[voiserPlayer]
Hollandalı yönetmen Paul Verhoeven’in son filmi Benedetta Mubi’de gösterime girdi. Yaşanmış bir olayı işleyen film Orta Çağ Avrupa’sında dini deneyim, eşcinsellik, veba, engizisyon gibi kavramların üzerine kışkırtıcı bir şekilde gidiyor. Hikaye çocuk yaşta manastıra giren Benedetta’nın, yaşadığı dini deneyim (stigmata) sonrası Meryem Ana ve İsa Mesih ile kurduğu kişisel ilişki sonucu başrahibe oluşu ve bir başka rahibeyle yaşadığı eşcinsel birliktelik çerçevesinde gelişiyor. Filmde, engizisyona konu olan olaylar dizisi içinde izleyiciyi entelektüel bir sorgulama, tarihsel bir panorama ve muhteşem manzaralar bekliyor.
Film Benedetta’nın çocuk yaşta bir manastıra girmesiyle başlıyor. Tanrıyla kurduğu kişisel ilişki ve mucize denebilecek olaylara sebep olması onun özel biri olduğunu izleyiciye en baştan hissettiriyor. Manastırda rahibeler tanrının eşi oldukları öğretisiyle büyütülür ve dünyadan uzak bir hayat sürerler. Bir tiyatro oyunu sırasında Benedetta İsa’yı görür ve İsa ona “Gel buraya, sen benim karımsın.” diyerek seslenir. Benedetta’nın yaşadığı bu dini deneyim daha sonra onun kendine bakışını da etkileyecektir. Tiyatro sahnesindeki bir diğer kırılma Bartolomea’nın manastıra girmesiyle sonuçlanan karmaşa halidir. Bartolomea, dini bir eğitim almamış bu yüzden de duygularını bastırmak zorunda kalmamıştır. Benedetta ile yakınlaşırlar.
İlginç bir şekilde Benedetta ne zaman Bartolomea ile yakınlaşsa hemen sonra büyük acılar eşliğinde tanrısıyla bir ilişki kurar. Bunda yaşadığı vicdan azabı etkili olur. Hıristiyan inancına göre acı insanı tanrıya yakınlaştıran yegane şeydir. Bu azap yerini başrahibe olduktan sonra bir esenlik haline bırakır. Artık Benedetta tanrının sevgisini herkesle paylaşabileceğine inanır. Dini inanç gereği bastırdığı duyguların açığa çıkması ironik bir şekilde tanrıyla yakınlaşmasını sağlar.
Dini anlatıların büyük kısmında olduğu gibi tanrının elçisi olduğunu söyleyen, onun sesiyle konuştuğunu ilan eden kişi inançsızlar tarafından değil de dindarlar tarafından hedef gösterilmektedir. Bu onun mucizelerini reddederek başlar, yerleşik dini öğretinin dışına çıkan eylemlerine karşı dindarlar büyük öfkeye kapılır. Bu durum aslında dindarların dinin niteliğine dair bir meraktan veya tanrısal iradeye teslimiyetten ziyade kendinden önce gelen bilgiye-geleneğe taptığını ve onu kutsallaştırdığını göstermektedir.
Souer Felicita’nın (Benedetta’dan önceki başrahibe) Benedetta’ya inanmamasına rağmen hayatını verdiği kurumu kızına karşı koruması bu durumu yansıtır. Bununla birlikte Benedetta’daki ilahi tecelliye inananlar da olmuştur. Alfonsho Cechi onu başrahibe yapmıştır, halk da onu azize olarak görmektedir ve ona yaklaşan insanların vebadan korunacağına inanılır. Başrahibe olduktan sonra Benedetta kendine inanmayanlara karşı acımasızdır. Son ana kadar yalan söylediği gözlemlenir, ancak bu yalanı kendine söylemez. Seçilmişliğine son ana kadar inanmaktadır. Elimizde olmadan beklediğimiz ahlaki duyarlılığı film bize ısrarla vermez. Benedetta’nın iyi bir inanan olup olmadığı gibi bir sorudan, onun mehdiliğine varmaya çalışmak beyhude olacaktır. Zira tarihte yerleşik dini kabulleri aşan, bu nedenle zındık ve sapkın olarak kabul edilen pek çok insan olmuştur. Onları anlayabilmek için ön kabullerimizden vazgeçmek gerekir. Bu yüzden gerçekten mehdi olup olmadığı bir muamma olarak kalmaktadır.
