Giriş
İlerleme kavramı giderek evrensel bir nitelik kazanan Batı uygarlığının normatif anlamda kurucu unsurlarından biridir. Her ne kadar Antik Yunan ve Roma düşüncelerinde ilerleme nosyonunun izlerine rastlasak da[1] o dönemlerde zaman algısının daha döngüsel bir karakterde olduğu, ilerlemenin kendini tekrar eden bu zaman döngüsünün parçalarından biri olarak işlev gördüğü kabul edilebilir.
İlerlemenin, zamanın ve insanın yorumlanmasında temel paradigma haline gelmesi modern dünyanın kuruluş süreciyle yakından ilgilidir. Aydınlanma çağı ilerlemenin sadece tarihi yorumlamada başvurulan bir kabul olmaktan çıkarak her türlü sosyal ve siyasi meseleyi belirleyen bir üst anlatı veya inanca dönüşme sürecine karşılık gelir. Tüm bu bilgilere ek olarak modern bilim imgesinin ilerleme fikrinin yerleşmesinde katalizör güç olduğunu da kabul etmek gerekir.[2]
Liberalizm dahil olmak üzere tüm ideolojilerde modernite ve aydınlanmayla kurduğu ilişki dolayımıyla ilerlemeden izler vardır. Sosyal ilerleme ise daha dar bir içeriğe sahiptir. Yoksulluk, eşitsizlik ve ayrımcılık gibi temel toplumsal sorunların reform yoluyla ve devlet müdahalesi aracılığıyla yok edilmesi sosyal ilerlemeci anlayışın nirengi noktasıdır. Bu genel çerçeve sosyal ilerlemeci çizginin devrimci, dolayısıyla da sosyalist olmayan bir bakış açısını temsil ettiğini göstermektedir.
Bu bağlamda sosyal ilerlemeci birikimin büyük bir kısmının klasik liberalizme karşı sosyal liberal duruş içinde şekillendiği açıktır. Klasik liberalizmin bireyci minimal devlet okumasıyla, sosyal liberallerin ilerleme adına kendiliğinden düzene müdahale eden devletçi bakış açısı arasında güçlü bir karşıtlık vardır.
Son olarak sosyal ilerlemeci düşünüşün sadece liberalizm içindeki bir tartışmayla sınırlanamayacağı, paternalist eski sağ, sosyal demokrasi ve sol popülizmin sosyal ilerleme nosyonuyla ilintili olduğunu da vurgulamamız gerekir.
Geldiğimiz yeri özetlersek, insanlığı barbarlıktan uygarlığa doğru toplumsal, mental ve kültürel açılardan geliştirmeyi amaçlayan düşünme tarzı ilerlemecilik olarak ifade edilebilir. Toplumu geçmişine göre daha ileri bir noktaya taşımayı amaçlayan ve bu amaç doğrultusunda reformcu çabaları destekleyen ilerlemeci politik felsefe; bilim, teknoloji, kalkınma ve örgütlenme gibi alanlarda somut kazanımlar elde etmeyi kendisine dert edinir. Sosyal ilerlemeci hassasiyet ise bir yandan aydınlanmacı aklı evrenselleştirirken, diğer yandan “laissez-faire” kapitalizmini sınırlamayı amaçlar.
Klasik Liberalizmin İdeolojik Künyesi
Liberalizm devlete karşı bireyin özgürlüğünü savunan siyasi akımın adıdır. Batı siyasal sisteminin tarihsel dayanağı ve normatif temeli olan bu bireycilik liberal düşüncenin içinde bulunur. Temel hak ve özgürlüklere dayalı demokratik devlet modeli, liberal siyaset felsefesinin hayata geçmiş haline karşılık gelir. Liberalizm burjuva sınıfının politik projesi olarak feodalizm ve mutlak monarşiye karşı yürütülen tarihsel mücadelenin düşünsel zeminini de karakterize eder. İngiliz, Amerikan ve Fransız Devrimleri, birer siyasal pratik olarak liberal düşüncenin olgunlaşmasına ciddi katkılar sunmuştur.[3]
Liberalizmin kapitalist toplumların politik ajandasını karakterize ettiği iddia edilebilir. Kapitalizmin gelişmiş olduğu yerlerde, özellikle de burjuva devrimlerini tamamlamış demokrasilerde liberalizm de güçlüdür. Ancak faşizm ve muhafazakarlık gibi ideolojilerin de kapitalist toplumlarda bir hayli etkili olduğu açıktır.[4] Bu bağlamda kapitalizm dolayımıyla liberalizmle muhafazakarlık ve hatta liberalizmle faşizm arasındaki geçişlere dikkat çekilebilir. Liberal siyasetin sosyalist tipte bir devrimi destekleyen işçi sınıfı muhalefeti karşısında muhafazakarlaştığı ve bugün itibariyle pek çok ülkede liberal düşünce ile muhafazakar düşüncenin aynı ideolojinin iki yüzü gibi işlev gördüğü söylenebilir.[5]
Örneğin, yeni sağcı muhafazakarlık yorumu klasik liberalizmin uzantısı olan neo-liberal perspektife çok şey borçludur. Ayrıca, özellikle kriz anlarında faşist ve popülist akımların liberalizmin yerine geçerek kapitalist toplumu koruduğu iyi bilinen bir tarihsel olgudur.
