Nurettin Topçu; Türk düşünce geleneğinin, tavrı, ideolojik yönelimi ve duruşu bir hayli kendine özgü bir entelektüelidir. Çok kabaca, İslami-muhafazakar bir düşünürdür Topçu. Ancak bu yargıyı dile getirdiğiniz anda dahi yapılan genellemenin Topçu düşüncesindeki pek çok nüansı gözden kaçırdığını fark edersiniz.
Şüphesiz ki İslamcıdır. Türk toplumunun sosyolojik ve ahlaki temelini İslam’da görür. Kemalizm’le olan kavgası bir yere kadar İslami referans ve kaygılarla şekillenmiştir. Ancak dönemindeki İslamcılarla karşılaştırıldığında dini veya din siyasetini sosyalizme yakın bir şekilde yorumladığına tanıklık edersiniz. Onun için İslam; kul hakkı, adalet, tevekkül ve emek demektir. Yoğun bir şekilde tasavvuftan etkilendiği için bu durumu şaşırtıcı görmemek gerekir.
Topçu külliyatında İslamcı düşünüş ve muhafazakarlık iç içedir. Tabii biz de muhafazakarlık, özellikle de Cumhuriyetin ilk yıllarındaki devrimci durum karşısında utangaç bir eleştiri hattını karakterize eder. Kısacası devrimleri açıkça karşısına alamayan kesimler felsefe, edebiyat ve kültür üzerinden apolitik bir toplum tahayyülü geliştirmiştir. Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi figürlerin kamusal duruşları bu tür bir muhafazakarlığın nasıl bir içerikle mayalandığı noktasında anlamlı ipuçlarını içinde barındırır.
Topçu ise bir siyasi partiye bağlı olmadan, yani siyasi bir aktör gibi davranmadan muhafazakarlığı radikalleştirir. Bu bağlamda durduğu yer Cemil Meriç’le paralel bir içeriğe sahiptir. Kemalizm’i sert bir şekilde eleştirir. Topçu düşüncesinde reaksiyoner tarih ve toplum anlatısından izler vardır. Bu bağlamda halkına yabancı Kemalist Cumhuriyet tezi yoğun biçimde işlenir. Osmanlı’yı idealleştiren, onda yaşadığı çağın ve toplumun alternatifini gören okuma da bu bahsi geçen söylem hattını derinleştiren bir unsur olarak karşımıza çıkar.
Nurettin Topçu düşüncesinin önemli sütunlarından bir diğeri demokrasi düşmanlığı ve faşizm özentisidir. Düşünür Hitler’e olan hayranlığını hiçbir zaman gizlememiştir. Üstelik Nazi Rejimi çöktükten sonra da faşist devlet ve toplum modeline yönelik övgü devam eder. Liberal demokrasiye karşıdır Topçu. Demokrasiyi ayakların baş olduğu yozlaşmış bir sistem olarak görür. Devleti kim yönetecek sorusuna verilmiş derli toplu bir siyaset felsefesi yanıtı yoktur elbette. Ama yönetme yetkisinin liyakatli bir meclise devredilmesi noktasında ısrarcıdır. Bu bağlamda rahatlıkla söylenebilir ki, ahlaklı ve liyakatli insanlardan oluşmuş bürokratik bir yöneticiler sınıfını yarışmacı ve çoğulcu demokrasinin alternatifi olarak görür Topçu düşüncesi.
Demokrasilerin vasatlığı teşvik ettiğine yönelik eleştiri Antik Yunan’dan beri halk yönetimi karşıtı argüman setinin en bilinen argümanlarından biri olmuştur. Ahlaka verdiği özel ve istisnai anlamı da bir modern yaşam eleştirisi olarak okumak mümkündür. Ayrıca onun ahlaktan kast ettiği şey bir tür tasavvuf etiğidir. Hallac-ı Mansur’un izinden gider düşünür. Hitler ile Mansur’u aynı anda savunmanın getirdiği gerilim ise hiçbir zaman ortadan kalkmaz.
Son sözü hayat hikayesine ayırmak yerinde olabilir. Devletle sürekli başı derde giren, hapisten hapise sürüklenen bir aydın değildir Topçu. Ama akademi onu kabul etmekte ve hak ettiği değeri vermekte güçlük çekmiştir. Sorbonne’da felsefe doktorası yapmış, üniversite personeli olmamasına rağmen doçentlik unvanı almış düşünürümüz üniversitede kadro bulamamış, tüm meslek hayatını öğretmen olarak geçirmiştir. Ayrıca öğretmenken de sürgün yediği, İstanbul’dan Anadolu’ya bu nedenle gittiği doğrudur.
Ezcümle, tüm çelişki ve eksikliklerine rağmen Nurettin Topçu düşüncesini önemsemek ve İslamcı-muhafazakar literatür içindeki özgün konumunun altını çizmek gerekir. Hayata karşı kendi fikrini söyleyen ve bunda ısrar eden çok fazla aydın yok çünkü.

