[voiserPlayer]
Türkiye 7 ay sonra heybesinde birçok sorunla birlikte cumhurbaşkanını ve parlamento üyelerini seçmek için sandık başına gidecek. Her ne kadar YSK henüz bir seçim takvimi açıklamamış olsa da seçim en geç Haziran 2023’te gerçekleşecek. Seçimlerde 65 milyon seçmenin oy kullanması bekleniyor. Bu sayının 7 milyonunu ise “Z kuşağı” olarak adlandırılan ilk kez oy kullanacak genç seçmenler oluşturuyor. Z kuşağı, oy kullanacak genç seçmenlerin yüzde 51’ni oluşturuyor. 1996 ve sonrası doğanları ifade eden Z kuşağının toplam oy potansiyeli ise 9 milyonun üzerinde.
Z kuşağının oy potansiyeli siyasilerin hedef kitlesini gençlere yöneltti. Z kuşağı ağırlıklı olarak muhalif eğilimde gençlerden oluşan bir kuşak. ORC Araştırma Şirketi’nin Ekim ayında Z kuşağı gençleri arasında yaptığı ankete göre; CHP yüzde 20,4, İYİ Parti yüzde 15,9, AKP yüzde 13,1, MHP yüzde 7,2, HDP yüzde 5,0, Türkiye Değişim Partisi yüzde 4,1, Gelecek Partisi yüzde 3,6, DEVA Partisi yüzde 3,1, Memleket Partisi yüzde 2, Bağımsız Türkiye Partisi yüzde 1,6, Yeniden Refah Partisi yüzde 1,2, diğer partiler yüzde 1,7, Kararsızlar ise yüzde 21,1 oranında gözüküyor. Ankette kararsızların oranına bakıldığında genç seçmenin muhalefete bile tam olarak güvenmediği görülüyor. Geçtiğimiz yıl yapılan Türkiye Gençlik Araştırması 2021’e göre Türkiye’de yaşayan gençlerin yüzde 48’i Türkiye’yi az gelişmiş ya da gelişmemiş bir ülke olarak görüyor. Gençlerin yüzde 82’si gelir dağılımının eşit olmadığını düşünüyor. Yüzde 64’ü işe alımlarda liyakatin esas alınmadığını düşünüyor. Yüzde 82’si herhangi bir STK üyesi değil, yüzde 56’sı politikacılara güvenmiyor. Cumhurbaşkanına güvenmeyenlerin sayısı ise yüzde 48.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve İstanbul Ekonomi Araştırma’nın Fredrich Naumann Foundation’ın desteğiyle gerçekleştirdiği “Türkiye’nin Geleceğine Genç Bakış” araştırmasına göre gençler, “Z kuşağı” genellemesini kabul etmiyor. Gençleri Z kuşağı olarak tanımlamak, aslında gençler üstünde ötekileştirme, yaşçılık gibi olumsuz algılar yaratabiliyor. Z kuşağı tanımı daha çok pazarlama dünyasının gençler üstünde kullandığı bir kalıp. Türkiye’nin Geleceğine Genç Bakış Araştırması’na göre “Z kuşağı” olarak etiketlenen gençlerin sorunları hepimizle aynı. Araştırmaya katılan gençlerin üç ortak sorunu var. Bu sorunlar; ekonomi, siyaset ve sosyal krizler. En sık bahsedilen ekonomik sorunların başında, işsizlik, pahalılık ve sığınmacılar geliyor. Ekonomik ve sosyal krizlerin kesişim noktası olarak ise liyakat meselesi görülüyor.