Liberal düşünce içerisinde iki önemli damar bulunur: Bahsi geçen alt akımlardan ilki, kendiliğinden düzeni savunan ve devlet müdahalesine şiddetle karşı çıkan klasik liberalizm; ikincisi ise sosyalizmle etkileşim halinde şekillenmiş, toplum yararı için devlet müdahalesini olumlayan sosyal liberalizmdir. Sosyal liberalizm bu yazının esasını oluşturan sosyal ilerlemeci mantığın taşıyıcı sütunlarından biridir. Sosyal ilerlemeci hassasiyet, önemli ölçüde klasik liberallere karşı çıkan modern liberal aktörler tarafından inşa edilmiştir.
Liberal düşünce bir dizi teorik varsayımın üzerinde yükselir. Bahsi geçen kavram setlerinden ilki bireyciliktir. Birey temel ontolojik birimdir. Onun hakları ve özgürlüğü siyaseten korunmaya layık başlıca değerdir. Toplum sözleşmesi kuramları bireyin devleti ve toplumu inşa ettiğini savlayarak bireyciliği siyaset felsefesi içinde temellendirmiştir. Ayrıca doğal haklar ve insan hakları gibi okumalar, bireyin ayrıcalıklı özne konumunu yeniden üreten değerlendirmelere karşılık gelir.
Ancak klasik liberalizmden sosyal liberalizme geçildikçe bireyin özgürlüğüne yüklenen anlam değişir. Klasik liberalizm kendiliğinden düzene atıfta bulunarak birey özgürlüğünü negatif bir içerikle ele alır.[6] Bu metin içerisinde düşüncelerine ayrıntılı bir şekilde değineceğimiz John Stuart Mill, Thomas Green ve John Rawls gibi düşünürler ise birey özgürlüğünü toplumun refahı ve özgürlüğü ile genel adalet rejimi gibi toplumun bütününü pozitif bir şekilde ilgilendiren konular bakımından ele almaya eğilimlidir.
Liberalizmde güçlü bir evrenselci ton olduğu çok bilinen bir saptamadır. Çünkü liberal düşünürler tüm insanlığa hitap eder. Ayrıca insanın ve toplumun rasyonel bir şekilde açıklanabileceği tezi temel liberal aksiyomlar arasındadır. Evrensel rasyonelliğin içeriği ise ekonomi anlayışında belirgin hale gelir: Liberal iktisat kuramı homo economicus varsayımına bağlıdır. İnsan hesap yapan akıllı bir varlıktır. Kendini ve doğayı şekillendirir. Ayrıca pek çok liberal Fransız Devrimi ideallerini de benimser. İlerleme ve hümanizma bu ideoloji içinde sıklıkla savunulur. Tüm bu nedenlerle sosyal ilerleme nosyonunu liberal evrenselciliğin dışında düşünmek hiç de kolay değildir.
Tabii ki klasik liberallerin evrenselciliği yorumlama biçimiyle sosyal liberalizmin ilerlemeyi ön plana çıkaran akılcı değerlendirmeleri arasında ciddi farklılıklar vardır. Klasik liberaller evrenselci tahayyülden kendiliğinden düzeni anlamaya eğilimlidir. Bu bakış açısında farklı seçeneklerin her biri, birey ona onay verdiği müddetçe doğrudur. Etik tarafsızlığı gerektiren “modus vivendi” ve biçimsel eşitliği toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi noktasında yeterli gören prosedürel adalet, klasik liberal evrenselciliğin esasını teşkil eder.
John Locke ve David Hume örneklerinde kristalize olduğu üzere klasik liberal akıl anlayışı, deneyim tarafından inşa edilmiş ampirik bir aklı önemser. Jeremy Bentham ve James Mill’in faydacılığı; Adam Smith ve David Ricordo’nun düşüncelerinde sofistike bir içerikle karşımıza çıkan iktisadi liberalizm; eşitsizliği doğal gören Herbert Spencer tipi bir sosyal Darwinizm ve devlet müdahalesi karşısında piyasa rasyonelliğine geri dönülmesi düşüncesini savunan Friedrich V. Hayek ve Milton Friedman’ın neo-liberalizmi, kendiliğinden evrenselciliğin tipik örnekleri arasındadır.[7] Sosyal liberal çizgi ise kendiliğinden düzenin refah, özgürlük ve barış yaratmadığının altını çizer ve topluma onu ilerletici ve iyileştirici bir içerikle müdahale edilmesini salık verir. Mill’den Rawls’a kadar pek çok sosyal liberal evrensel akıldan, evrensel reform projeleri ve herkes için adil sonuçlar doğurması beklenen standart önerileri anlar.
Son olarak rıza ve meşruluk kavramlarına değinmek yerinde olacaktır. Klasik liberalizm meşru bir devletin, ancak bireysel özgürlüklere saygılı ve farklı yaşam tercihleri konusunda tarafsız bir eylem tarzıyla mümkün olacağını düşünür. Bu kavrayış, zamanla liberal demokratik hukuk devletinin arkasındaki temel siyasal kabule dönüşmüştür. Ancak, küçük devlet, barış içinde toplum ve bireyler arası ilişkiler bakımından hoşgörünün meşru bir düzen için yeterli bir ilke olup olmadığı meselesi tartışmalıdır.[8] Liberalizmden evrensel ve rasyonel standartları anlayan anlayış, toplumdaki her ilişki ve yaşayış biçimini bireysel tercihlerle ilişkili görmediği gibi bütün bireysel tercihleri de meşru saymaz. Kolaylıkla fark edileceği üzere sosyal ilerlemeci sosyal liberal tahayyül böylesi bir okumayı ön plana çıkarmaktadır.
