[voiserPlayer]
“Aramızda devletsiz sürdürülebilir bir toplum hayal edenler var. Bu liberteryen anarşitler veya anarko-kapitalistler modern devletin birçok faaliyetinin piyasanın kendiliğinden olan süreçlerinde daha iyi bir şekilde gerçekleştirilebileceğini göstererek çok önemli katkılar yapmışlardır… [Ancak] Devletsiz bir toplumsal düzen hali hazırda tahayyül edilemez veya en azından hiçbir normatif anlamda.”
James M. Buchanan (1)
Neo-liberal siyasal-iktisat ideolojisinin en sarsılmaz inancı serbest piyasanın kendiliğinden düzenliliği ve etkinliğine dairdir. Bu haliyle de en temel davası, devletin serbest piyasanın çalışmasını engelleyecek her türlü müdahalesini ortadan kaldırmaktır. Ancak, neo-liberalizm anarşist de değildir. Bilakis, devletin gerekliliğini savunur. Bu haliyle devlet, en saf halinde neo-liberal ideolojinin açmazını oluşturur.
Piyasanın kendiliğinden düzenliliği fikri evrene/kâinata bakış ile yakından alakalı. İnsanlık evrende bir düzenin olduğu fikrine aslında uzun zamandır sahiptir. Tarihi muhtemelen insanlık kadar eski olan kehanet mesleği büyük oranda hem yer küresel hem de göksel olayların dikkatli bir şekilde takibini gerektiriyordu. İnsanlığın tarım toplumuna geçmesi ile bu ihtiyaç daha da şiddetlendi. Binlerce yıl boyunca yapılan sistematik takip, yapılan ve kaydedilen sayısız gözlemler neticesinde insanlığın nihayetinde kâinatta bir düzenin olduğu fikrine ulaşması zor olmadı. Mesela, Jüpiter ve Mars’ın gökyüzündeki farklı burçlarda düzenli zaman sürelerinde kavuşumu, söz konusu düzene dair güçlü bir fikir veren göksel olaylardan sadece biriydi ve teyit edilebilmesi için on binlerce yıl gerekliydi.
Kâinatta hâkim bir düzenin olduğu fikrinin izini Kadim Yunan felsefesinde daha net bir şekilde görüyoruz. Nitekim kâinat için kullanılan ve “düzen” anlamına gelen kelime “kozmos” kelimesinin orijini Yunancadır ve efsaneye göre ilk olarak efsanevi karakter Pisagor tarafından kullanıldı. Daha çok geometrik bir ilişki (dik açılı bir üçgende hipotenüsün karesi, dik kenarlarının karelerinin toplamına eşittir ilişkisi) ile meşhur olan Pisagor (İ.Ö 570-495) kâinatı geometrik şekiller/rakamlar ile temsil etme düşüncesine ilham veren kişiydi.
İnsanlık kâinatta bir düzen olduğu fikrine kadim çağlardan itibaren kapılmış olsa da kâinatın her yerinde cari ve sabit kanunlara bağlı olarak kendi kendine işleyen mekanik bir yapıda olduğu fikrinin doğuşu, gelişimi ve yerleşmesi ancak on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda gerçekleşen bilimsel devrimle oldu. Kâinatın oluşumuna ilişkin ise iki farklı ve birbirine zıt hipotez önerildi. Rene Descartes’in önerdiği hipoteze göre kâinatta ilk önce kaos hakimdi, daha sonra “kozmos”a geçildi. Isaac Newton’ın önerdiği hipoteze göre ise kâinatta en başından beri hep “kozmos” hakimdi. Bu iki farklı hipotezin Tanrı’nın varlığı, dolayısıyla Hristiyanlık teolojisini ilgilendiren doğrudan çağrışımları oldu. Daha dolaysız etkileri ise siyasi-iktisat düşüncesi üzerinde oldu. İki farklı çağrışımdan bahsetmek mümkün.
İlk çağrışım devletin meşruiyeti sorunu ile ilişkiliydi. O döneme kadar devletin meşruiyetinin kaynağı tanrısaldı. İncil’de İsa’ya atfedilen meşhur özdeyiş, “Sezar’a ait olan şeyleri Sezar’a verin ve Tanrı’ya ait olan şeyleri Tanrı’ya (Mark 12: 17),” der. Bu cümleden Hristiyan teolojisi devletin Tanrı’nın iki kılıcından birisi olduğu inancını geliştirdi. Bilimsel devrimin süregittiği dönemde yaşanan Protestan Reformu ile Tanrı’nın iki farklı ama birbirine eşit kılıcı fikri; yerini Tanrı’nın bir kılıcının, devletin, diğer kılıç olan din üzerindeki üstünlüğüne yerini bıraktı. Netice ise aynıydı elbette. Devletin meşruiyeti her halükârda tanrısaldı.
