi olmasından kaynaklı değil, DP’nin kırsala yönelik söylemleridir. 1950’nin ikinci yarısından itibaren ekonomik koşulların kötüleşmeye başlamasıyla eş güdümlü olarak DP, dini söylemlerinin tonunu arttırmış ve bu da Sünnilerin kayrılması gibi algılandığından Alevileri adım adım DP’den koparmıştır[2].
Bu dönemin bir diğer önemli gelişmesi de siyasi partilerin de ciddi bir kitleyi temsil eden Alevilere yönelik diskurlar ortaya koymaya başlamışlardır. Aynı zamanda liste usulü çoğunluk sistemine (bir seçim bölgesinde en yüksek oyu alan partinin tüm milletvekillerini aldığı sistem) göre yapılan 1950 seçimlerinde, kırsal alanlarda yaşayan Alevilerin DP’den yana tavır almaları DP’nin seçim zaferinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Bunun sonucu olarak da Aleviler, siyasetin gündemine bir aktör olarak girmek için sahip oldukları potansiyeli fark etmişlerdir.
27 Mayıs ve Aleviler
27 Mayıs sonrasında Cunta rejimini temsil edenlerin en büyük korkularından biri, şehirleşmeyle beraber kimliklerin yavaş yavaş daha belirgin hale gelmesiyle birlikte, yükselme olasılığı bulunan Kürt milliyetçiliğiydi. Bu da rejimin temsilcilerinin Kürtler ve Aleviler arasındaki farkları gözler önüne sermesini, yoksa yaratmasını ve Alevileri “Türkleştirme” politikasına başlatmasını gerekli kılmıştır. Gürsel’in şu sözleri bu iddiayı destekler niteliktedir:
“Mesela Alevi olan insanları Kürt olarak tanımlıyoruz. Halk da onları bu şekilde görüyor ve [Aleviler] o zaman “bu durumda” Kürtçe öğreniyor ve Kürtleşiyorlar. Çünkü, Sünniler onları düşman olarak görüyorlar. Bu nedenle Şiiler, Alevi ve Bektaşiler Kürtleşmeye eğilimlidir. Oysa Alevilerin gerçek Türk adetlerini sürdürdüğünü itiraf etmeliyiz. Eğer ciddi bir çalışma yapmazsak, onlara gerçeği öğretmezsek (…) bu Türkiye’nin geleceği için kesinlikle bir felaket olacaktır.”[3].
Ayrıca bu dönemde, Diyanet’in içinde Alevilerin de temsil edilmesiyle ilgili tartışmalar, bizzat rejimin temsilcileri tarafından gündeme getirilmiştir. Bu durum, kuşkusuz Jön Türkler’den miras alınan sistemsel Anglomania geleneğinin bir devamıdır. Yani bu durum, sistem-dışı taleplerin belirip, bir anda kolektif bir davranışa dönüşüp infial yaratmasından evvel, sistem-içinde mümkün olduğunca temsil imkanı yaratma geleneğinin bir devamı niteliğindeydi. Bu bağlamda başlayan tartışmalarda ilk öneri dönemin Devlet Bakanı Hayri Mumcuoğlu’ndan gelmiştir. Mumcuoğlu, Diyanet’in içinde bir Alevi departmanı kurulması gerektiğini öne sürmüştür[4]. Bu öneriyi MHP’nin öncülü olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin (CKMP) yeni anayasa tartışmaları esnasında Temsilciler Meclisi’ne verdikleri Müslüman cemaatinin içinde yer alan tüm unsurların ihtiyaçlarına cevap vermekle mükellef bir Mezhepler Dairesi kurulması teklifi takip etmiştir[5]. Sonrasında, Milli Güvenlik Konseyi’nin eski üyeleri olan Senato’nun daimi üyeleri tarafından Ocak 1962’de Dini Kültür İşleri Müdürlüğü kurulması teklifi yapılmıştır[6]. Tüm bu teklifler, yurttaşlar arasında temsilde adalet yaratma kaygısıyla değil; yukarıda da bahsettiğim Anglomanian etkinin bir sonucu olarak, bütün din ve mezhepleri devletin denetimi altında tutarak, devlet sistemine zarar vermelerinin önüne geçme kaygısıyla yapılmıştır. Yani son tahlilde, 27 Mayıs sonrası konjonktürde yapılan tüm bu tekliflerin amacı milli birliğin zedelenmesine engel olmaktır.