Sosyal İlerleme ve Sosyal Liberalizm
Sosyal liberalizm sosyal ilerleme düşüncesinin en önemli ideolojik taşıyıcı sütunudur. Klasik liberalizmi şiddetle eleştiren sosyal liberaller, bu tutumlarıyla merkez ve merkez sol politikayı yeniden inşa etmişlerdir. Sosyal liberalizm içinde bireysel hak ve özgürlükler yoğun bir şekilde vurgulanır. Ekonomik ve sosyal meselelere hükümet müdahalesi ise kaçınılmaz nitelikte politik bir olanağa karşılık gelir. Sosyal liberaller, sosyal piyasa ekonomisi yanlısıdır. ABD’deki New Deal liberalizmi ve Avrupa’da etkili olan Keynesyen liberalizm, sosyal liberal anlayışın en popüler tarihsel formlarına karşılık gelmektedir. Liberallerin sosyal demokrasiye yaklaşması ve sosyalistlerin liberalleşmesi gibi birbirini tamamlar nitelikteki iki tarihsel eğilim sosyal ilerlemeci sosyal liberalizmin popülerleşmesini sağlamıştır.[9]
Sosyal liberalizmin en güçlü olduğu alan şüphesiz ki ekonomi politik meselelerdir. Sosyal liberaller, sosyal demokratlar ve muhafazakarla birlikte sosyal refah devletinin oluşumuna ciddi ölçüde katkı sunmuştur. Refah devleti modeli, kapitalist sistemdeki yüksek düzeydeki kutuplaşmayı yumuşatarak bir sosyal mutabakat çağının başlamasına yol açmıştır. Ancak 80’lerde hakim paradigma haline gelen neo-liberal düşünce sosyal devleti ciddi ölçüde aşındırmış, emek-sermaye çelişki tekrar derinleşmeye başlamıştır. Bu noktada sosyal liberallerin diğer merkez sol ilerici güçlerle birlikte üçüncü yol çağrısı yaptığı, liberal demokratik düzen içinde görece daha zayıf bir sosyal haklar rejimini vahşi kapitalist alternatifi karşısında desteklediği görülmektedir.[10]
Sosyal liberalizm ve neo-liberalizmin aynı politik coğrafyalarda nemalanması ise tarihsel bir ironi olarak karşımızda durmaktadır. Şöyle ki, sosyal liberalizm önemli ölçüde İngiliz-Amerikan deneyimine dayanmaktadır. İngiltere’de David Llyord George, John Mayard Keynes ve William Beveridge, refah devleti; ABD’de ise Theodore Roosevelt ilericilik üzerinden yoksulluk, ırkçılık, cehalet ve sınıf savaşımına karşı devletin ekonomik, sosyal ve kültürel hayata müdahalesini savunmuştur. Bu devletlerdeki politika oluşum süreçleri de sosyal liberal idealler tarafından şekillendirmiştir.
Tıpkı sosyal liberalizm gibi neo-liberalizm de önemli ölçüde Anglo-Sakson dünyanın ürünüdür. Friedrich Hayek, Milton Friedman, Ludwig von Mises, James M. Buchanan gibi düşünürler ve en bilinen örnekleri Margaret Thatcher ve Ronald Reagan olan siyasetçiler kuşağı, neo-liberal idealleri öncelikle İngilizce konuşan dünyada hayata geçirmişlerdir. Bu bağlamda neo-liberalizmin, sosyal liberalizmin sadece teorik hasmı değil, aynı zamanda aynı siyasi kültür ve toplumsal bağlamdaki en büyük alternatifi olduğu söylenebilir.
Tabii sosyal liberalizm sadece ve basitçe bir sosyal devlet savunusu olarak görülemez. Sosyal liberaller; sermayeyi, hükümet ve sendikalar arası işbirliğini önemseme eğilimindedir. Bu bağlamda kamusal müzakere ve farklı kesim ile sınıflar arası diyalog, demokrasinin bir gereği olarak hararetle savunulur. Ayrıca sosyal liberalizm, barışı bir ilerleme ideali olarak olumlar. Wilson ilkelerinden bugüne, emperyalist rekabet ve küresel adaletsizliklere karşı konumlandırılan barış ilkeleri üzerinde kafa yoran enternasyonel çizgi sosyal liberalizm içinde baskın konumdadır.[11] Rawls’un yasa tanımaz halklara karşı liberal toplumlar ile liberal olmayan toplumların bir kısmını bir araya getiren küresel adalet tasarımı[12] sosyal liberal barış yanlısı perspektifin bugün hâlâ oldukça güçlü olduğunu gösteren bir anlayıştır.
Sosyal liberallerin ilerlemeci toplum anlayışlarının eğitim ve kadın hakları konusunda ciddi bir birikime sahip olduğu söylenebilir. Sosyal liberaller, sosyal ilerlemenin bir formu olarak kadın haklarında iyileşmeyi ve liberal feminizmi savundular. Ayrıca John Dewey’in çalışmalarında sofistike bir içeriğe kavuşan pragmatik eğitim reformu tasarıları, toplumun bilgiye ulaşmasını kolaylaştıran bir kurumsal esnekliğe sahipti.
