[voiserPlayer]
*Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Çeviren: Aylin Şener
Liberalizm son 200 yılda ortaya çarpıcı bir başarı hikayesi koydu. Ayrıcalıklı bir grup yerine geniş kitlelere özgürlük ve refah getirdi. Ancak günümüzde liberal düşünce ve siyaset kuşatma altında. Liberallerin, kamunun desteğini yeniden kazanmak için toplumların karşı karşıya olduğu başlıca sorunlara liberal cevaplar sunan kapsamlı bir güncellemeye ihtiyacı var: küreselleşme ve dijital devrim, iklim değişikliği ve küresel göç, artan eşitsizlik ve gelecek korkusu.
Liberalizmin başı dertte. Dünyanın dört bir yanında anti-liberal hareketler var. Otoriter popülist kitleler giderek daha fazla ülkede iktidarı ele geçiriyor. Almanya’da derinlere kök salmış liberalizm karşıtı gelenekler, siyasi spektrumun her iki ucunda da yer alıyor. Alman Liberal Partisi FDP’nin lideri Christian Lindner siyasi Liberalizm’den bahsettiğinde, sanki küçük ve muhalif bir azınlıktan söz ediyormuş hissi veriyor. Birçok insan Alman söz yazarı Franz Josef Degenhardt’ın bir şarkısında söylediği “pis çocuklarla oynamayın, şarkılarını söylemeyin” sözlerindeki ima ile Liberal Partiden bahsediyor.
Yine de modern başarılarımızın çoğunu Liberalizm’e borçluyuz: devredilemez insan hakları, bireyin kendi kaderini tayin hakkı ve demokratik cumhuriyetimizin temelleri -halk tarafından ve halk için yönetim, özgür seçimler, hukukun üstünlüğü, azınlıkların korunması, bağımsız yargı, basın özgürlüğü ve girişimciliğe, rekabete ve açık pazarlara dayalı dinamik bir ekonomi.
Liberal siyasi sistemler ve kapitalist piyasa ekonomilerinin kombinasyonu şimdiye kadar bize tanımlayamadığımız derecede, adalet, bireysel özgürlükler ve refah güvencesi sağladı. Gün ışığında baktığımızda Liberalizm’in, tarihî bir başarı öyküsü olduğunu görüyoruz. Peki nasıl oldu da Liberalizm itibarını kaybetmeyi başardı?
Bu soru karşısında insanlar hemen neoliberalizm’i işaret ediyor. Her ne kadar farklı tarihî kökleri olsa da neoliberalizm günümüzde sıklıkla piyasa radikalizmiyle eş tutuluyor. Deregülasyon, özelleştirme ve sert bütçelendirme mantralarının kamu kurumlarını zayıflattığı bir gerçek. Finans piyasalarının deregülasyonu beraberinde küreselleşmenin itibarını sarsan derin 2007/2008 krizini getirdi. Düşük ücretle çalıştırmanın yaygınlaşması, güvencesiz çalışma şartları, zenginliğin orantısız dağılımı ve uluslararası şirketlerin organize hâlde vergi kaçırması kulaklarda adaletsizlik kavramının uğuldadığı sürekli bir gürültüye yol açtı. Liberalizm, toplumsal sorulara gözlerini kapıyormuş gibi görünüyor. Sorunlarla mücadele edenlerle değil, başarılı olanların tarafında duruyor. Almanya’da Hür Demokrat Parti’nin hâlâ “yüksek gelirlilerin partisi” etiketiyle mücadele etmesi tesadüf değil.
Liberal cenah (bu terimi, ABD’deki yaygın kullanımından farklı olarak, Avrupa geleneğine göre kullanıyorum) uygarlığın bağlı olduğu ekosistemlere -iklim, toprak, okyanuslar- yönelik tehditlerle ilgili birkaç ikna edici çözüm sunuyor. “Dadı devlet” söylemleri meşru olsa da Liberaller ekolojik geçişin aciliyetini küçümsediklerinde kendilerini itibarsızlaştırıyor. Liberalizm, henüz çevreci politikaları dinamik piyasa ekonomisi, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve yaşam tarzı çeşitliliğiyle uzlaştıran bir ekolojik politika oluşturamadı.
Liberal Boşluklar
Liberal siyasetin savunmada olmasının daha derin nedenleri var. Klasik Liberalizm, piyasanın görünmez elinin ötesinde, sosyal uyumun nasıl sağlanacağı sorusundan kaçınır. Birçok Liberal için, “dayanışma” veya “komünite” gibi sloganlar, “her yerde hazır ve nazır bir refah devleti” kavramında da olduğu gibi, şüpheli bir kolektivist anlam çağrıştırır. Gelirin yeniden dağıtımını şeytan işi olarak görürler: “piyasa ekonomisinin saf ilkelerinin ihlali”.