Bu tartışmaların son halkası, Diyanet İşleri Başkanlığının görev, yetki ve sorumluluklarını belirlemek için hazırlanan kanun teklifinin 1963 yılında parlamentoya gelmesiyle yaşanmıştır. Tartışmalar, kanun tasarısında bulunan “Mezhepler Müdürlüğü”nün kurulmasıyla ilgili madde etrafında yoğunlaşmıştı. Teklifteki bu maddeyle ilgili Adalet Partisi ve Adalet Partisi’ne yakın yayın organları adeta bir linç kampanyası başlattılar. Devleti Sünniliğin tekeliyle sınırlamak isteyen bu zihniyet, bu teklif kabul edilirse “Aleviler, mum söndü törenlerini camiye taşıyacaklar”[7] şeklinde akıl dışı yayınlarla Sünni çoğunluğun hassasiyetlerini kaşımışlardır. Teklifin sahibi, koalisyon hükûmetinin Başbakanı İsmet İnönü gelen yoğun tepkiler sonucunda, toplumsal bir infialden çekinerek teklifi geri çekmek zorunda kalmıştır. İşte bu noktadan sonra, Anglomanian siyaset diye ifade ettiğim, oluşan talepleri meşru potalar içinde eritmek (İngiliz devlet sisteminden esinlenerek) geleneği başarısız olmuş ve Alevi örgütlenmeleri baş göstermeye başlamıştır.
Aleviler Nasıl CHP’lileşti?
Alevilerin bugün de süren hak arama mücadeleleri, bu teklifin reddedilmesinin hemen ardından ba “Mezhepler Müdürlüğü”nün kurulmasıyla ilgili madde etrafında yoğunlaşmıştı. Teklifteki bu maddeyle ilgili Adalet Partisi ve Adalet Partisi’ne yakın yayın organları adeta bir linç kampanyası başlatmıştır. Öncelikli olarak, Alevi üniversite öğrencilerinden oluşan bir grup, bir bildiri imzalayarak tasarının arkasında durmuştur. Ayrıca 1950’lerde göçle başlayan modern Alevi kimliğinin doğuşu da hemen bu sürecin ardından başlayan Alevilerin çeşitli dernekler kurup örgütlenmeleriyle büyük bir ivme kazanmıştır.
Alevilerin örgütlenme ve siyasallaşma çabalarının sonucunda, 17 Ekim 1966’da Birlik Partisi kurulmuş ve bu parti 1971 yılında Türkiye Birlik Partisi adını almıştır. Birlik Partisi, ilk yıllarında geleneksel Alevi değerlerini benimseyen bir aktördü[8]. 1969 seçimlerinde %3’e yakın bir oy oranına ulaşan parti, 450 sandalyeli parlamentoda 8 milletvekiliyle temsil edilmiştir. 1960’ların ikinci yarısında partinin ana argümanlarından biri, Diyanet İşleri Başkanlığında inançlar ve mezhepler için temsilde denge ve eşitlik yaratmaktı. Ancak parti, 1970’lerden itibaren Marksist siyasetten ve söylemden etkilendi. Bu durum, partinin Diyanet söylemine de yansıdı ve parti 1970’lerde Diyanet gibi bir kurumun laik bir ülkede olmaması gerektiğini savunmaya başladı[9]. Bu durum, kentli-yeni nesil Alevi tabanda (üniversite öğrencileri) karşılık bulurken; ekseriyeti oluşturan geleneksel Alevi tabanla partinin arasına mesafe girmesine sebep olmuştur. Bunun sonucunda parti 1973 ve 1977 seçimlerinde adeta yok olmuştur. CHP’de 1972’de Bülent Ecevit’in genel başkan olmasıyla başlayan dönüşüm, arayış içindeki Alevileri CHP’ye yanaştırmıştır. Alevilerin ekseriyeti 1973 ve 1977 seçimlerinde CHP’yi desteklemişlerdir. CHP yeni dönemde, bir yandan çoğunluğu yoksul olan Alevilerin sosyal adalet isteklerine gelenekseller için radikal görünen Marksizm dışında bir yanıt veriyor; diğer yandan da ülkenin kurucu partisi olarak, Aleviler için olmazsa olmaz olan laikliği temsil ediyordu.
