[voiserPlayer]
Geçen haftalarda vergilerin tartışıldığı oturumlara muhalefet vekillerinin katılımındaki düşüklük muhalefet içinde bir tartışma başlatmıştı. Bunu telafi etmek adına CHP Grup Başkanı Özgür Özel, meclisin tatil edilmesini eleştirmiş ve meclisi derhal göreve çağırmıştı. TBMM’deki bu katılım yalnızca vekillerin işgüzarlığıyla açıklanabilir mi? Aslında hayır ve bu hayır cevabının arakasında onlarca yıldır süregelen meclisin pasifizasyonu süreci yatmaktadır.
Parlamentoların etkisini yitirmesi yalnızca Türkiye’de değil dünya genelinde tartışılan bir mevzudur. Parlamentoların pasifleşmesi yönündeki gidişat, genellikle temsili demokratik sistemin krizi bağlamında tartışılmaktadır. Batı Avrupa demokrasileri temsili sistemin krizini aşmak için farklı demokrasi tiplerini onlarca yıldır gündeme getirmektedir. Katılımcı ve müzakereci demokrasi modellemeleri geliştirilerek daha aktif bir yurttaşlık ile temsiliyet krizi aşılmaya çalışılmıştır.
Ülkemizde de genellikle kâğıt üzerinde bu kavramlar tartışılmaktaysa veya belediyelerin otobüs renginin seçiminde vatandaşlara yöneltilen anket soruları seviyesinde pratik bulunsa da katılımcı demokrasi ve aktif yurttaşlık idealinden çok uzakta olduğumuz söylenebilir. Temsili demokrasinin krizi parlamentolarda daha da derin yaşanmaktadır.
Bu krizin en büyük göstergelerinden biri inancını yitirmiş ve devamsızlık yapan parlamenterlerdir. Vekillerin devamsızlığı gündeme geldiğinde katılıma bir nebze hassasiyet gösterilse de aslında buradaki konu katılımın düşüklüğü de değildir. Bu durum yalnızca krizin sonuçlarından bir tanesidir ve nedeni olarak nitelenemez.
Krizin sebebi önce temsilde sonra sistemdedir. Temsili sisteme egemen olan partiler ve özellikle Türkiye’de siyasi partiler kanunuyla parti liderleri, seçilecek vekilleri adeta atamaktadır. Seçimler bu atamaların kaç tanesinin toplum tarafından meclise gönderileceğinin bir prosedürüne dönüşmektedir. Yani, seçilen vekillerin biat kültürü bağlamında lidere yakınlıkları ve maddi güçleri oranında seçilebildiği söylenebilir. Bir derdi olan ve sosyal bir sorun bağlamında yaptığı savunuculukla seçilen kaç tane milletvekili vardır?
Türkiye’de yaşanan son dört seçimde bağımsız aday seçilememiştir. Bir vekil adayının sahip olduğu sosyal sermayeye rağmen seçilebilecek bir sıradan listede yer alması parti liderinin tasarrufundadır. Bu da bağımsız bir savunucunun belirli bir kitlesi ve meşruiyeti olsa dahi kazanma şansını azaltmaktadır. Ayrıca bağımsız vekil adayları, genellikle sırtlarında oy bölmemek gibi bir ahlaki yasayı çiğnemiş olmanın yükünü taşımaktadırlar.
Her şeye rağmen bağımsız olarak meclise giren bir vekilin meclisin tüzük şartları gereği kendi sesini duyurması bile oldukça zordur. Kendisine yakın parti gruplarının yardımıyla söz alabilmektedirler. Türkiye’de vekiller ile seçmen ve vekiller ile meclis arasında siyasi partiler yer almaktadır. Ayrıca, bir tartışma konusu olsa da bir not olarak şu da belirtilmelidir ki vekillik bazıları için hem mesleğe dönüşmüş hem de neredeyse bazı meslek gruplarının tekeline girmiştir. Birbirine benzer eğitim almış, benzer meslek kodları ve gelire sahip bir meclis yapısının temsiliyet mefhumunu farklı bir bağlamdan krize soktuğu söylenebilir.
Partilerin vekiller üzerindeki güçlü egemenliği ve zaten liderlerin filtrelerine göre seçilmiş vekillerden oluşan bir meclisin de liderler tarafından manipüle edilmesi gayet normaldir. Seçmen kitlesini tanıyarak ve onların sorunlarına aşina olarak seçilemeyen vekillerin suni gündemler içinde hamaset yaparak tribünlere oynamaktan başka bir çaresi de yoktur. Vekil seçimi ve profili yönündeki sorunların seçim sistemi ve partilerden kaynaklandığı aşikardır.