Liberal düşüncenin öncüleri gelecek hakkında bir öngörü yapmayı bilinçli olarak reddederler. Amaçları gelecekteki ihtimalleri açık tutmaktır -işbaşındaki güçlerin serbest oyunu ve sayısız aktörün verdiği bireysel kararların toplamı geleceği oluşturacaktır. Liberal siyaset tamamen, deneme yanılma, devrim yerine reform, net kesinlik yerine sessiz bir şüphe, geleceğin nasıl düzenleneceğine dair koca fikirler yerine en iyi çözüm için rekabetten ibarettir. Bu, akıllıca ve insancıldır. Ancak katıksız bir pragmatizm yetersiz kalıyor. Belirsizliğin arttığı zamanlarda gelecek için sağlam bir anlayış olması önemlidir: İnsanlar küreselleşme, dijital devrim, iklim değişikliği ve küresel göçün zorluklarının üstesinden en iyi şekilde gelmek için kime güveniyor?
Solcu ve sağcı popülistler güçlü duyguları harekete geçiriyor: korku, nefret, gurur, milliyetçilik… Liberal demokrasinin başarıları bunlarla kıyaslandığında biraz hafif görünüyor. “Anayasal vatanseverlik” iyi bir fikir olsa da soyut kalıyor. Demokratik cumhuriyet, kurumlarının toplamından daha fazlasıdır. Vatandaşlarının ortak eylemlerine, ortak amaçların müzakeresine dayanır. Geleceğimiz için ne istediğimize dair bir kanı olmadan bunlar da işe yaramaz. Gelecek kaygısı, otoriterlerin düşüncelerinin kaynağı gibidir. Bizim, geleceğin üzerimize yıkılacak bir kader olduğunu düşünerek korkmak yerine daha iyi bir gelecek yaratabileceğimize dair güvene ihtiyacımız var.
Çalkantılı bir değişim döneminde, halk içinde bir güvence bulmak için artan bir güvenlik ve dayanışma ihtiyacı hissederiz. Milliyetçiler, milli devlet ve milli halk sınırlarına çekilmeyi, dışarıda esen sert fırtınalara karşı bir siper olarak kullanarak sosyal ve duygusal güvenlik vaat ederler. Liberalizm bu muhafazakar güvenlik ve kimlik ihtiyacına cevap verebilir ve bu ihtiyaçlara liberal çözümler üretebilirse kendini savunma pozisyonundan çıkarabilir. Örneğin, Emanuel Macron “koruyan bir Avrupa” amacından bahsettiğinde bazı sinir uçlarına dokunabiliyor.
Değişen Bir Dünyada Güvenlik
Ekonomik küreselleşmenin sosyal ve ekolojik bir çerçeveye yedirilmesi gerekli. Küresel göçün regüle edilmesi gerekli. Teknolojik inovasyona açık olmak, bu yeniliklere ayak uydurabilecek minimum kapasiteyi ve aynı zamanda dönüşümün yıkıcı etkilerini azaltmak için minimum sosyal güvenliği gerektirir. Tüm özgürlüklerin anası korkudan sıyrılmaktır. Sosyal başarısızlık korkusuyla yaşayanlar özgür değildir. Gerçek hayattaki özgürlük aynı zamanda kamusal alanda korkmadan hareket edebilmek demektir. Kamu güvenliğini ve düzenini ihmal edenler otoriter popülistlere zemin hazırlar.
Özgürlük ve liberal değerleri savunma sevdamızı sürekli gündeme getirmek yeterli değildir. Modern liberalizm, özgürlük ve güvenlik, bireysellik ve dayanışma, çeşitlilik ve kimlik, kozmopolitlik ve yurtseverlik, ekonomik dinamikler ve ekolojik sorumluluk gibi ikilikler arasında köprü kurmalıdır. Devlet ile piyasayı karşı karşıya getirme alışkanlığını bırakmalı ve kamu kurumlarının herkes için eşit özgürlük sağlamadaki önemini kabul etmeli ve takdir etmelidir.
Piyasalar adalet güvencesi, toplumsal barış, geçimimizi sağlayan doğal kaynakların korunması, rekabeti yöneten işlevsel kurallar dizisi, güçlü bir bilim ve eğitim sistemi, modern altyapı gibi olguları kendi başına üretemeyeceği önkoşuluna bel bağlar. Bunlardan hiçbiri ücretsiz değildir. “Daha küçük hükümet daha iyidir” sloganı da tam tersi bir ifadenin olduğu kadar yanıltıcıdır.
Özetlemek gerekirse, Liberalizmin modern bir şekilde yenilenmesine ihtiyacımız var ve bu yenilenme hem özgürlük hem de güvenlik sunmalı. Liberalizmin fırsat eşitliği ve yukarı doğru sosyal hareketlilik vaadini yerine getirmeliyiz ve statükonun devamından öte, yeni bir ilerleme kavramı geliştirmeliyiz. Liberal demokrasinin daha başarılı, daha yenilikçi ve daha adil bir sistem olduğuna ve öyle kalacağına olan güvenimiz risk altında. Şimdi bunları çözüme kavuşturma zamanı…