[voiserPlayer]
“Farz et ki insan ırkı büyük bir yokoluş ile karşı karşıya ve onu bu yok oluştan kurtarmanın tek yolu bir yalan. Bu durumda dahi, yalandan kaçınılmalı ve gerekiyorsa tüm insan ırkı yok olmalıdır.”
Louis Thomassin (1619-1695)
Bölüm 3: Bitmiş insan
Ahmet Mithat Efendi’nin alafranga züppesinden Kolpaçino’nun kolpacı’sına, serimizin ilk iki özne tipini incelemiş olduk. Ana hatları ile kısaca hatırlayalım.
Alafranga Züppe | Kolpacı | |
Hakikat Kalite Doğallık Rahatlık/kendinden emin olma hali Zemin | Yalana yakınsama Kalitesizlik Yapaylık Rahatsızlık/sabit çelişki Zeminsizlik |
Avrupa-merkezcilikten Küresel Moderniteye
“Alafranga züppe”yi anlayabilmek için, bu öznenin, “Batı medeniyeti”nin (bu her ne ise) 19. yüzyılda hayatın hemen hemen her alanında inkâr edilemez bir şekilde kabul ettirdiği üstünlüğünün bir unsuru ve ibaresi olduğunu unutmamamız gerek.[i] Başka bir deyişle, alafranga züppe’ye, küresel hiyerarşilerin ve asimetrilerin aşikar bir şekilde kurulduğu, kimin kazanıp kimin kaybettiği açık açık ortada olan ve dünyanın dört bir yanından onlarca entelektüelin, devlet adamının ve subayın, bu sıradışı durumu konuştuğu, tartıştığı ve sindirmeye çalıştığı emperyal bir döneme verilen bir cevap olarak bakmak gerekiyor.[ii] Kısacası, alafranga züppe, Avrupa-merkezci küresel bir rejimin sebep ve sonucu olarak anlaşılmalı.
Bu durum, alafranga züppe ile Avrupa’nın, o dönemde, teknolojik, endüstriyel ve kültürel olarak dünya üzerinde kurduğu “üstünlüğü” kabul etmeyen ve\ya sindiremeyen “muhafazakar” cenah arasında garip bir gerilimin ortaya çıkmasına neden oldu. Zira alafranga züppenin dönemin gerçekleri dolayısıyla inkar edilmeyecek bir şekilde sahip olduğu, kendisine Avrupa tarafından sağlanan zemin, aynı zamanda, muhafazakar cenahın varlığına yönelik büyük bir tehdit teşkil ediyordu. Zira kazanan tarafın, kazanmasının altında bir zemin (neden) olması, mağlup edilmenin de ardında zemin olduğu anlamına geliyordu.[iii] Yıllardır süre gelen “Batı’nın ahlakını değil bilimini ve tekniğini almamız lazım” ifadesi tam olarak bu Avrupa-merkezci yeni küresel hiyerarşi ile baş edebilmek için serdedilmiş, ana muhatabı alafranga züppe olan bir fikir aslında. Türkiye dahil, “mağlup edilmiş” birçok toplumda süregelen, toplumların “kendi” ahlak ve kimliğini muhafaza etme savaşının, en nihayetinde Avrupa-merkezciliği sarsıp, adaleti, hakikati ve erdemi değil de, bilakis, kolpa ve bitmiş özneyi ortaya çıkarmış olmasını yazının geri kalınında yakından irdeleyeceğiz.