Aynı dönemin düşünürlerinden Thomas Hobbes (1588-1679) ise devletin meşruiyetini daha farklı bir zemine, kişiler arasında gönüllü bir sözleşmeye indirgedi. Hobbes böylelikle devletin meşruiyetini daha seküler bir zemine çekmiş oldu. Ancak, Hobbes’un devletin meşruiyeti kurgusunun bir o kadar önemli çağrışımı daha vardı. Devletin varlığı, insan iradesinin basit bir tercihinin neticesi değildi, kaçamayacağı bir tercihin neticesiydi. Hristiyan politik teolojisinde devlet Tanrısal bir kurumdu. Dolayısıyla, ancak Tanrı’nın aklı/niyetine ilişkin bir hikmet okumasına tâbi tutulabilirdi. Ancak, Hobbes için durum farklıydı. Rene Descartes’ın kaostan kozmosa evrilen kâinatı gibi, Hobbes için devletin inşası, insanlığın doğa durumunda (state of nature) yaşadığı kaos halinden, bir düzene ve güvenliğe evrilişti. Hobbes’a göre devlet olmasa, insan tabiatı harekete geçecek ve hayatı yaşanılmaz kılacaktı. Dolayısıyla, insan doğal haklarını devlete iradi olarak devrederken ve karşılığında güvenliğini sağlarken, aslında başka seçeneği yoktu. Kısacası, devletin inşası kaçınılmaz bir gereklilikti.
Mekanik kâinat fikrinin ikinci çağrışımı benzer bir ekonomik sistem tahayyülü ile ilişkiliydi. On sekizinci yüzyıla kadar devletin ekonomik hayata müdahalesi son derece olağandı. Devlet bunu; fiyat düzenlemeleri, dış ticarette tekeller, esnaf ve sanatkâr locaları ve benzeri birçok farklı kurum ve uygulama ile yapıyordu.
Herhangi bir dış müdahale olmaksızın, ekonomik aktörlerin kendi kendilerine aldıkları ve kendi menfaatlerini önceleyen kararlarla sürdürülebilecek bir ekonomi fikrini ilk ortaya atan isim olarak Adam Smith (1723-1790) gösterilir. Smith ekonominin bir devlet müdahalesi olmadan kendi kendine işleyebileceğini iddia etmekle kalmadı, bu tür bir ekonominin herkesin menfaatlerine en iyi şekilde hizmet edecek, herkesin refahını artıracak bir ekonomi olduğunu da iddia etti. Tamamen kendi menfaatleri peşinde koşan ekonomik bireylerin birbirinden bağımsız ekonomik aktiviteleri, görünmez bir el tarafından yönlendirilecek ve sadece söz konusu bireylerin değil, ekonomideki herkesin menfaatine hizmet edecekti. Daha sonra serbest piyasa ekonomisi olarak isimlendirilecek bu ekonomik sisteme Adam Smith “kusursuz özgürlük ve adaletin doğal sistemi” adını verdi. Bu doğal özgürlük sisteminde devletin ekonomiye müdahalesi kısıtlanmalıydı. Zira, devletin o doğrultuda her girişimi milletin zenginliğine sadece zarar verirdi.
Ancak, Adam Smith devletin varlığının meşruiyetini tamamen reddeden bir anarşist de değildi. Bilakis Smith’e göre devletin yapması gereken görevleri vardı: serbest ticareti artırmak ve özel teşebbüs önündeki bütün engelleri kaldırmak gibi. Ayrıca devlet kimsenin üstlenmeyeceği kamusal hizmetleri de yapmalıydı.
