Geçtiğimiz haftalarda sevgili İlkan Dalkuç’un tavsiyesiyle “Cehalet Tutkusu” isimli kitabı okudum. Renata Salecl tarafından yazılan ve Türkçe’ye Şafak Tahmaz tarafından çevrilen kitap, başta hastalık teşhisleri olmak üzere aşk vesaire gibi konularda neyi neden bilmek istemediğimizi anlatıyor. Kitapta yer alan her bölüm birbirinden güzel. Ancak en çok ilgimi çeken kısmı “Toplumun İkeazisyonu” oldu.
Yazar bu bölümde çevrimiçi sınırsız bilgiyle donatıldığımız bu çağda bir şey bilmiyorum demenin zorluğundan ve bu durumun nasıl “demonte entelektüel ve uzman” yarattığından dem vuruyor. Bu bölümü okuyunca özellikle televizyon ve gazetelerde “uzman” olarak yer alan kişileri düşündüm. Son dönemde özellikle ekranlara bakınca bir hafta bir konunun uzmanı olan kişinin haftaya başka bir konunun uzmanı olarak tekrar aynı kanalda konuştuğunu görebiliyoruz.
Gözünüzün önüne getirebilmeniz için şöyle bir örnek vereyim. Pandeminin başında Covid-19 uzmanı olarak ekrana çıkan gazetecileri ve yazarları düşünün. Salgının gündemden düşmesiyle birlikte nereye kayboldular diye düşünebilirsiniz. Ancak o yazarlar kuvvetle muhtemel farklı bir konunun uzmanı olarak ekrana çıkmaya devam ediyorlar. Bilginin demonteleşmesiyle birlikte son yıllarda herkes bir konu hakkında amatör uzman oldu. Bu sadece kamu için geçerli değil. Günümüzde insanlar siyasetçilerin de her şeyi bilmesini istiyor. Yazar bu konu hakkında “geçmişte politikacılar bilgilerinin sınırlarını bildiklerine dair sözler sarf etmeyi severdi, ancak bugünün politikacıları ise sıradan insanlarla iletişimlerini ortak cehalet üzerinden kurmayı seviyor” diyerek özetliyor.
Geçtiğimiz günlerde yaşanan Melih Gökçek olayı da yazarın bu sözlerini doğrular nitelikte. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin geçmiş dönem Belediye Başkanlığını yapan Melih Gökçek, Twitter hesabından Beşiktaş’ın eski futbolcusu Aboubakar’ın asker üniformalı montaj yapılmış fotoğrafını gerçek sanarak Somali’den gelip Türk vatandaşı olan ve savaşan Abu Bakeroğlu olduğunu ve karakol baskınında şehit olduğunu iddia etti. Gökçek sosyal medya kullanıcılarının paylaşımlarından sonra tweet’i sildi ve suçu danışmanının üzerine attı.
Gökçek’in bu paylaşımı ilk değil. Daha önce de katıldığı bir canlı yayında Sözcü yazarı Murat Muratoğlu’nun Adana’da petrol bulundu haberlerine ithafen sosyal medya hesabından “Adana’da bulunan petrolden sonra, Adıyaman’da arama çalışması yapılan iki kuyuda 6 milyar dolarlık Jelibon rezervlerine rastlandı” paylaşımını gerçek sanmıştı. Gökçek; “Bugün gazetede okudum. Ne anlama geldiğini de bilmiyorum. İtiraf edeyim. Araştıracağım ki bileyim. Onun adı var. Çocuklar yer ya: jelibon. Jelibon bulunmuş. Ne demek jelibon, bilmiyorum. Yer altında 6 milyar dolarlık jelibon bulunmuş. Bu ne anlama gelmiyor bilmiyorum” diyerek bu tweet’e inandığını anlatmıştı.