Mevzuya dönecek olursak, özetle, alafranga züppeden kolpa ve bitmiş insana geçiş süreci, Avrupa-merkezci (yani teknolojik, endüstriyel ve kültürel üstünlüğün belli bir merkezde inkar edilmesi neredeyse imkansız bir biçimde toplandığı küreselleşmekte olan) bir rejimden, bu üstünlüğün farklı merkezlere yayılmakta olduğu yeni bir küresel rejime geçiş süreci paralelinde anlaşılmalı. Başka bir deyişle, bu sürece, Türkiye’de kıymeti hala daha yeterince anlaşılamamış olan Arif Dirlik’in küresel modernite olarak adlandırdığı kavram çerçevesinde yaklaşılmalı.[iv]
Mevzuyu basitleştirecek olursak, yıkılan her hiyerarşinin bir bedeli var. Eğer bundan iki yüz yıl önce insan yerine konmayan bir kişi, bugün gidip de dünyanın en elit kurumlarına dahil olabiliyorsa, “demokrasi” ve “gelişme” ile ilişkilendirilen bu “aydınlık” sürecin yarattığı bir “karanlığın” da olduğu unutulmamalı. Zira kapıları “herkese” açılan o “ileri” kurumlara katılabilen her bir kişi için katılamayan binler, on binler hatta yüzbinler var. Zira, bir kişi dahi “haddini aşınca”, kimsenin haddini bilmesi için yeterli sebep kalmıyor.
Kolpa özne bu “hadsizliğin” bir yansıması. Zira, alafranga züppenin üzerinde güvenle yükseldiği Avrupa-merkezci dünyanın aksine, kolpa öznenin, “yalana yakınsayan” dünyasında, itimat ederek adım atabileceği hemen hemen hiçbir zemin yok. Ne var ki, kolpacı her ne kadar bu durumun farkında olsa da bu farkındalık, serinin ikinci bölümünde gördüğümüz üzere, onun zemin arayışını asla engel teşkil etmiyor, bilakis buna olanak sağlıyor. Kolpacı’ya, bu nedenle, “eylememe” haline kısılıp kalmış, trajik bir figür dedik.
Alafranga züppe ile kolpacı arasındaki fark, yazının geri kalanında, kolpacı ile bitmiş özne arasındaki farkı anlamamıza yardımcı olacak.
Bitmiş veya “Bitiks” Özne
Bitmiş insan (veya “bitiks”), son yıllarda popüler kültürde yer etmiş, birçok bağlamda, durumda ve şekilde kullanılmaya başlamış, ne ara ve nasıl hayatımızın bir parçası haline geldiği bilinmeyen o garip kavramlardan biri. Her ne kadar, hemen hemen herkes sezgisel olarak “bitiks” ile iletilmeye çalışılan mesajı derhal anlasa da, doğrudan nedir bu “bitiks” diye sorunca, Augustine’in “zaman nedir” sorusu karşısında yaşadığı şaşkınlığa benzer bir şaşkınlık yaşamamak elde değil. Mevzuyu anlaşılır kılmak adına, YouTube’da büyük popülerlik kazanmış, videoları milyonlarca izlenen ve “bitmiş insan”ı paradigmatik bir şekilde ortaya koyduğuna inandığım Deep Turkish Web adlı kanalı temel alacağım. Kolpaçino’da olduğu gibi, sahne analizine girmeyeceğim, zira “bitmişlik” böyle bir analizi mümkün kılmıyor. Neden diye, soracak olursanız, sanatın çirkini resmedişinde bile bir estetik kaygısı gütmesi olabilir cevap. Bitmiş insan, bu estetik kaygının sınırlarındaki bir “çirkin”liği temsil ettiği için, resmedilebilirliği imkansız değil ama problemli.
Bir mesajın verildiği vasıta\araç, o mesajın ta kendisidir, demişti Marshall McLuhan. Bu bağlamda, bitmiş özneyi irdeleyebilmek için romandan (Ahmet Mithat Efendi) filme (Kolpaçino), filmden ise YouTube’a (Deep Turkish Web) geçiyor olmamız, her ne kadar fenomeni doğrudan resmedemesek de, mesajın niteliği gittiği hakkında genel bir kanı vermeli.