John Stuart Mill, Thomas Hill Green, Leonard Hobhouse ve John A. Hobson gibi düşünür ve siyasetçilerin çabaları sosyal ilerlemeyi, sosyal liberalizm içinde tasarlamayı mümkün kılan bir tahayyüle yol açtı.[13] Bu noktada, özellikle Mill’in sosyal liberalizme felsefi bir derinlik kazandıran temel tezleri üzerinde ayrıca durulmalıdır. Bilindiği üzere insanları ilerleme eğiliminde olan akılcıl varlıklar olarak gören Mill, toplumun müdahalesi karşısında bireye dokunulmaz bir özgürlük alanı yaratmayı amaçladı. Ona göre bireyin özgürlüğü en üstün etik politik ilkeydi. Bu ilkeyi güvence altına almak adına insanların eylemlerinin sadece toplumu ilgilendiren kısmı kadar topluma karşı sorumlu olmaları gerektiği tespiti Mill felsefesinin nirengi noktasını oluşturmaktadır.[14] Mill sadece fayda, müdahale etmeme ve gerçeği arama gibi bazı ilkeler üzerinden negatif özgürlüğü yeniden teorileştirmedi; o aynı zamanda liberal devletin demokratikleşmesi, kadınların seçme ve seçilme hakkına kavuşması ile geniş kitlelerin daha adil bir dünyada yaşamaları için pozitif özgürlükçü bir zemin de inşa etti.
Hegelci Oxford idealizminin tipik bir temsilcisi olan Thomas Hill Green ise pozitif özgürlükçü perspektifi popülerleştirdi. Ona göre toplumun ve devletin bireylere ne yapması gerektiğini söylemesi şüphesiz ki doğru değildi. Ama toplumdaki verili eşitsizlik, sözleşmelerin tarafı olan işçi ve işverenlerin özgür müzakere süreçlerini en baştan itibaren sakatlıyordu. Bağımlı konumları nedeniyle yoksullar hemen her durumda dezavantajlıydı. Hobhouse ile birlikte sosyal liberalizm, liberal ideolojinin baskın formu haline geldi. Laisez-faire kapitalizminin işsizlik ve fakirliği yeterince önemsemeyen anlayışı, sosyal meseleler konusunda hassas alternatif bir dil aleyhine güç kaybetti.[15]
İlerici bir düzeni liberalizm adına destekleyen sosyal liberal anlayışın bugünün düşün dünyasına katkısı ise daha çok adalet çerçevesindeki tartışmalarda somut bir içeriğe bürünmektedir. Bu bağlamda öncelikle John Rawls’un adalet kuramına değinilebilir. Bir Adalet Kuramı[16] adlı metin, neo-liberal düzen içerisinde sosyal liberalizmin sofistike bir savunusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Rawls, Bentham faydacılığına karşı bireylerin hak ve ödevlerini ön plana çıkaran Kantçı bir okuma yapar.[17] Onun tezi, eşitliğin herkesin lehine bir adalet durumu yarattığı şeklindedir. Eşitlikten taviz verilmesi ise ancak en dezavantajlı durumda olan kesimlerin konumlarını iyileştirmek adına söz konusu olabilir.
Tabii sadece John Rawls değil, Amartya Sen, Ronald Dworkin, Martha Nussbaum ve Bruce Ackerman gibi kuramcılar da adalet tartışmasına katkı sundu. Eşitsizliğin derinleştiği neo-liberal dünyada kaynak tahsisi bakımından adaletin sağlanmasına yönelik hakkaniyet talebi, fırsat eşitliği ve pozitif özgürlük kavramlarına sıkışmış sosyal liberal gündemin derinleşmesine yardımcı oldu.
İlerlemeci İdeolojik Hat: Sosyal Demokrasi, Paternalist Muhafazakarlık ve Sol Popülizm
Bu metnin başında da dile getirildiği üzere sosyal ilerlemeyi sadece klasik liberalizmi eleştirel bir şekilde aşmaya çalışan sosyal liberalizmle sınırlı bir düzlemde ele aldığımızda tartışmayı bir hayli daraltmış oluyoruz. Dahası, sosyal liberalizmin liberal ideoloji içinde ayrı bir bakış açısı olarak olgunlaşma sürecinin; sosyal demokrasi, paternalist muhafazakarlık ve sol popülizm gibi akımlardan bağımsız düşünülmesi mümkün değil. Bu bağlamda makul yol, genel olarak sosyal ilerleme düşüncesi, özel olarak ise sosyal liberalizmle etkileşim halindeki diğer akımlara değinmek olacaktır.
Sosyal demokrat hareket devrim koşullarının ortadan kalktığına yönelik gözlemi içtenlikle benimsedi. Sosyal demokratlara göre işçi, sınıfı milliyetçi ve sağ değerlerden ciddi ölçüde etkileniyordu.[18] Ayrıca kapitalist düzen, işçi sınıfı talepleri karşısında esneme eğilimdeydi. Sosyal demokratların sosyal devleti inşa girişimlerine muhafazakarların verdiği destek, bahsi geçen paradigma değişikliğini özetlemektedir.
