[voiserPlayer]
Az da olsa günlük, yerel veya uluslararası medyayı takip edenler için tüm dünyada sıkça duyulan bir kelime: “dezenformasyon”. Türkiye’de ise bu kelime ile samimiyetimiz son birkaç sene içinde hayli arttı. Özellikle Ekim 2022’de meclisten geçen ve sivil toplumda çokça tartışılan dezenformasyon yasası, Türkiye’de bir süredir derinleşen bir soruna yeni bir boyut kattı. Yeni yasaya göre; “halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse” bu yasa kapsamında cezai yaptırımlarla karşılaşacak.
2020 yılında “sosyal medya yasası” olarak bilinen ve sosyal medya platformlarının Türkiye’de temsilcilikler açarak, “vergi düzenlemesi” gerekçesiyle kontrol altına alınmasını hedefleyen yasanın devamı niteliğinde başka düzenlemeler de getirildi. 41 maddeden oluşan torba kanun pek çok farklı açıdan halkın haber alma, bilgi yayma ve ifade ve basın özgürlüğü haklarını kısıtlıyor.
Peki Nedir Bu Dezenformasyon?
UNESCO’nun 2018’de yayımlanan Gazetecilik, “Sahte Haber” ve Dezenformasyon: Gazetecilik Eğitimi ve Alıştırmaları İçin El Kitabı, bu konuda bazı tanımlamalara rehberlik ediyor. Sahte haberi yayan kişinin eylem hakkında bilinçli olup olmaması üzerinden bir ayrım yapan el kitabı, “yanlış bilgi yayımını (misinformation)” yayan kişinin doğru sandığı yanlış bilginin yayılması olarak tanımlarken, “dezenformasyonu (disinformation)” yayan kişinin yanlış olduğunu bilerek yaydığı ve bir yalanın kasti ve bilinçli olarak yayılması olarak belirtiyor. Üçüncü bir kategori olarak tanımladıkları “zararlı bilgi yayımı (malinformation)” ise gerçekliğe dayanan bir bilginin, bir kişiye, kuruma veya ülkeye zarar vermek amacıyla yayılması ve kullanılması olarak ifade ediliyor.
Çevrimiçi platformların teknolojinin gelişmesiyle geleneksel iletişim araçlarının yerini aldığı artık yadsınamaz. Zaman ilerledikçe daha da yaygın kullanılacak bu platformlara, geleneksel olarak işleyen ürün ve fikir alışverişi de dahil olmak üzere her türlü eylem entegre oldu. Hal böyleyken haber ve gazeteciliğin en temelinde yer alan “bilgi” akışı da çevrimiçi ilerliyor.
Uluslararası raporlar, yanlış veya sahte bilgi/haber ve dezenformasyon konularının doğası gereği öncelikli olarak gazeteciliğin mesleki alanına girdiğine işaret ediyor. O nedenle de pek çok ülkede dezenformasyonu kriminalize etmek için hazırlanan yasalar hakkında genelde gazeteciler tarafından dile getirilen endişeler, bu yasaların yalnızca bu meslek grubunu ilgilendirdiği gibi yanlış bir izlenim doğuruyor. Halbuki, yanlış bilgi en sık ve en hızlı sade vatandaştan yayılıyor. Temel prensibi bilginin iki-üç farklı kaynaktan doğrulanması olan nitelikli gazeteciliğin -altını çizmek isterim “nitelikli gazetecilikten” bahsediyorum- bu gibi yanlış bilgi yayımında rol oynaması zaten çok da olası görünmüyor.
Yukarıdaki tanıma göre; nitelikli bir gazetecinin veya alanında uzman bir yetkilinin gerekli teyit mekanizmalarıyla bilgiyi kontrol ettikten sonra yanlış olduğunu bilerek yayması dezenformasyon oluştururken, sade vatandaşın tekrar tekrar paylaşımlarla yanlış bilgiyi dolaşımda tutmasına ve yaymasına “yanlış bilgi yayımı” deniyor. Fakat Türkiye’de, kopyala-yapıştır iddianamelerle yüz binlerce vatandaşa toplu davalar açılan bir yargı sisteminde bu yasanın sadece gazetecileri değil, eleştirel kitleleri hedef aldığını asla atlamamalı. Hele ki 2023 gibi Türkiye’nin siyasi tarihinde dönüm noktası oluşturabilecek bir yıla girerken bunun altını tekrar tekrar çizmek gerekir.
O yüzden bu yasa; evet gazetecileri, avukatları, doktorları, fikir önderlerini ve insan hakları savunucularını ilgilendiriyor ama en çok da sorgulamadan, okumadan ve araştırmadan “iletilen” içeriklerin sahiplerini, yani hepimizi ilgilendiriyor.