Bitmiş İnsan ve Kolpacılığın Kifayetsizliği
Deep Turkish Web’in videolarını açar açmaz ilk göze çarpan, kalitesizliğin farklı bir hali. Bitmişliğin bu kendine özgü hali, kolpacılıkta rastladığımız kalitesizlikten farklı. Zira, videolardan açıkça görüldüğü üzere, kalite ve kalitesizlik, bitmiş öznenin pek de umurunda olan, sadık kaldığı veya takip ettiği bir ayrım değil. Kolpa dünyada olan “başarısız özen”, bitmiş dünyada neredeyse yok. Bitmiş insanı kalitesizlikle nitelemek bu bağlamda pek de “doğru” olmayacaktır, zira bitmiş insan, başlarken, kaliteli veya kalitesiz bir varoluş sunduğu gibi bir iddiaya sahipmiş gibi bir izlenim vermiyor.
Bitmiş insan, kolpacı öznenin içine sıkıştığı bu ve bunun gibi bir çok ikilemle benzer bir ilişki halinde. Bitmiş insan, basitçe, bitmiş bir insandır – nokta. Bitmiş ve tükenmişlik, verilen mesajın “ta kendisinin” ötesinde verilebilecek herhangi bir mesajın kalmamasıdır. Bu nedenle bitmiş insanın “anlam” ile olan ilişkisi, anlamın hadım edilmesi üzerine kuruludur diyebiliriz. Başka bir deyişle bitmiş insan, aşkınlığın ve anlamın bittiği yerde, her şeyin içkinleşmesine müteakiben, olduğunun bir adım “ötesi”ne geçmeyi reddeden (veya geçemeyen) bir varolma biçimini simgeler. Bitmişlik ve tükenmişlik, böylece yalnızca bir metafor değil, kişinin olduğunun (bir çeşit “hiçlik”) ötesinde verebileceği hiçbir şeyin kalmamış olmasını anlatır.[v]
Bu şekilde, bitmiş dünyayı, anlamı ve aşkınlığı kendine olabildiğince yaklaştırmamayı amaçlayan bir çeşit hiper-gerçekçilik olarak anlamak da mümkündür. Bitmiş insan “taşa taş”, diyen, sembolik evrenle ilişkisini en dolaysız şekilde kurma çabasında olan insandır. Kolpacı’nın habitatı olan, manevralar, stratejiler ve planları es geçip, doğrudan tüm bu planların etrafında döndüğü amacı dillendirmesi bakımından, bitmiş insan aynı zamanda “pornografik” bir figürdür de diyebiliriz. Resmedilmesindeki muamma (yani çirkinliği) ve izlenmesindeki sakınca bundan kaynaklanır.
Bitmiş Dünya ve Tinder
Eğer, kolpacı hakikatin gerçeklik ile olan platonik ilişkisini simgeliyorsa, bitmiş insan, hakikatin gerçekliğe açıldıktan sonra deneyimlediği reddedilmenin ızdırabını temsil eder. İşte tam da şekilde, insan “biter” ve “tükenir” – yani, kolpacının hayatına anlam veren çelişkilerden sıyrılır. Sıyrılır derken, elbette bundan bitmiş insanın bu çelişkileri aştığı anlamı çıkarılmamalıdır. Reddedilen taraf, reddeden tarafı ne kadar aşabiliyorsa, bitmiş insan da hakikatin özlemini o kadar aşabilir. Yani, bitmiş insanın hakikat ile olan ilişkisi basit bir “zaman” ve “boş kalmama” meselesi olarak vuku bulur. Bitmiş insan, reddedileceğini bile bile yaşayan ama hiç sormadığı için hiç reddedilmeyen kolpacının aksine işi sürüncemede bırakmaz. Gider gereken reddedilişi tecrübe eder ve derhal Tinder açarak unutmak için gerekli zamanı en az ızdırapla geçirmeye bakar. Yalana yakınsayan kolpa dünyanın asimptot yaptığı yerdir, bitmiş dünya. O imkansız yakınlıkta, kimse vazgeçilmez, yerine bir yenisi konmaz değildir. Biten her insan özünde aynıdır, yani anonimdir.