Sosyal demokratlar toplumsal reform ihtiyacına duydukları inanç nedeniyle zaten en baştan beri sosyal ilerlemeci perspektifi savundular. Toplumun ekonomik, kültürel ve siyasi açıdan daha üst bir örgütlülük seviyesine çıkması, sosyal demokrasinin başlıca amacı oldu.[19] Tabii onlar, toplumun ilerlemesinden sınıf farklarının ortadan kalkması ve daha eşitlikçi bir dünyanın kurulması gibi bir içeriği anlıyordu. Bu bağlamda, sosyal demokratlar da ilerlemeci olmasına rağmen sosyal liberalizmle sosyal demokrasinin ilerleme kavramına yüklediği anlamın aynı olmadığının altını çizmek gerekir.[20]
Yine de pek çok sosyal demokrat sosyal liberalizmden etkilendi. Ayrıca bu ilişki tek taraflı da değildi. Sosyal demokratlar da liberalizmi dönüştürdü. Fırsat eşitliği, sosyal adalet ve pozitif özgürlük gibi kavramların her iki ideolojide yaygın bir şekilde kullanılması, bahsi geçen bu karşılıklı etkileşimin kanıtı niteliğindedir.
Günümüzde sosyal demokrasisinin bir dizi sorunla boğuştuğu söylenebilir. Neo-liberal saldırı karşısında gerileyen sosyal mutabakat koşulları, sosyal demokratları oldukça zor durumda bırakmıştır. Pek çok ülkede sosyal demokrat partiler iktidara gelmekte güçlük çekmektedir. Dahası, Anthony Giddens’in üçüncü yol tezinden[21] bugüne sosyal demokratların sosyal liberalizme, hatta klasik liberalizme fazlasıyla yaklaştığı, bu bağlamda kendi ideolojik özgünlüklerini yitirerek sol liberal çizgi içinde eridikleri görülmektedir.
Sosyal demokrat siyaset bakımından bir diğer sorun, kimlik temelli bakış açısının yükselişi ve çokkültürcülüktür. Her kimliğin meşru olduğu bir dünyada toplumsal reform adına gündelik hayata müdahale etmek ve ilerlemeyi politikleştirmek her geçen gün daha da zorlaşmaktadır.
Sosyal ilerlemeye katkı sunmuş bir diğer ideoloji ise paternalist muhafazakarlıktır. Bilindiği üzere muhafazakarlık; geleneksel, uyumlu ve ölçülü bir hayat tarzını politik ajanda haline getirir. Fransız Devrimi sonrası yaşanan gelişmeler özelinde soyut ilkelere göre toplumu tanzim eden idealizm ve geçmişten radikal bir şekilde kopuşu savunan devrimci eylem biçimi, muhafazakarların karşı çıktığı anlayışların başında gelir.[22] Ancak, iki nedenden dolayı muhafazakarlık, ilerlemeyi amaçlayan sosyal reform tasarılarıyla ilişkilendirilebilir. Öncelikle, liberalizm ve muhafazakarlık zamanla birbirine yaklaşmıştır. Bu tarihsel durum, sosyal liberalizmin ortaya çıkış sürecinde bir benzeri yaşandığı üzere, liberalizm içindeki değişimlerin muhafazakarlıktan bağımsız bir şekilde değerlendirilmesini zorlaştırır. Belki her durumda değil ama çoğu kez, liberalizm değişiyorsa muhafazakarlık da değişiyordur. İkinci husus, doğrudan doğruya muhafazakarlığın kendi iç örgütlenme biçimiyle ilgilidir. Yeni sağın yükselişine kadar muhafazakar ideolojinin ana omurgası paternalizm olmuştur. Eski sağ tipi muhafazakarlık toplumsal meselelere duyarlıdır. Organik topluma zarar veren her türlü sosyal sorunun reformlar yoluyla çözülmesini ister.
Bu son argümanı bir dizi tarihsel ayrıntıyla zenginleştirebiliriz. Şöyle ki, muhafazakarlık içinde ciddi bir eski sağ-yeni sağ ayrışması vardır. Yeni sağ, neo-liberal düşüncenin muhafazakar siyaset içindeki taşıyıcısıdır. Sosyal devlet güvencelerinin tasfiyesi ve devletin iktisadi hayattan çekilmesi popülist yeni sağın eseridir. Bu programa mesafeli olan siyasal okuma ise eski sağcı geleneği korur.[23] Eski sağ devrime karşıdır. Ancak demokratik siyaset içinde evrimci yollarla değişimi güçlü bir şekilde destekler. Benjamin Disraeli, Otto von Bismarck ve Winston Churchill’den Süleyman Demirel’e kadar paternalist muhafazakarlığa katkı sunmuş siyasetçiler ilerici sosyal devlet uygulamalarına destek vermekten kaçınmamışlardır.[24]
Bu anlayış kültür hayatında muhafazakarlık ve soyut ilkelere karşı, geleneksel somut hayatın rehberliğine güvenir. Ama toplumun organik bütünlüğünü koruma adına sosyal-ekonomik meselelere müdahaleyi de makul görür. Devlet baba politik bir idealdir. Bu arada sosyal piyasa ekonomisi ve demokratik korporatizmin din referansıyla savunulması da mümkündür. Yoksullara yardım etmek zenginler için bir zorunluluktur. İyi bir Hıristiyan (veya Müslüman) yaşadığı topluma sırtını dönemez.
Son olarak popülizm üzerine bir analiz yapmak da yarar var. Modern siyasetin üzerine en çok tartışma yürütülen kavramlarından biridir popülizm. Demokrasiyi gölge gibi takip eder. Demokrasi ile popülizm arasında yaşanan diyalektik ilişkide, popülizmin sağ popülizmden ibaret olmadığını ve sosyal ilerlemeci pratiklerin popülerleşmesi sürecine sol popülizmin de ciddi ölçüde katkı sunduğunu not etmek gerekir.