Örneğin, ABD’de iki büyük parti olsa da bu partilerin hiyerarşik yapılar oluşturdukları söylenemez. Parlamenter olmak isteyenler, parti üyesi olmasa dahi, partilerin ön seçimlerine girip yarışabilirler. Ön seçimlerin galipleri de genellikle seçimlerin kazanını olmaktadır. Burada önemli olan ise tekrar seçilebilmek için o bölgenin sorunlarını ve gündemini takip eden bir parlamenter olmaya mecbur kalınmasıdır. Bu sebeple parlamenterler, parti gündeminden çok yerel gündemin takipçisi olabilmektedirler. Ülkemizde ise yerelin ve yerel demokrasinin bu kadar zayıf olmasının nedenini yine bu siyasi partiler sultasında aramak gerekmektedir.
Diğer yandan, temsili sistem içinde iktidar partisinin muhalif partiler karşısında sayısal üstünlüğe sahip olduğu siyasi denklemlerde, muhalefet parti vekilleri daha da etkisizleşmekte, iktidar vekilleri ise hükümet programı ile uyum içinde çalışmak durumunda kalmaktadır. Türkiye’de 2002’den 2018’e kadar yaşanan durum bu olduysa da 2018’den sonra Cumhurbaşkanı, hükümet sistemini değiştirerek kaderini tamamen eline almıştır. Böylece, iktidarını meclisteki milletvekili sayısı çoğunluğu şartından bile ayırabilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte meclisin elindeki pasif king-maker yetkisi de elinden alınmış oldu. Başkanlık sistemi ile birlikte ittifak sistemi de siyasi hayatımıza girdi. İttifaklar sayesinde birçok parti meclise girebilmiş olsa da bu durum meclisin önem kazandığını değil, bilakis önem kaybettiğini göstermektedir. Son seçimde olduğu gibi yüzde 1 oyun daha kritik olmasıyla başkanlık için yarışan, seçilme şansı yüksek adaylar, küçük partilere başkanlık yarışındaki destek karşılığında ulufe olarak vekillik vermektedir. Bu nedenle, sistem dahilinde güçlenen de parlamenter işbirliği değil, liderler arası ittifaklar olmaktadır. Dolaysıyla meclis, bazı zamanlar stratejik pazarlıklar ekseninde liderlerin oyun oynadığı ve kazananın belli olduğu bir satranç tahtasına dönüşmektedir. Burada piyonların kimler olduğunu hatırlatmaya gerek yoktur.
Meclis Kökenli Bir Muhalefetten Söz Etmek Ne Kadar Geçerlidir?
Mecliste sayılar üzerinden bir muhalefet yapılmasının mümkün olmadığı şartlarda bütün gözler iktidar partisine veya iktidar bloğuna yönelmektedir. Bu durum siyaset bilimi içinde elit okulu düşünürlerinden C. Wright Mills’i akla getirir: İktidar elitleri homojen bir yapı göstermez. Bu husustan çıkarılması gereken şudur ki iktidar partisi içinde de hizipleşmeler, güç odakları ve farklı sosyal ittifaklar yer almaktadır. Muhalefet artık bunların arasındaki çatışmadan ortaya çıkmaktadır.
Her ne kadar bu tip bir muhalefetin ne kadar ilkesel olduğu tartışılsa da iktidar partisinin bir bütünlük sağlamaması ve bir politikayı uygulayıp uygulayamaması siyaset içindeki en dikkat çekici olay haline gelmektedir. İktidar bloğunun içindeki şahsi gerilimler ve çekişmeler, muhalefet partilerinin söylemlerinden daha çok gündem konusu olmaktadır. Bunlar her ne kadar magazinsel olsa da muhalefet vekilleri dahi bu olayların üzerinde fazlasıyla durabilmektedir.
Muhalefetin bu şahsi olaylardan medet umar hale gelmesi de bütün siyasetin meclis bağlamına indirgenmiş olması ve meclisin süregelen pasifleşme süreciyle ilgilidir. Bu durum da seçimlere kadar siyaset değil, magazincilik yapmak anlamına gelmektedir. Artık siyasi elitler arasındaki gerilimler adeta muhalefete bir umut kıvılcımı gibi görünmektedir.