İşte tam olarak bu şekilde bitmiş insan, kolpacının ebediyen içinde kısıldığı çelişkileri ve “eyleyememe” halini de “geride bırakır”.
Bitmiş İnsan ve Eyleyememek
Kolpa dünyada, kimsenin kimseye ahlak öğretecek durumu olmamasına rağmen, genel olarak ortada dolanan anonim bir ahlak öğretisi vardır. Kolpa özne, bu kime ait olduğu ve neden hala bizimle olduğu tam olarak kavranılamayan ahlak öğretisiyle (daha genel bir tabir ile “gelenek” diyelim) birlikte hiçbir zaman tam olarak “ikna olmamış” bir şekilde hayatını idame ettirir. Bu nedenle, kolpacı mütemadiyen, sahibi olamadığı çok “daha iyi” şeylerin ızdırap ve çelişki yaratan gölgesinde varlığını sürdürür. Bitmiş insanın hali hazırda habitatı gölgeler olduğu için, “daha iyi” veya “daha kötü” ile ızdırap ve çelişki bağlamında bir ilişki kurmaz. Bitmiş bir dünyada her şey aynı zamanda yeterince kötü ve yeterince iyidir. Birini veya bir şeyi, bir diğerinden daha “iyi” veya “kötü” yapan kriterler, bitmiş bir dünyada yer almaz. Bitmiş dünya, düz ve engebesizdir. Bu nedenle, politik olarak bitmiş dünyaya egaliteryenliğin beklemedik bir zaferi olarak da yaklaşmak mümkündür. Bitmiş insanın dilinin kemiğinin olmaması, aklına gelenin doğrudan ağzından çıkmasının nedeni de budur. Akıl ile dil arasındaki çelişki yaratan o mesafe, bitmiş insanda yok olmaya yüz tutar. Herkesin anonimleştiği bir dünyada ne suç vardır ne de ayıp.
Kolpacının boyunduruğunda yaşadığı zemin eksikliği, yapaylık ve hiçbir şeyin tam olmaması hali böylelikle bitmiş insanın meselesi olmaktan çıkar. Bitmiş bir dünyada nihai zeminsizlik, “taşa taş” denilmesi gibi, basit bir “gerçek” olarak “tasdik edilmiştir”. Bitmiş insan tasdik eder, zira dünya o olmasa da aynı şekilde yoluna devam edeceği için, ona kalan tek şey olanı biteni onaylamaktır. Bitmiş insan bu nedenle fıtrat aramaz. Zira, tüm fıtratlar tesadüfi, keyfi ve yapay olarak verilmiştir ve “tam” olan tek şey, eğer öyle bir şey var ise, yalanın ta kendisidir.
Bitmiş insanın eyleyememek ile kaybedecek zamanı olmasa da kendisi bir alafranga züppe de değildir. Bu nedenle, ne kazandığı zamanı adayabileceği bir meşguliyeti (ve ciddiyeti) ne genel anlamda herhangi bir şeye inancı ne de tüm bunların bir anlamına olduğuna dair umudu vardır. Bitmiş insan, kolpacının yapamadığını yapmış ve bunun sonucunda Tinder ile zamana karşı açtığı “unutma” savaşında kısılıp kalmıştır. Bu nedenle, Tinder’daki bir insan ne kadar meşgulse, bitmiş insan da hayatta o kadar meşguldür.