Popülizmin ideolojik künyesinde ise bazı hususlar ön plana çıkar. Öncelikle, popülizm pejoratif bir kavramdır. Dışarıdan yapılan ve küçültücü yanı ağır basan bir tanımlamaya karşılık gelir. Adları popülizmle yan yana gelen akım ve kişiler, genelde bu tanımın içinde yer aldıklarını kabul etmez.[25] Ayrıca popülizm halk egemenliği konusunda bir hatırlatmadır. Yozlaşmış elitlere ve siyasetçilere karşı hükümetlerin öncelikli amacının halka hizmet olduğu gerçeğini vurgular.[26] Tabii burada halk muğlak bir kavramdır. Popülistler de bu muğlaklıktan yararlanır. Halkın bir kısmını halktan saymaz. Siyasi rakiplere halk düşmanı gibi davranılıp düşman ceza hukuku uygulanır. Bu nedenle popülizmin güçlendiği her yerde, diktatörlüğün kıyısında gezinen çoğunlukçu bir demokrasi anlayışı, ötekileştirme ve ayrımcılık çok popülerdir.[27]
Popülizmin bir diğer baskın özelliği liderle halk arasındaki özdeşliktir. Halk liderin varlığında somut bir içeriğe bürünür.[28] Bahsi geçen liderin tarihi yapma sorumluluğunu tek başına üstüne alan bir karizmatik önder pozisyonda olduğu söylenebilir. Popülizmdeki bu liderci siyaset anlayışının onu faşizme bir hayli yaklaştırdığı sıklıkla yapılan bir gözlemdir. Siyaset bir kez böyle kurulduğunda, imaj üretimi, siyasal pazarlama ve duygular, rasyonel müzakere ve değerlendirmelerin önüne geçer. Akılcı değerlendirme eksikliğinin post-truth koşullarının da etkisiyle komplocu düşünme biçimini yaygınlaştırdığı da söylenebilir. Bugün itibariyle popülist siyaset, küreselleşme karşıtı ve yabancı düşmanı bir içerikle kendi politik iddiasını ortaya koymaktadır. Popülist siyasetin güçlendiği bu dönemde neo-liberal dilin yerini, refah devletinden yana geleneksel bir ulusal devlet savunusuna bıraktığı da görülmektedir.[29]
Tüm bu analizlerde doğruluk payı olmakla birlikte popülizmi tümüyle çoğunlukçu demokrasi anlayışı ve lider seviciliğe indirgemek eksik bir okumaya karşılık gelir. Çünkü en başından beri popülizmde güçlü bir sol damar da var olmuştur. Bahsi geçen sol popülist tarih, sosyal ilerlemecilik bakımından yeniden değerlendirildiğinde karşımıza şöyle bir manzara çıkar:
Popülizmin kökenleri 19. yüzyılın ilerici hareketlerinin içindedir. Popülistler eşitsizliğe karşı eşitliğe, muhafazakarlığa karşı reform ve devrime yakın oldular. 1789 Fransız Devrimi, 1848 ayaklanmaları ve Bakunin ve Kropotkin’in yazılarında vurgulanan devrimci siyasal özne, halka karşılık geliyordu. Amerikan Halk Partisi ve Rus Narodnik Hareketi ilerici popülizmin ilk örnekleri olarak kayda geçti. Modern sol popülizm açısından ise Latin Amerika deneyimi önemlidir. Peron, Chaves, Correa ve Morales gibi örnekler gösteriyor ki popülizm ile ilericilik arasında kurulan bağ bahsi geçen coğrafyada hep güçlü oldu.[30]
İlerici Latin Amerika sol popülizmi dışında neo-anarşizme yakın bir sol popülizmin daha var olduğu söylenebilir. Küreselleşme karşıtı hareketler, Wall Street işgali, Gezi olayları, Syriza ve Podemos deneyimleri gibi akım ve eylemlerde radikal feminizm, ekolojist pratik, işgal evleri hareketi, Marksist otonomizm ve anti-kapitalist doğrudan eylem praksisi yeniden üretildi. Küresel ve toplumsal eşitsizliklere karşı koyarken radikal demokrat bir perspektifle liberal demokrasiyi de ıslah etmeye çalışan böylesi bir sol popülizm, sağ popülizmin gerçek alternatifi olarak zaman zaman olumlanmıştır. Çünkü sağ popülizm dışlarken sol popülizm dahil etmeye çalışmaktadır. Bu dahil etme girişimi, politikanın alanının genişlemesi gibi bir anlamı da içerisinde barındırır.[31]
Sonuç Yerine
İlerleme, Aydınlanma çağını simgeleyen bir kavramdır. Tabii ilerleme isteği sadece aydınlanmayla değil, aynı zamanda modernleşmeyle de yakından ilgilidir. Dünyayı daha modern kılmaya dair her çaba, örtük bir şekilde ilerlemeyi kendisine referans alır. İlerleme sosyal ilerlemeye doğru anlam daralmasına uğratıldığında ise karşımıza başka bir manzara çıkar. Bu noktada öncelikle liberalizm içindeki bölünmeyi hatırda tutmakta yarar var. Şöyle ki, klasik liberaller özgürlüğü bireyin kendi yetenek ve potansiyelini ortaya koymasına izin veren bir başlangıç koşulu olarak görmeye eğilimlidir. Herkesin özgür olması toplum için en iyi seçenektir.