Bu yakınlaşmanın zirveye vardığı ve Alevilerin kitlesel olarak CHP içinde siyaset yapmaya başladıkları dönemse 1980 sonrası dönemdir. Bunun birkaç sebebi olduğu söylenebilir. Öncelikle, 1970’lerde üniversite öğrencisi olan Türkiye Birlik Partili sosyalist Alevi gençleri, 1980 sonrası süreçte hem meslek sahibi olmuşlar hem de bunun sonucu olarak Alevi camiasında prestij sahibi olmuşlardır. 1980 Darbesi’nin tüm sol ve sosyalist yapıları yasakladığı ortamda, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren CHP’nin hem ardılı hem de sonrasında öncülü olacak olan SODEP/SHP tüm solcu ve sosyalistlerin örgütlenme çatısı haline gelmişti. Bu da işte bu yeni-prestij sahibi isimlerin CHP geleneğinde siyaset yapmasıyla sonuçlanmıştır. Bir diğer nedense 1980 sonrasında yükselmeye başlayan, 1990’larda zirveye varan siyasal İslamcılığın Aleviler tarafından büyük bir tehdit olarak algılanması ve laik rejimin en önemli temsilcisi olarak ülkenin kurucu partisi olan CHP’yi görmeleridir. İşte bu durum, devlet, CHP ve Aleviler arasında bir ittifak yaratmıştır. Bu süreçte, Hacı Bektaş’ı anma günlerinde devlet elitleri, Aleviliğin esas Anadolu Müslümanlığı oluğunu savunurken, Sünniliğin Emevi icadı olduğunu ve Arap-Fars kültürünün parçası olduğunu söylemekten de geri kalmamışlardır. Bu dönemde, nasıl ki CHP Aleviler için laik rejimin güvencesiyse; CHP için de Aleviler laiklikle arasında ontolojik bir bağ kuran yegane kitle olduğu için en vazgeçilmez toplumsal grup haline gelmiştir. Hem 90’ların sonunda hem de 2000’lerin başında (AKP’nin iktidara gelmesiyle beraber), Hacı Bektaş’ı anma törenleri, adeta CHP mitinglerine dönüşmüştür[10]. Bu durum, CHP ve Aleviler arasındaki ilişkiyi göstermek açısından son derece önemlidir.
2010’da Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasıyla beraber, hem CHP Alevi bir genel başkana sahip olmuş hem de Alevilerin parti içindeki görünürlüğü artmıştır. Bu durum, yer yer parti içi tartışmalara neden olmakla birlikte, aslında partinin en geniş kitlesel tabanını temsil eden bu toplumsal grubun parti içindeki görünürlüğü son derece normal karşılanmalıdır. Ayrıca yukarıda da görüldüğü gibi, Aleviler ve CHP arasındaki ilişki 1970’lerden itibaren sadakatle ve artarak devam etmektedir. Yani, demokratik süreçler içinde partinin temsil noktalarında daha görünür olmaları bu tarihsel ilişkinin bir sonucu olarak da algılanmalıdır.
Fotoğraf: CHP
[1] Metin Heper, Devlet ve Kürtler, Doğan Kitap, İstanbul, 2010.
[2] Ömür Aydın, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Temmuz 2019, Cilt: 33, Sayı: 3, ss. 899-900.
[3] Aktaran Ceren Lord, Religious Politics in Turkey, Cambridge Univesity Press, NY, 2018, ss. 142-143, Çev: Onur Alp Yılmaz.
[4] A.g.e., s. 143.
[5] Aynı yer.
[6] A.g.e., s. 144.
[7] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/bir-uzun-mucadele-26942
[8] Aydın, a.g.m, s. 902.
[9] A.g.m., ss. 902—903.
[10] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/hacibektas-ta-en-buyuk-ilgi-baykal-a-91846
Paylaş
Yazarın diğer içerikleri

