[voiserPlayer]
Pek Sevgili Daktilo 1984 Dostlarım,
Uzun bir aradan sonra yine damarımıza basan konular birikti, dilimiz şişti, klavye başına sizlerle dertleşmeye geldik.
Bildiğiniz üzere gerek ABD’de, gerekse Türkiye’de yüksek yüksek mahkemeler işlerini güçlerini bırakmış, nasıl bir karar alsak da kadınları çileden çıkartsak, ellerindeki üç-otuz hakkı da kopartıp alsak, yerlerde sürüsek diye bir telaşa düşmüşler, benim endişe ile gözü mahkeme salonlarında kalmış sevgili okurlarım.
Bu nasıl bir izansızlıktır? Bu nasıl bir kadın düşmanlığıdır? Anlayan beri gelsin!
Yirmi yıldan fazla oldu ABD ile bağım. Son 22-23 yılın çoğunu ABD’de, 6 yılını da Ankara’da geçirdim. Naçizane gözlemim şu oldu: Evet, ABD diğer gelişmiş, kalkınmış, endüstrileşmiş ülkelere göre çok daha muhafazakâr. Türkiye’nin de dahil olduğu Dünya Değerler Araştırması sonuçlarına baktığımızda şunu görüyoruz: ABD geleneksel-seküler eksende diğer tüm gelişmiş ülkelerden, çoğunluğu Protestan olmasına rağmen diğer Protestan ülkelerden daha tutucu. Buna karşılık Polonya, Portekiz ve Uruguay gibi Katolik ülkelere daha yakın duruyor.
Yukarıdaki haritayı siyaset bilimi derslerinde, özellikle de siyasi kültürden bahsettiğimizde sıklıkla kullanıyoruz. Çok basit olarak özetlersem, 110 ülkede aynı soruları sorarak saha araştırmaları yapılıyor. Bu araştırmalarda her ülkeyi temsil edecek örneklemle seçilen vatandaşlara siyasi ve iktisadi tercihleri, çocuk yetiştirmede önemsedikleri değerler ve dini inançları gibi pek çok konuda kapsamlı sorular soruluyor. Sonuçlara bakıldığında, temel değerleri ve gelişmişlik seviyelerine göre ülkelerin belli gruplara ayrıldığı gözleniyor. Örneğin daha az gelişmiş ülkelerde iktisadi kaygılar nispeten fazla olduğundan, vatandaşlar kendileri ve çocukları için iş-aş gibi en temel ihtiyaçları önceliyor (survival). Oysa biraz daha karnı tok sırtı pek ülkeler sadece hayatta kalmak için gerekli asgari ihtiyaçlara değil, ifade özgürlüğüne, kendini gerçekleştirmeye de önem vermeye başlıyor (self expression). X eksenindeki dağılımı böyle özetleyebiliriz.
Y ekseni ise doğrudan geleneksel değerler ile rasyonel-seküler dünya görüşü ayrımına bakıyor. Bu kısımda genel olarak dini inanç ve ibadet alışkanlıklarının yanı sıra, boşanma, kürtaj, kadın hakları gibi konularda da vatandaşlara görüşleri soruluyor. Yine baktığımızda Afrika gibi daha az gelişmiş bölgeler ile Latin Amerika gibi Katolikliğin, Orta Doğu gibi İslamiyet’in ağırlıklı olduğu bölgelerde geleneksel değerlerin yüksek olduğunu görüyoruz. Buna karşılık eski Sovyet cumhuriyetlerinde, Uzak Doğuda ve kalkınmış Avrupa ülkelerinde rasyonel-seküler değerler daha yaygın.
Şimdi böyle nispeten genel ve soyut bir çerçeve çizdikten sonra sadede geliyorum:
Durum maalesef artık sevimli dindar ve muhafazakar Amerikalıların Pazar günleri kiliseye gitmesinden ve yine pazarları alkol satışlarını pek çok eyalette yasaklamasından çok daha ciddi bir hal aldı, benim yasak sevmez okurlarım. 2022 yazında Türkiye’deki Anayasa Mahkemesi muadili olan Yüksek Mahkeme (Supreme Court) 6-3 aldığı bir kararla kürtaj içtihadını tamamen değiştirdi. Bu yeni kararla kürtaj, bu hakkı güvence altına alan merkezi/federal hükümetin yetki alanından çıkartılıp eyaletlere devredildi. Zaten muhafazakarların ağırlıklı olduğu pek çok eyalet Trump tarafından yapılan Yüksek Mahkeme yargıç atamalarından sonra böyle bir beklenti için olduklarından, yerel meclislerinde tetikleyici yasa taslaklarını geçirmiş hazırda bekliyordu. Mahkeme kararıyla birlikte derhal eyalet bazında geniş kapsamlı kürtaj yasaklarını ilan ettiler.
Bu kürtaj konusunda ne desek yürekler soğumaz, derya olmuş dertlerimiz durulmaz, benim derde derman okurlarım. Yine de madem başladık, gayret edelim:
Ben öncelikle kadınların kendi bedenlerine dair bu kadar özel ve önemli bir konunun siyasete malzeme edilmesinin, tonlarca erkek siyasetçinin bundan nemalanmasının yanlışlığının altını çizerek başlayayım:
Yahu size ne!