Tabii her bir bireyin özgürce seçiminin nasıl olup da tüm toplumun iyiliğine yol açtığı meselesi çok da açık değildir. Klasik liberal anlayış bu hususu genellikle “kendiliğinden düzen” içinde geçiştirmeye çalışır. Adam Smith’in görünmez el metaforu gibi açıklamalar kendiliğindenliğin öngörülemez ama aynı zamanda iyimser bir ilerlemeciliğe yol açtığını iddia eder. İşte tam da bu noktada sosyal liberalizm ortaya çıkmıştır. Sosyal liberaller kendiliğinden düzen yerine planlı müdahale ister. Toplumun ilerlemesi kamusal işlerin bütüncül tasarımına bağlıdır. Sosyal liberalizm, sosyalizmden farklı olarak ilerlemeye müdahalenin doğru formunun devrim değil reform olduğunu düşünür.
Sosyal demokrasi, paternalist muhafazakarlık ve sol popülizm de tarihsel gelişim süreçlerinde hem sosyal ilerleme tasarılarına hem de sosyal liberalizme katkı yapmış, toplumun daha iyi şartlarda yaşaması için kamusal reformu zorunlu bir araç olarak görmüşlerdir.
Bugünün dünyasında ise sosyal ilerlemeci siyasal tahayyülün cazip olmaktan çıktığı açıktır. Şüphesiz ki kapitalist toplumun ulus devlet ve sosyal devlet formlarında kendini örgütlediği sosyal mutabakat çağı koşullarına geri dönülmesini savunan politik nostalji tadında yönelimler vardır. Bu bağlamda popülizm, geçmişi bugüne çağıran politik tercihler için uygun bir zemine karşılık gelmektedir. Ancak, ilerleme, aydınlanma, modernleşme, devrim ve hatta reform kavramları gözden düşmüş, post-modernizm gerçekliğin evrensel ve kamusal düzeylerde düşünülmesini imkansız hale getirmiştir.
NOT: Friedrich Naumann Vakfı’nın desteğiyle yayımlanmıştır. Burada ifade edilen görüşler yalnızca yazarlara aittir. Bu görüşler Friedrich Naumann Vakfı’nın görüşlerini yansıtmayabilir.
Kaynakça
Arblaster, Anthony (1984). The Rise and Decline of Western Liberalism, Oxford: Blackwell.
Beitz, Charles R. (1999). “Social and Cosmopolitan Liberalism”, International Affairs 75 (3), pp. 515–529.
Berlin, Isaiah (1990). Four Essays on Liberty, Oxford: Oxford University Press.
Bochel, Hugh (2011). The Conservative Party and Social Policy, London: The Policy Press.
Brink, David O. (2013). Mill’s Progressive Principles, Oxford: Oxford University Press.
Browing, Gary (2000). Contemporary Liberalism, London: SAGE Publications.
Canovan, Margaret (1981). Popülism, New York & London: Harcourt Brace Jovanovich,
Crick, Bernard (2005). “Populism, Politics and Democracy”, Democratization, 12 (5), pp. 625-632.
Derman, Joshua (2012). Max Weber in Politics and Social Thought: From Charisma to Canonization, Cambridge: Cambridge University Press.
Dunleavy, Patrick & Paul Joseph Kelly & Michael Moran (2000). British Political Science: Fifty Years of Political Studies. Oxford, UK: Wiley-Blackwell.
Fassin, Eric (2018). Popülizm: Büyük Hınç, Çev: Gülener Kırnal-İlker Kocael, Ankara: Heretik Yayınları.
Gerbaudo, Paolo (2018), Maske ve Bayrak, Popülizm, Yurttaşlık ve Küresel Protesto, Çev. Diyar Saraçoğlu, İstanbul: Kafka Yayınları.
Giddens, Anthony (2017). Sağ ve Solun Ötesinde, Çev: Müge Sözen ve Sabir Yücesoy, İstanbul: Metis Yayınları.
Gray, John (2003). Liberalizmin İki Yüzü, Çev: Koray Değirmenci, Ankara: Dost Yayınları.
Harr, Edwin van de (2015). Degrees of Freedom: Liberal Political Philosophy and Ideology. London: Routledge Press.
Hombach, Bodo (2000). The Politics of New Centre, London: Polity Press.
Kurzman, Paul A. & R. Paul Maiden (2013). Union Contributions to Labor Welfare Policy and Practice Past, Present and Future, London: Routledge Press.
Laclau, Ernesto (2007). Popülist Akıl Üzerine, Çev: Nur Betül Çelik, Ankara: Epos Yayınları.
Lewis, Jane & Rebecca Surender (Ed.). (2004). Welfare State Change: Towards a Third Way?, Oxford: Oxford University Press.
Meyer, Henning & Jonathan Rutherford (Ed.). (2012). The Future of European Social Democracy: Building the Good Society. Palgrave Macmillan.
Mudde, Cas & Kaltwesser, Cristobal Rovira (2013). “Populism”, (Ed.), Michael Freeden & March Stears, The Oxford Handbook of Political Ideologies, Oxford: Oxford University Press, pp. 494-312.
Mudde, Cas & Cristobal Rovira Kaltwasser (2019). Popülizm, Kısa Bir Giriş, Çev: S. Erdem Türközü, Ankara: Nika Yayınları.
Müller, Jan-Werner (2019). Popülizm Nedir?, Çev: Onur Yıldız, İstanbul: İletişim Yayınları.