Biden’ın Irak Karnesi
Joe Biden, ABD’nin 46. Başkanı seçildi. Türkiye, kendi payına yaşadığı her olaydan bir kutuplaşma çıkarabilme yetisini bu seçimde de göstermeyi başardı. Peki, Türkiye açısından da önemli bir başlık olan ABD’nin Ortadoğu politikası bu seçimden çıkan tablodan nasıl etkilenebilir? Bunu anlayabilmek için Biden’ın Irak Savaşı hakkında söyledikleri ve önerdikleri ve yaptıklarına

CHP Kurultayı: Her şey gerçekten yolunda mı?
CHP’nin 37. Olağan Kurultayı yapıldı. Üzerine çokça yazılıp-çizildi, yorumlar yapıldı. Benim bu yazıyı yazmak için bir süre beklememin nedeni de bu yorumları beklemek ve takip etmek istememden kaynaklıdır. Benim kurultaydan aldığım ilk izlenim, CHP’nin politika üretmeye değil, politika yapmaya talip olduğudur. Yani CHP, bugünkü siyasi koşulları bir bağımsız değişken olarak

Çöküşten Kurtuluşa Meşveretten Milli İradeye: Ulusal Egemenliğin Türkiye’deki Serencamı
Bu yazının temel amacı, bir yandan her biri sayfalarca işlenebilecek Osmanlı’nın çöküş edebiyatından, modernleşme çabalarına, modernleşme çabalarından parlamento girişimlerine ve bu girişimlerden Cumhuriyet’e ulaşan süreci özetlerken, diğer yandan da Atatürk Devrimi’nin milli karakterini yansıtan parlamentosunun Osmanlı dönemindeki girişimlerden farkını ortaya koymaktır. Çünkü, Türk modernleşmesini tarihsel bir süreklilik içinde adım

80. Yıldönümünde Köy Enstitüleri: Modernleşme Projesinin Bir Parçası
Osmanlı eğitim sistemi, Selçuklulardan devralınan geleneksel İslami eğitim anlayışına dayanmaktaydı. Bir Din ü Devlet olan Osmanlı’da eğitim sistemini düzenleme yükümlülüğü de dini kurumlara ait olmuştur. Bunun sonucunda, eğitim büyük kentlerde dahi Osmanlı halk kitlesinin ekseriyetine ulaşamamış ve bir elit uğraşı olmaktan öteye geçememiştir. Osmanlı’da, 19. Yüzyılın ortalarına, yani reform hareketlerine

Yeni Kutsiyetin Oluşum Aracı Olarak Nutuk ve Tepkiler
Bu yazı, dört yazılık yazı dizisinin son halkası olacaktır. Geçen yazıda da belirttiğim gibi, Nutuk incelenirken, onu iki bölümde incelemek daha doğrudur. Bu bağlamda, ilk yazıda Nutuk’un amacı ve kapsamı ve içeriği anlatılmıştır. Nutuk’la ilgili yazıların ikincisini oluşturan bu yazıdaysa Nutuk’un içeriğine ve suçlamalarına karşı verilen tepkiler ve yeni rejimin

Hesaplaşmadan Meşruiyet Arayışına: Nutuk
Bir önceki yazımda, bu yazımın konusunun Nutuk olacağından bahsetmiştim. Ancak ciddi bir itham ve polemik kitabı olan Nutuk’u da anlayabilmek için, bu eseri iki bölümde incelemek gerektiğini düşünüyorum. Bu bölümlerin ilkini oluşturacak olan bu yazıda, Nutuk’un amacı ve kapsamı ve içeriğinden bahsedeceğim. Bu bölümlerin ikinci kısmını oluşturacak olan bir sonraki

Lozan’dan Nutuk’a Gazi: Primus Inter Pares
Bir önceki yazımda, zafer öncesindeki Mustafa Kemal algısına değinmiş ve talep gelmesi durumunda sürecin devamını yazacağımdan bahsetmiştim. Öncelikle yazımı okuyan ve bana geribildirimde bulunan, süreci bir yazı dizisi halinde yazmam için beni iştahlandıran herkese çok teşekkür ederim. Bundan sonraki yazılarıma, Daktilo1984’te devam edeceğim. İlk yazımda zafer öncesindeki Mustafa Kemal algısına

Zafer Öncesi Mustafa Kemal Algısı: Mesih mi yoksa Beşer mi?
Atatürk’le ilgili yıllardır tartışılagelen bir konu vardır: Atatürk kendini bir tanrılaştırma süreci içine girmiş midir, yoksa böyle bu tartışma tarihin sübjektif yorumlarının bir sonucu olarak mı doğmuştur? Öncelikle bu tartışmayı yürütürken, bu süreci iki döneme (1930’dan önce ve sonra) ayırmak gerekmektedir. Bu yazının ana odak noktasıysa 1930 öncesi döneme, hatta