Böylelikle, kolpacı olmamanın bedeli, insanın “kendi”sinden tamamiyle feragat edip ne anlamı ne amacı ne de mutlu sonu olan, sonsuz bir (kendinden) kaçışa (sağa atmaya – swipe edişe) sığınmaktan geçer.[vi] “Öteki”leri taklit etmekle itham edilen “alafranga züppe”nin Avrupa-merkezci dünyası umulmadık bir şekilde, en nihayetinde, her şeyin ötekileşmesiyle ortada taklit olmayan hiçbir şeyin kalmadığı “bitmiş dünya”ya varır. Bitmiş insan, bu yeni dünyadaki başı sonu olmayan kaçış halini, sonsuz bir “dinamik” ve “akış” olarak tecrübe eder. Kolpa, öyle ya da böyle dinlenmeye ihtiyaç duyan bir özne iken; “bitiks”, aynı sahip olduğu dünya gibi sabit bir hareket halindedir. Kolpacı, tıkanıklık ise bitiks kayganlıktır.
Bir İnsan Ne Kadar Tükenebilir?
Gelgelelim, bitmiş insan için tüm bu bitmişlik, amaçsızlık, anlamsızlık, umutsuzluk vs. herhangi bir sorun teşkil etmez. “Sorun teşkilatı” alafranga züppe ve bilhassa kolpa özne ile ilişki halinde olan bir teşkilattır. Bitmiş insan, tükenmişliğinden aldığı güç ile hayata tamamen içkin, durmaksızın akıp giden “an”da yaşar. Yani ne umut arar ne anlam ne de amaç. Peki eğer bitmiş özne, içindeki kolpacıyla birlikte çelişkileri de geride bırakarak hiper-gerçekçi bir dünyaya giriş yaptıysa, nedir onun bu “bitmiş dünya”da hayatta kalmaya ikna eden güç? Başka bir deyişle, bitmiş bir insan neden yaşar? Amacı ve umudu olmayan bir insan, üstüne üstlük anlamı da olmayan bir dünyaya neden katlanır? Ne alafranga züppe gibi güvene ne de kolpacı gibi sorunlara ve çelişkilere sahip olan “bitmiş insan”ın sahiden de tükenip yok olmasını önleyen nedir? Sembolik ile ilişkisini asgaride tutan, dünyayı olduğu gibi kabul eden bir insanın, dünyayı kabul etmesinin sebebi nedir? Bir insan sahiden ne kadar, nereye kadar bitebilir? Hakikatin ufkunun ötesi var mıdır? Hiç ile hiçlik arasındaki o ince çizgi nerededir?
Bitmiş insan ve dünya hakkındaki bir çok şey gibi bunun da cevabı Deep Turkish Web adlı YouTube kanalında bulunabilir.
Tükenmenin Sınırları
Batı’nın inkar edilemez bir şekilde üstünlüğünü ortaya koyduğu Avrupa-Merkezci dünyadan, teknoloji, endüstri ve kültürel gelişmelerin dünyanın dört bir yanına (eşitsiz) bir şekilde yayıldığı küresel moderniteye, insanın dünya ile olan ilişkisinin karmaşıklaştığı bir süreci takip ettik. Bu süreçte, alafranga züppe, kolpacıya doğru mutasyon geçirirken, dünya da daha “egaliteryen” ve “düz” bir yer halini aldı. Ne var ki, bu egaliteryenlik sanılanın aksine, hakikatin öneminin pekiştirilmesi ve gerçek değerinin anlaşılması ile değil, bilakis hakikatin sorgulanması ve inandırıcılığını yitirmesi ile eşzamanlı gerçekleşti. Elitliğin, zenginliğin ve güçlü olmanın sınırları ve kimlikleri genişledikçe dünya daha da tekinsizleşti. Eskiden devletler arasında soğuk savaş vardı; artık, her şeyin altında, küresel ölçekte sürmekte olan sabit bir “iç savaş” var.[vii] Bu kaçınılmaz “özgürleşme”, dinamikleşme ve “demokratikleşme” hareketi, en nihayetinde hakikati köşeye öyle bir sıkıştırdı ki, hakikat kendine ancak kendinden en uzakta, yani “bitmiş insan”da sığınacak bir yer bulabildi. Böylelikle, cinayet mahaline dönen katiller gibi hakikat de bizi olayın özüne geri getirdi.