Mill, John Stuart (1988). Hürriyet, Çev: Mehmet Osman Dostel, İstanbul: MEB Yayınları.
Nugent, Walter (2010). Progressivism: A Very Short Introduction. Oxford: Oxford University Press.
Nisbet, Robert (1994). History of The Idea of Progress, London: Routledge Press.
Nisbet, Robert (1996). “Muhafazakârlık”, Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, (Ed.), Tom Bottomore-Robert Nisbet, Ankara: Ayraç Yayınları.
Öztürk, Armağan ve Fırat Mollaer (2006). “Muhafazakar İdeoloji ve Rasyonalite”, İstanbul Üniversitesi SBF Dergisi 35, ss. 49-72.
Öztürk, Armağan (2010). “İki Liberalizm Teorisi ya da Liberalizmi Bölen Metodolojik-İdeolojik Ayraçlar Üzerine Bir Soruşturma”, (Ed.), Armağan Öztürk, Yeni Sol Yeni Sağ, Ankara: Phoenix Yayınları, ss. 299-335.
Öztürk, Armağan (2020). ”İdeoloji, Siyasi İdeolojiler ve Toplum”, Siyaset Sosyoloji, (Ed.), M. Yavuz Alptekin, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 253-286.
Öztürk, Armağan (2023a). “Liberalizm”, KLU Felsefe Ansiklopedisi, (Eds.), Gökhan Murteza ve Eylem Yolsal Murteza, İstanbul: Pinhan Yayıncılık, ss. 279-281.
Öztürk, Armağan (2023b). “John Stuart Mill”, KLU Felsefe Ansiklopedisi, (Eds.), Gökhan Murteza ve Eylem Yolsal Murteza, İstanbul: Pinhan Yayıncılık, ss. 295-7.
Racio, Ralp. (2002). “Yirminci Yüzyılda Klasik Liberalizm”, Liberal Düşünce 28, ss. 135-147.
Rawls, John (1971). A Theory of Juctice, Cambridge: Harvard University Press.
Rawls, John (1999). The Law of Peoples, Cambridge: Harvard University Press.
Rossi, Paolo (2002). Gemi Batıyor, Seyreden Yok. İlerleme Fikri, Çev: Durdu Kundakçı, Ankara: Dost Yayınları.
Ryan, Alan (2012). The Making of Modern Liberalism, USA: Princeton University Press.
Scott, John (2016). “Leonard Hobhouse as a Social Theorist”, Journal of Classical Sociology, 6 (4) pp. 349-368.
Wallerstein, Immanuel (2003). Liberalizmden Sonra, Çev: Erol Öz, İstanbul: Metis Yayınları.
Wallerstein, Immanuel (2009). “Liberalizm ve Demokrasi”, Bildiğimiz Dünyanın Sonu, Çev: Tuncay Birkan, İstanbul: Metis Yayınları, ss. 100-118.
Weiler, Peter (2016). “New Liberalism”. (Ed.), Fred M. Leventhal, Twentieth-century Britain: An Encyclopedia. Garland. pp. 564–565.
Weyland, Kurt (2001). “Clarifying a Contested Concept: Popülism in the Study of Latin American Politics”, Comparative Politics 34 (1) pp. 1-22.
Vincent, Andrew (2010). Modern Political Ideologies, London: Wiley-Blackwell.
Yılmaz, Aytekin (2003). Çağdaş Siyasal Akımlar, Modern Demokraside Yeni Arayışlar, Ankara: Vadi Yayınları.
[1] Nisbet (1994: 10-2).
[2] Rossi (2002: 42-44).
[3] Arblaster (1984); Racio (2002: 137); Öztürk (2020: 262).
[4] Öztürk (2020: 262).
[5] Wallerstein (2003: 24).
[6] Negatif ve pozitif özgürlük nosyonları için bkz. Berlin (1990).
[7] Öztürk (2023a: 279-281).
[8] Gray (2003: 7-9).
[9] Hombach (2000); Öztürk (2020: 264); Yılmaz (2003: 39-43).
[10] Lewis & Surender (2004: 3-16).
[11] Beitz (1999: 515-529); Nugent (2010: 33).
[12] Rawls (1999: 4-5, 98-9).
[13] Weiler (2016: 564-5).
[14] Mill (1998: 18-20); Öztürk (2023b: 295); Brink (2013: 213-233); Ryan (2012).
[15] Scott (2016: 349-368).
[16] Rawls (1971).
[17] Browing (2000: 154-5); Harr (2015).
[18] Derman (2012: 25).
[19] Vincent (2010: 53-5).
[20] Meyer & Rutherford (2012: 108).
[21] Giddens (2017).
[22] Nisbet (1996: 94); Öztürk (2020: 264-6); Öztürk ve Mollaer (2006).
[23] Bochel (2011: 108).
[24] Dunleavy & Kelly & Moran (2000: 107-8); Kurzman, & Maiden (2013: 171-3).
[25] Mudde ve Kaltwasser (2019: 12-3).
[26] Gerbaudo (2018: 84, 92).
[27] Crick (2005: 629); Müller (2019: 15-6).
[28] Laclau (2007: 79-81, 91).
[29] Weyland (2001: 15); Fassin (2018: 16, 26).
[30] Gerbaudo (2018: 27, 81-3); Canovan (1981: 19).
[31] Mudde ve Kaltwasser (2013: 496-7); Gerbaudo (2018: 14, 27); Wallerstein (2009: 103-109).