Peki ya dezenformasyonu üretip dolaşıma sokanın, onu yayanın ve buna karşı cezai yaptırımlar uygulayanın da kaynağı aynı olursa? Veya belli bir gerçekliğe dayanan bir bilgiyi bir kişi veya kurumu hedef göstererek zarar vermek amacıyla yayan kişiler bir de makamlarındaki nüfuzu kullanarak bu bilgi yayımını güçlendirirse? Reuters Institute 2020 Dijital Haberler Raporu’nda, “yanlış bilgi” kaynağı olarak en sık yerel siyasetçilerin tespit edildiği bilgisi yer alıyor. Hatta siyasi figürlerin; gazetecileri, avukatları, doktorları veya diğer kişileri hedef göstererek yaptıkları paylaşımları “zararlı bilgi yayımı” olarak tanımlamak dahi mümkün. Ve belki de en çok bu sonuncu kategoriye kafa yormak gerekir, fakat gel gelelim gerçekliğimiz bu değil.
Tek Bir Konu, Farklı Ülke, Farklı Uygulama
Dezenformasyon, pek çok ülkede çeşitli hukuki düzenlemelere konu olmuştur. Bu ülkelerden bazıları, yargının ve güçler ayrılığının sağlam temellere dayandığı ve işlevini kaybetmediği ülkelerken, bir kısmı da otokratik eğilimli, baskıcı ve güç düşkünü yönetimlerin elinde tüm temel hak ve özgürlüklerin sınandığı ülkeler.
Poynter’ın raporuna göre yanlış bilgi yayılması ile ilgili 50’nin üzerinde ülkede, çevrimiçi yayıncıları lisanslama uygulamalarından, raporlama platformlarına; medya okur yazarlığı ve farkındalığı artırma çalışmalarından, hükümet eliyle kurulmuş yanlış bilgiyle mücadele birimlerine ve yasalara kadar pek çok farklı aksiyon alınmış. Yasa tasarılarının hemen hepsi sosyal medya üzerinden kontrolsüz yayılan bilgi üzerine yoğunlaştıkları için de çoğunlukla sosyal medya platformlarını hedef alan bazı yaptırım ve talepler içeriyor. O nedenle ülke bazında bazı örnekler verirken, buradaki yaptırımlar kapsamında hedef alınan platformlardan Twitter’ın içerik kaldırma raporlarına dayanarak basit örneklerle ülkeleri karşılaştırmaya çalışacağım.
Örneğin, Türkiye’de dezenformasyon yasa tasarısı konuşulurken hükümet tarafından en çok alıntılanan ve örnek gösterilen yasalardan biri Almanya’da 2018 başında yürürlüğe giren İletişim Ağı Yaptırım Yasasıydı (NetzDG). Fakat NetzDG yasası, çevrimiçi yanlış bilgi ile mücadeleden çok, belirgin şekilde yasa dışı olan içerik ve nefret söylemlerinin sosyal medya platformlarından kaldırılmasına yönelik bir yasa. Bu yasanın ardından Twitter’ın şeffaflık raporuna göre 4 yılda (2018-2021) toplam 1135 içerik hakkında hukuki kaldırma talebinde bulunulurken Twitter bu taleplerin %44,5’ine uymuş.
Bir diğer örnek Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD), ulusal anlamda sosyal medyada siyasi reklamların düzenlenmesi ve kaynağının yayımlanması için üzerinde çalışılan bir yasa tasarısı (Honest Ads Act) 2019’da Senatoya sunulmuş. 2022’de de yanlış bilgi ve dezenformasyona karşı ülke genelinde eğitim ve medya okuryazarlığının geliştirilmesini talep eden bir yasa tasarısı sunulmuş, fakat bunların hiçbir henüz yasalaşmamış. Şu anda ABD’de federal düzeyde medya okuryazarlığını artırmak üzere girişimler var ve platformlarla üst düzey iletişim sürdürülüyor. Twitter’a 2018-2021 yılları arasından toplam 1493 içerik hakkında hukuki kaldırma talebinde bulunulmuş, Twitter ise bu taleplerin %39,8’ine uymuş.