Deep Turkish Web’ın büyük bir ciddiyetsizlik ile uygulamakta olduğu tüm bu nihai zeminsizlik, anlamsızlık, amaçsızlık, tesadüfilik, keyfilik ve yapaylık arasında, izleyenlerin çok iyi bildiği ve ekranda devamlı mevcut olan bir hakikat var. Bu hakikat, aile, zira tüm bu tükenmişlik kendini iki kardeş üzerinden açığa çıkarıyor. Alafranga züppe, bireyci idi; kolpacı ise, her ne kadar fırtınalı olsa da yakın dostluklara sahip kolektif bir varlık. Bitmiş insan ile en temele geri döndük. Nasıl ki doğmak ve başlamak için bir aileye ihtiyaç var ise, görünen o ki, bitmek ve tükenmek de ancak bir aile ile mümkün oluyor. Tek başına doğamadığı gibi tek başına da bitemeyen insan, tükendikçe doğuma yaklaşıyor. Aydınlığın fazlasının kör etmesi gibi, anlam öyle tuhaf bir yapıya sahip ki, insan anlamdan uzaklaştıkça, kendini anlamın merkezinde buluyor.
Bu aynı zamanda şu anlama geliyor, gerçek anlamda, resmedilebilirliğin, anlatılabilirliğin ötesinde, kusursuz bir tükenmenin ve çirkinliğin koşulu, ailesiz bir insan olmak. Ne var ki aile bir kaçınılmazlık olarak, kimsenin tek başına ayakta duramayacağını yani herkesin “hakikat”e, öyle ya da böyle, muhtaç olduğunu ortaya koyuyor.
***
Hasılı, alafranga züppeden kolpacıya, kolpacıdan ise “bitmiş insan”a, bu farklı öznelerin hepsinin hakikat ile kendine özgü “doğal” bir ilişkisi mevcut. Hakikat anlatılabilecek her hikayede yer alırken, anlatılan hikayeler de her geçen gün artarak, neyin doğru neyin yanlış, kimin güzel kimin çirkin bilinmediği, hakikati karmaşık ve anlaşılması zor bir duruma sokuyor. Bitmiş insan, hakikatin asimptot yaptığı ama bir türlü dokunamadığı “yalan dünya”nın habercisi olan, ne kolpacı kadar çelişkili, ne alafranga züppe kadar kendinden emin, yeni bir kategori olarak (post-)modernizmin geldiği son noktayı temsil ediyor.
Serinin dördüncü ve son
bölümünde, bugüne odaklanıp, kim ne kadar alafranga züppe ne kadar kolpacı ne
kadar bitiks, bunu tartışacağız.
[i] 1900’lerde yeryüzündeki yerleşime sahip (üzerinde hak iddia edilen) kara parçalarının %90’ı Batılı devletlerin elinde idi.
[ii] Bu konuda Pankaj Mishra’nın From the Ruins of Empire: The Intellectuals Who Remade Asia adlı harikulade kitabını şiddetle tavsiye ederim. Halihazırda Asya’nın Batıya İsyanı adıyla Türkçe’ye çevrilmiş durumda.
[iii] Elbette, mağlup olmanın da medeniyeti mağlup bir zeminden kaynaklandığının, bugün olduğu gibi o gün de birçoklarınca desteklenen bir fikir olduğunu da unutmamak gerek.
[iv] Arif Dirlik, Modernity in the Age of Global Capitalism (New York: Routledge, 2016).
[v] Bu tip videoların ekseriyetle akla Gilles Deleuze’ü getirmesi bu içkinlikle ilgili olsa gerek.
[vi] Tinder alegorisi, aynı zamnada, bu kaçışın ekseriyetle karşı cinste kendini ortaya çıkarıyor olmasını da ifade ediyor.
[vii] Zamanının çok ötesinde yaşayan Tiqqun adlı kolektif, bu iç savaş mevzusunu Introduction to Civil War adlı kitabında ele almıştı.