Kadınlar zaten akşam-sabah kürtaj olayım diye sağa sola koşmuyor. Bu kadar travmatize eden bir operasyondan olabildiğince uzak duruyorlar. Doktorlar, jinekologlar yıllarca eğitim almış profesyonel insanlar. Çıkıp bangır bangır uzman olarak mahkeme salonlarında ifade veriyorlar, yapmayın, böyle her şeyi külliyen yasaklamayın, türlü bin farklı vaka var, dış gebelikler var, tecavüzler var, fetüsün anneyi ölüme götürdüğü durumlar var, yasal kürtajı kaldırırsanız daha çok cana mal olur, diye uyarıyorlar. Bu insanların sözünün niye kıymeti yok? Kadınların sözünün, iradesinin neden kıymeti yok?
Durum çok vahim sevgili okurlarım. Dünyada emperyalizm rüzgarları estiren, tek bir F-35 için 110-küsür milyon dolar harcayabilen ABD’nin ulusal çapta kapsamlı bir sosyal güvenlik sistemi yok. Dolayısı ile herkesin sağlık güvencesi yok. Sadece bir doktor randevusu, hiçbir tetkik yapılamasa bile yüzlerce dolara mal oluyor. Üstüne üstlük doğum kontrol hapları sadece reçeteyle satılıyor. Yani Türkiye’deki gibi git eczaneden iste, versinler olmuyor. Dolayısıyla en pratik doğum kontrol yöntemi, alt gelir grubundaki kadınların erişimine uzak. Çünkü doktora rahatça gidemiyorlar.
Şimdi diyebilirsiniz ki hocam ortalık yangın yeri, bir de Amerikalı kadınlara mı dertlenelim? Haklısınız.
Ancak bunlar bizim memleketimizdeki kadınların son zamanlarda karşılaştığı kara baht ve kör talihten çok da farklı değil, benim empati zengini okurlarım. Biz de kadın iradesini hiçe sayan, beden bütünlüğüne saygı göstermeyen, kazanılmış haklarını erozyona uğratan bir fırtınanın içindeyiz ne yazık ki…
Kadına şiddet sorunu tüm dünyada olduğu gibi bizde de sağır sultanın bile duyduğu ve hatta önlem almaya çalıştığı bir problemdi. Nitekim Birleşmiş Milletler öncülüğünde pek çok ülke yakın zamanda bir araya geldi. Kadınları, kızları dövmeyelim, öldürmeyelim, onlara zarar verenlere karşı etkin koruma ve kollama görevini kamu otoritesi üstlensin diye bir anlaşma metni imzaladı. Bunu da 2011 yılında İstanbul’da yaptı; ilk imzayı da ev sahibi ülke olarak Türkiye attı!
On yıl öncesi durumla kıyasladığımızda bile geldiğimiz hal içler acısı sevgili okurlarım. Sözleşme şartlarını yerine getirmek için gayret edeceğimize; kolluk gücünü, etkin koruma, sosyo-ekonomik destek imkanlarını arttıracağımıza; yürütmenin başının aldığı tek kişilik bir kararla, milli iradenin parlamento aracılığı ile onayladığı evrensel bir insan hakları sözleşmesinden çıkmış olduk. Üstüne üstlük, memleketin en yüksek mahkemesi de 3’e 2 aldığı bir kararla olur, başkandır, hikmetinden sual edemeyiz, ne yapsa yeridir, dedi…
‘Hani Başkanlık sistemindeki güçler ayrılığı prensibi, yargının denge ve denetleme görevi vardı, o ne oldu?’ dediğinizi duyar gibiyim. Çok haklısınız benim parlamenter sistemin de, başkanlık sisteminin de inceliklerine hakim, kül yutmaz okurlarım. Ancak bizim sanayide her şeyin toplamasını yapabileceğini zanneden, Tofaş Doğan/Şahin araçlara Mercedes, Lincoln arması takıp gezen bir millet olduğumuzu sakın unutmayalım. İşte o cahil cesareti ile, batıdan aldığımız toplama siyasi modelleri de kendimize benzettik, başkanlık sistemini Mercedes armalı Tofaş’a çevirdik, hamdolsun!
[Yazı uzadı, yine bir şekilde Ostim oto sanayiye getirdim konuyu. J Ostim’i ayrıca çok severim, oradaki tüm emektar ve yaratıcı esnafa da hürmet ederim, bunu bir paranteze alıp devam ediyorum.]
Sevgili Dostlarım, Aziz Romalılar,
Durum hiç parlak değil. Biz kadınlar yorulduk artık. Bedenlerimiz sürekli siyasetin konusu olmasın. Biz erkeklerin bedenlerini siyaset konusu yapıyor muyuz? Yapmıyoruz! Siz de yapmayın. Eski kazanılmış haklarımız sürekli tehdit altında olmasın. Bizim de eşit ve özgür yaşama hakkımız olsun. Bunu başaran toplumlar inanın çok daha mutlu ve refah içinde. Nüfusun %50’sini horlayarak adam gibi yaşanmıyor. Ben 30 kadar ülkeyi gezdim, gördüm, kiminde uzun kiminde kısa yaşadım. İnanın, gerçek bilgi. Kadınların hür ve eşit olduğu her yer daha güzel.
Daha fazla yormayın bizi!
Hür ve eşit olduğumuz günleri görmek ümidi ile,
Kendinize, kadınlara ve çocuklara çok çok iyi bakın.
Fotoğraf: Manny Becerra