Son olarak Başkan Bolsonaro’nun döneminde sık sık eleştirilen Brezilya’da çevrimiçi ortamda yanlış bilginin yayılmasını kriminalize etmek için 20 kadar yasa tasarısı sunulduğu yerel kaynaklarca raporlanmış. Fakat bu yasa tasarılarından en gündemdeki ve belki de en ilginci “Sahte Haber Yasa Tasarısı”. Yasa, yabancı şirketlerin Brezilya’da yasal temsilcilik bulundurma ve kaldırılan içerik hakkında rapor yayımlama zorunluluğu gibi düzenlemeler öngörürken, YouTube gibi platformların gazetecilerin içeriklerini kullandıkları için haber merkezlerine telif hakkı ödemesi yapılmasını talep ediyor. Fakat buradaki çarpıcı durum, Bolsonaro’nun kendi YouTube kanalından yayımlanan 15 kadar video yetkililerin koronavirüs salgını hakkında yanlış bilgi yaydığı gerekçesiyle platform tarafından kaldırılmasına rağmen Bolsonaro’nun yasaya muhalif tarafta kalmış olması. Sonuç olarak, çevrimiçi özgürlük alanını kısıtlayacağı endişelerini taşıyan yasa tasarısı, 2022 başlarında daha detaylıca tartışılabilmek için oy çokluğuyla ertelenmiş. Brezilya, Twitter’a 2018-2021 yılları arasından toplam 1228 içerik hakkında hukuki kaldırma talebinde bulunmuş, taleplere uyma oranı %38,2.
2021 yılında Twitter’a yapılan içerik kaldırma taleplerinin dünya genelinde Almanya’dan (17 yasal talep), ABD’den (32) ve Brezilya’dan (143) gelenler toplam rakamın %1’inden az. Türkiye’den gelenler (4.284) ise toplam talebin %9’unu oluşturuyor. Danimarka, Macaristan, Yunanistan gibi ülkelerden 2021 yılında hiç içerik kaldırma talebi gelmemiş.
Yerli ve Milli (!) Dezenformasyon
Bu örneklerden anlaşıldığı üzere dezenformasyonun tanımı, nasıl algılandığı, kimleri etkilediği ve dezenformasyona karşı nasıl mücadele yöntemleri kullanılabileceği bir hayli bölgesel ve sübjektif. O nedenle de “her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” sözü burada da ülkeler için geçerli. Her ülkenin medya okuryazarlığı, kültürel tarihi, toplumsal davranışına göre etkisi ve mücadele yöntemi tamamen değişebilen bir konu dezenformasyon.
Türkiye’de ise bu son düzenlemelerle eleştirel bilgi ve haberin yayılabildiği son alan olan çevrimiçi platformların kontrol altına alınması, ülkede halihazırda ciddi baskı altındaki basın ve ifade özgürlüğüne yönelik büyük endişeler doğuruyor.
Türkiye’de dezenformasyon yasası hakkında 2022 yazında çalışmalar henüz sürerken Cumhurbaşkanlığına bağlı İletişim Başkanlığının, Dezenformasyon ile Mücadele Merkezi oluşturduğunu duyurması büyük tepki çekti. İletişim Başkanlığı, Ekim ayından itibaren bir “Dezenformasyon Bülteni – Haftanın Yalan Haberleri” başlığı altında bir bülten de başlattı.
Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), Ekim ayında yasa mecliste tartışılırken Ankara’da yıllık düzenlediği basın özgürlüğü misyonu için çeşitli toplantılarda bulundu. Misyonun merkezinde tam da bu dezenformasyon yasası ve olası etkileri üzerine savunu faaliyetleri yer alıyordu. İlerleyen zamanda yapılan toplantılar hakkında daha detaylı bir rapor yayınlanacak. Ancak bu misyondan çıkarabilecek en temel sonuç, Türkiye’nin siyasi ortamında bu gibi yasaların kolaylıkla hükümet karşıtı sesleri cezalandırmakta kullanılabileceği.
Nitekim, İstanbul’da 13 Kasım’daki bombalı saldırının hemen ardından dezenformasyonun yayıldığı gerekçesiyle internette bant daraltılmasına gidildi. Saatler boyunca pek çok insan, en temel haber kaynağı olarak da kullanılan internet ve platformlara erişemedi. Bu gibi “önlem” adı altında alınabilecek her tür kısıtlayıcı karar, demokratik her tür hak ve mekanizmaya erişimin de kısıtlanması anlamına gelecektir. O nedenle de sahte haber ve yanlış bilgi yayılımıyla ilgili mücadelede en etkili yöntem, kısıtlayıcı ve cezai yaptırım eliyle değil, halkta medya okuryazarlığını artırmak üzerine yoğun bir çalışma ile olmalıdır. Bunun da en etkin yolu önce kendini eğitmekten geçer. Türkiye’de Teyit gibi doğrulama platformlarını takip etmek, güvenilir haber bültenlerine kaydolarak haber almayı ve sorgulamayı alışkanlık haline getirmek için güzel bir seçenek olabilir. Ne de olsa her şeyin başında sorgulamak gelir.
Fotoğraf: Matt C