Mekanik kâinat fikrinin siyasi-iktisat düşüncesi üzerindeki iki farklı çağrışımı, devletin kaçınılmaz gerekliliği ve serbest piyasa ekonomisinin idealliği, bir anlamda Adam Smith’de ve onun temsil ettiği ve adına klasik liberalizm denen siyasi-iktisat ideolojisinde buluşmuş oldu. Elbette liberalizmde devletin koruması ve saygı göstermesi gereken bireysel hak ve özgürlükler Hobbes’a kıyasla çok daha genişti. Ancak, devletin varlığının gerekliliği noktasında farklı değildi. Bilakis bu gereklilik hak ve özgürlüklerin genişlemesiyle daha da arttı. Hatta “serbest piyasa ekonomisi” inşası ve sürdürülebilmesi için bile devletin aktif müdahalesi gerekti. Karl Polanyi’nin dediği gibi, “Serbest piyasaya giden yol sürekli olarak merkezden organize ve kontrol edilen müdahaleciliğin devasa artışı ile açıldı ve açık tutuldu.” (2)
Serbest piyasa ekonomisi, üretim ve tüketimin arz ve talep dinamiğine göre belirlenen fiyatlar üzerinden işlediği bir ekonomik sistemdir. Bu sistemde bütün ekonomik aktiviteler çoğunlukla, en azından görünüşte, gönüllülük temelinde başlatılır; ancak, sürdürülmesi ve neticeye bağlanması için sözleşmelere ihtiyaç duyulur. Sözleşmelere tarafların uyacağının teminatı ise devlettir. “Kılıçsız sözleşmeler, sözden başka nedir ki!” (3)
Diğer bir deyişle, serbest piyasa ekonomisinin en temel kurumu sürdürebilirliğini devlete borçludur. Bunun yapılabilmesi için mahkemeler ve mahkemelerin kararlarını gerekirse zorla uygulayacak polis ve jandarma gücünün varlığı gereklidir. Mahkemelerde görev alacak hakimleri, yine polis ve jandarmayı yetiştirecek tam teşekküllü bir eğitim sisteminin varlığı da büyük oranda devlete ihtiyaç duyar. Daha geniş resimde ise, belirli sınırlar içerisinde yaşayan halkları yollarla, (askeri ve sivil) eğitimle, ortak ölçü aletleri ve elbette para birimi ile işçi ve tüketici olarak tek bir piyasaya bağlama işini de sadece devlet yapabilir (4).
Serbest piyasa ekonomisinin devasa altyapısını inşa etmek ve bu altyapıyı sürekli desteklemek… Devlete klasik liberalizmin biçtiği rol özetle buydu. Ancak, yaptığı bütün bu devasa işlere rağmen arka planda kalan ve görünmez olan devlet… veya bekçi/gözcü devlet. Zuhurunun şiddetinden gizlenmiş ölümlü Tanrı (5).
İki dünya savaşı, bu savaşlar arasında yaşanan ekonomik çöküş, devletin ekonomiye artan müdahaleciliği ve eşitlikçi-kolektivist dalga; klasik liberalizmi de derinden sarstı ve bu sarsıntı ile klasik liberalim neo-liberalizme evrildi. Ancak, devletçi müdahalenin hâkim olduğu Keynesyen dönemde; neo-liberalizmin kalesi Mont Pelerin Topluluğu’nun 1984-1986 yılları arasında başkanlığını yapan James M. Buchanan’dan yapılan yukarıdaki alıntıda da net bir şekilde görüldüğü gibi, neo-liberalizmin devlete yönelik duruşu hemen hemen aynı kaldı.
Klasik veya neo-liberalizmin idealize ettiği ekonomik sistemin sürebilmesi/sürdürülebilmesi için devasa güçlerle donatılmış bir aygıta ihtiyacı vardır. Ancak, aynı sistemin sürebilmesi de aynı aygıtın gücünün sürekli kontrol altında olmasını, hatta evcilleştirilmesini ve mütemadiyen sistemin hizmetine sunulmasını gerektirmekte. Bu ise hem siyasal hem yargısal aktivizmi hem de aynı aktivizmin sınırlarını aşmaması için meşruiyeti tartışmalı teknokratik bir vesayetin inşasını icap etmekte. Bu ise klasik veya neo-liberalizmin devlet açmazını oluşturuyor.
Bu açmazın üstesinden gelmek ise oldukça zor. Bunun sebebi ise serbest piyasanın bireyler, gruplar ve hatta devletler arasında varolan eşitsizlikleri daha da artırması ve devletin yönünü çizecek ve serbest piyasayı tehdit edecek siyasal aktivizmi harekete geçirmesi. Dolayısıyla eşitsizlikler sorunu varoldukça liberalizmin devlet açmazı da var olmaya devam edecek.
(1) James M. Buchanan’ın 1986 yılında, İtalya’nın kuzey-batısında St. Vincent kasabasında bir araya gelen Mont Pelerin Topluluğu üyelerine başkan olarak yaptığı konuşmadan. James M. Buchanan, “Man and the State,” içinde Svetozar Pejovich, ed. Socialism: Institutional, Philosophical and Economic Issues, Kluwer, 1987, s.3.
(2) Karl Polanyı, The Great Transformation, Beacon, 1944, s.140.
(3) Bu cümle Thomas Hobbes’a aittir ve Leviathan’da geçer.
(4) Bu işin ne kadar devasa boyutta olduğunu takdir etmek için, Eugen Weber, Peasants into Frenchmen, Stanford UP, 1976.
(5) Bu Michel Foucault’un da tarif ettiği devlettir. Ancak “ölümlü tanrı” tabiri Hobbes’undur.