Bartolomea dahi ona inanmamıştır, ancak başrahibeliğin verdiği avantajlara da hayır dememiştir. Başrahibe odasında Benedetta’yla Bartolomea pek çok kez ilişkiye girmiştir. Bu sırada Bartolomea Benedetta’nın manastır öncesi hayatından kalan Meryem Ana figüründen bir dildo yapar ve bununla ilişkiye girerler. Buna şahit olan eski başrahibe yerel kurumlara paralel olarak işleyen engizisyona onları şikayet eder. Bunda kızının kaybı da etkili olmuştur. Böylece modern öncesi yargılama sürecinin tüm aşamalarına filmde şahit oluruz. Michel Foucault Hapishanenin Doğuşu kitabında modern öncesi dönemde cezalandırma süreçlerini; itiraf elde etmek ve delile ulaşmak için işkence yapmak, suçlunun idam edileceği yere kadar halkın içinden geçirelerek getirilmesi ve teşhiri, suçlunun halk önünde suçunu itiraf etmesi ve sonunda da çeşitli azap etme yöntemleriyle uzun ve vahşi bir idam olarak sıralıyordu. İşlenen suç otoriteye bir başkaldırı olarak görülür, bundan dolayı bu törensel uygulama, gücünü gösterişten alan otoritenin iktidarını her seferinde tekrar inşa etme ayini haline dönüşür.
Foucault’a göre suçluların son konuşmaları zaman zaman pişmanlık duygusuyla bezeli bir itiraftan çok isyanı andırmaktadır. Kaybedecek bir şeyi kalmamış olan insan, tüm otoritelere karşı ses yükseltiyor ve çevresinde toplanan kalabalığı etkisi altına alabiliyordu. Suçluyla kurulan empati suçlunun efsaneleşmesine, son sözlerinin matbaalarda çoğaltılıp halk arasında yayılmasına sebep olmaktaydı. İktidarın gücünü inşa ettiği törenler, iktidarın güç kaybettiği ve yeni düşmanlar kazandığı bir sisteme dönüşmüştü. Bu örnekte görüldüğü üzere halkın, iktidar için önemli bir faktör olarak ortaya çıkışının bir ayağı da cezalandırma sisteminde kendini göstermiştir.
Bartolomea ve Benedetta’nın yargılanması tam da yukarıdaki tasvire uygun şekilde gerçekleşmiştir. Bartolomea’ya işkence yoluyla suçları itiraf ettirilmiş ve bu suçlara deliller bulunmuştur. Benedetta halk arasından geçirilip idam alanına götürülerek teşhir edilmiştir. Burada Benedetta’nın Bartolomea’ya söylediği, ”Sorun yok ihanete uğramalıydım.” sözleri kendini İsa’yla özdeşleştirdiğini gösterir. Benedetta’dan -her suçluya yapıldığı gibi- idam alanına geldiğinde suçunu itiraf etmesi için son bir konuşma yapması istenir. Halk tarafından kurtarıcı ve azize olarak görülen birine halka seslenme imkanı verilir. Bunun kendisi için ne kadar tehlikeli olabileceğini engizisyon yargıcı The Nuchio düşünemez, zira halkı tanrısal iktidarına isyan edebilecek bir güç olarak görmemektedir. Yargıç, “Peşe halkı kendilerini koruyanın yakılmasına izin vermeyecektir” diyerek uyaran Alfonsho Cechi’ye, “halk hiçbir şeye karar vermez, kilise verir ve kilise kararını verdi” diyerek cevap verir.
Benedetta söylevi sonrası sahneye Souer Felicita’yı çağırır ve Felicita engizisyon yargıcını şehre vebayı getirmekle suçlar. Bu durum en büyük korkusuyla yüzleşen halkın isyan ederek yönetime el koymasına sebep olur. Benedetta içine atıldığı alevler kendisine dokunmadan kurtulur. Filmin Foucault’un anlatısını tam anlamıyla benimsediği gözlemlenir. Hatta Foucault’un yerel hukuku karşısına alan halkıyla karşılaştırıldığında, engizisyonun meşruiyetini tanrıdan alan iktidarına karşı ayaklanan halk daha devrimcidir. Hem bir tarih hem de bir inanç filmi olarak görülebilecek Benedetta, kutsalın sınırlarında gezerken, dokunulmaz olarak görülen bir başka şeyin -iktidarın- kırılganlıklarını da açığa çıkarıyor. İktidarın teslimiyetle isyanın arasında bir yerde olduğunu görüyoruz. Orta Çağ’da din, iktidar, salgın gibi kavramların sınırları silikleştiren kompleks ilişkileri içinde heretik olarak görülen bir seçilmişin hikayesi Benedetta…