Melih Gökçek’in paylaşımları sehven yapılmış paylaşımlar değil. Sadece yukarıda da anlattığım gibi politikacıların sıradan insanlarla iletişimlerini ortak cehalet üzerinden kurma çabası. Gökçek’in etrafımızın sınırsız çevrimiçi bilgiyle sarıldığı günümüzde, kendi kitlesine her şeyi bildiğini gösterme adına yaptığı bir davranış. Günümüzde sınırsız bilgi akışı içerisinde önümüze düşen hiçbir bilgiyi araştıracak vaktimiz yok. Önümüze gelen her bilgiyi doğruluğundan emin olmadan en önce bilen olma hırsıyla kendi kitlemize ulaştırmaya çalışıyoruz.
IKEA Entelliği kavramı tam da burada ortaya çıkıyor herkes her konuda uzman olduğunu ispatlamak için bilmediği konular hakkında arama motorları ve Wikipedia üzerinden bilgi sahibi olarak konunun içine kendisini demonte etmiş oluyor. Renata Salecl bu durumu “toplumun Ikeaizasyonu” olarak adlandırıyor. Ikeasizasyon olmuş bir toplum mobilya montajından, elektronik cihazları tamir etmeye, hastalıklarına teşhis koymaya kadar her konuda ustalaşmak istiyor. Her konuda bilgi sahibi olduğunu düşünen birey, bilgi eksikliğini kesinlikle kabul etmiyor.
Bu Ikeasizasyona bir örnek verelim. Şarkıcı Serdar Ortaç’ın katıldığı bir programda kendisine Lozan ve 12 Ada hakkında yaptığı bir açıklama sorulunca “Yunan adalarının bize ait olduğunu, 2023’te Lozan Barış Antlaşması’nın süresinin dolacağını ve Marmara Deniz’inde yer alan Avşa Adası’na en yakın olan adayı alabileceğimizi” ifade ederek konuyu bir anda Rusya’ya uygulanan yaptırımlara getirmesi tipik bir Ikeasizyon. Ortaç hiç şüphesiz kendisine alanı dışında bir soru yönetilince bilmiyorum demek yerine “cahil” görünmemek için zihnindeki karışık ve yanlış bilgi parçalarını tıpkı bir Ikea mobilyası gibi montajlayıp yepyeni yanlış bir bilgiyi ortaya çıkarıyor. Ortaç ve Gökçek örneklerine ek olarak yazının başında söz ettiğim pandemi döneminin başında ekrana çıkan doktorları ve “uzmanları” hatırlayın. Covid-19 ilk yayılmaya başladığında henüz kimse hastalık hakkında bilgi sahibi değildi. Ancak ekranlara “hastalığın Türklere bulaşmayacağından” tutun “kelle paça içmenin ve sirkeyle gargara yapmanın virüse iyi geleceğini” açıklayan uzmanlara kadar birçok kişiyi gördük. Bu bilgi kirliliği içerisinde ise gerçek uzmanlara ulaşabilmek pek mümkün olmadı. Aynı şey ekranlarda Suriye, Rusya-Ukrayna Savaşı gibi tartışılan konular için de geçerli. Bugün bölge hakkında hiçbir bilgisi olmayan gazeteci Wikipedia’dan bölge hakkında bir madde okuyarak kendisini o bölgeye demonte edip uzmanım diyebilir. Aslında bugün bizim büyük bir nimet sandığımız sınırsız bilgiye ulaşabilme imkânı, büyük bir bilgi kirliliğini de içinde barındırıyor. Bunu önlemenin tek yolu tabi ki karşımıza çıkan ve kaynağından emin olmadığımız bilgilere şüpheyle yaklaşmak, kendimizi her alana demonte etmemeye çalışmak ve tabi ki elimize ulaşan her bilgiyi kendi çevremize yaymamak. Renata Salecl sözleriyle özetleyecek olursak “cehalet basit bir yokluk ya da bir bilgi eksikliği değil, bilginin belli bir toplumun tamamınca nasıl kavrandığıdır”.
Fotoğraf: Jueun Song