Diğer yandan, daha kurumsal ve hukuki bir zemine oturan bir devlet yapısı içinde kamu kuruluşlarının birbirini denetler ve gözetler şekilde hareket etmeleri, 2018 öncesi dönemde sistemin kendi iç denetimini üretmekteydi. Hatta gerektiği noktada bunlar kamu çıkarını en iyi şekilde korumak adına çatışmalara bile sebebiyet verebilmekteydi. Buna örnek olarak, Türk siyasi tarihinde bürokrasi ve siyaset ile siyaset ve yargı arasında uzun yıllar yaşanan gerginlikler gösterilebilir.
Fakat son 21 yılda devletin tek bir parti tarafından yönetilmesi ve özellikle başkanlık sistemi ile birlikte Türkiye’de artık bu tip bir denetim de mümkün olmamaktadır. Yargı, meclis çoğunluğunu sağlayan parti tarafından düzenlenebilir ve denetlenebilir hale gelmiştir.
Bununla birlikte, tek parti dominasyonlarının bir söylem kurgusu ile hareket ettiği söylenebilir. Türkiye’de din ve milliyetçilik AKP pragmatizmi bağlamında söylemsel odaklar olarak rol almışlardır. Bu söylemin bazı güç odaklarını ve kişileri siyasi olarak zayıflattığı kadar bazılarını güçlendirdiği de söylenebilir. Özellikle, hakim söylem bağlamında güçlenen kişilerden söz edilebilir. Fakat bunların bir game-changer özelliği de yoktur.
Bu kişiler genellikle hakim partinin kurduğu söylem ve bunun içinde icracı nitelikte olmalarından ötürü kendilerine siyasi bir karizma yükleyen kişilerdir. Zaman zaman bu kişilerin iktidar bloğundan çıkışları veya kopmaları bir muhalefet illüzyonu yaratsa da bu olaylar medyatik tüketimin bir müddet malzemesi olmanın ötesine geçememektedir. Bazen de rolleri gereği söylem içinde söylemi aşamayan muhalefetin absorbe edilmesine yardımcı olmaktadırlar.
Diğer yandan, 1980’li yıllardan itibaren ülkede, “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözünde ifade edilen bir siyasi kültürün doğmasının ve zamanla güçlenmesinin muhalefete olan bakış açısını değiştirdiğini, muhalefetin laf üreten bir yapı olarak damgalanıp zayıflatıldığını söyleyebiliriz. Örneğin MHP, iktidar bloğuna girmesi ve iktidar üzerinde bir yaptırım gücü olmasından mütevellit ana muhalefet partisinden daha güçlü bir noktaya yerleşmiştir. Yani “içeriden biri olarak” hafif ve şekli karşı çıkışlarla siyaset yapması ve icracı noktalara yakın olması, MHP’nin söylemlerini halk nezdinde aleni ve kamusal muhalefet yapan partilerden daha etkili kılmaktadır.
Sonuç olarak, meclisin gittikçe zayıflayan bir trend içinde olduğunu söylemek kaçınılmazdır. Meclisteki iktidar ve muhalefet bloğu birbirine sayıca yakın olsalar dahi bu koşullarda meclis, yalnızca liderlerin satranç tahtası işlevini görmektedir. Bir partinin sayısal olarak çoğunluk olduğu denklemde ise muhalefet; tavlada bir taşı kırık, rakibin bütün alanları kapalı ve zar dahi atamayan bir noktada olmaktadır. Meclisin muhalefet açısından konumu bugün tam da budur.
Muhalefeti bu konuma iten ise bizatihi yine muhalefetin kendisidir. Siyaset uzun zamandır seçim ve meclis aritmetiğinde sayılara indirgenmiş haldedir. Oysa siyasetin indirgendiği meclis artık muhalefet için bir fetişe dönüşmüştür. Parlamento tarihimizde, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki meclisi pratiği bir kenara bırakıldığında, 1961 Anayasası ile meclis ilk kez yürütme karşısında güçlenmişse de o tarihten beridir denklem tersine dönmüştür. Meclisin pasifleşme süreci bugün duracağa da benzemiyor. Belki meclisi etkisizleştirmek için yeni bir hamle daha yapılır ve milletvekili sayısı 1000 olur. Çünkü çoğu zaman sorunun özünü görmeyi engellemek adına sayılarla oynanmaktadır.