Gençlere en çok güvendikleri kurum sorulunca tıpkı Türkiye Gençlik Araştırması’nda olduğu gibi TSK yanıtını verenler çoğunluğu oluşturmuş. Araştırmaya katılan gençlerin ekonomi, siyaset gibi sorunların ardından en çok dile getirdiği konu, “hayal kuramama” sorunu olmuş. Bu sadece araştırma kapsamında konuşulan gençlerin değil, aynı zamanda Türkiye’de yaşayan milyonlarca gencin de en büyük sorunu. Ülkemizde yaşayan gençlerin çoğunluğu ekonomik ve siyasi bunalımlar nedeniyle gelecek hayali kuramıyor ve ileride ne yapacağı konusunda en ufak bir fikri yok. Döviz kuru nedeniyle yurt dışına çıkmak hayal, gençlerin çoğunluğu temel ihtiyaç masrafları nedeniyle hobi sahibi olamıyor. Araştırma kapsamında konuşulan gençlerin büyük kısmının şu an en büyük hedefi, okulu bitirip KPSS’ye girerek memur olmak.
Araştırmada diğer dikkat çeken bir nokta ise özellikle Devlet Bahçeli gibi siyasetçiler tarafından sıklıkla dile getirilen “kimlik siyasetinin” gençler arasında kendisine yer bulamaması. Gençler arasında kimlik bariyeri yavaş yavaş yıkılıyor. Siyasilerin kendi aralarında sıklıkla kullandığı ötekileştirici ifadeler gençler arasında kabul görmüyor. Gençlerin bir diğer sorunu da siyasette genç temsilinin kendisine yeterince yer bulamaması. Türkiye’de potansiyel cumhurbaşkanı adayı olarak görülen siyasetçilerin yaş ortalaması 50, üstelik bu durum sadece Türkiye için de geçerli değil. Geçtiğimiz günlerde bir kez daha ABD başkanlığı için adaylığını açıklayan Donald Trump 76 yaşında. Mevcut Başkan Joe Biden 79, Birleşik Krallık tahtında oturan Kral III. Charles 73, Rusya’nın tek adamı Putin ise 70 yaşında. Gençler Türkiye ve dünya siyasetinde kendilerini temsil alanı bulamıyorlar.
Bu durumu geçtiğimiz haftalarda katıldığım Arayüz Kampanyası’nın Spod ve İvme Hareketi’yle birlikte düzenlediği toplantıda da yakından gözlemleme fırsatı buldum. Toplantıya farklı görüşlerden, partilerden ve sivil toplum kuruluşlarından genç temsilciler katıldı. Toplantıya katılan gençlerin talepleri ve sorunları, Türkiye’nin Geleceğine Genç Bakış Araştırması’nın sonuçlarıyla benzer. Toplantıda yer alan gençlerin hepsi ekonomik krizden, liyakatsizlikten ve kendilerine temsil alanı bulamamaktan yakınıyorlar. Toplantıdan sonra Arayüz Kampanyası’nın Kampanya Direktörü Nevzat Taşcı’ya Z kuşağının nasıl bir cumhurbaşkanı hayal ettiğini ve seçimden ne beklediğini sordum. Nevzat Taşçı’nın görüşleri şu şekilde:
Önümüzde Türkiye’nin en önemli seçimlerinden biri var ve bu seçimleri etkileyen birden fazla faktör var. Bu seçimin en önemli faktörlerinden biri şu anda ilk kez oy kullanacak 7 milyon gencin olması. Bu seçmenlerin önümüzdeki seçimden ve adaylardan beklentisi nedir?
Gençlerin oluşturduğu oy potansiyeli özellikle geçen sene oldukça yoğun bir şekilde gündemdeydi ve gençlere yönelik ne gibi istekler olduğu sorgulanıyor, onlara ulaşma kaygısı güdülüyordu. Ancak Türkiye’de gündemlerin de hızlı tüketilmesinin etkisiyle bu tartışmalar unutuldu. Bu sırada ne genç seçmen azaldı ne de istekleri ve talepleri azaldı. Genç seçmenlerin yani 30 yaş altı seçmenlerin önemli bir kısmının tüm hayatının Erdoğan hükümetleri altında geçtiğini, geri kalanınsa çocukluk ve gençlik dönemlerinin çok büyük kısımlarının yine Erdoğan hükümetleri döneminde geçtiğini belirterek bu soruya cevap vermek isterim. Genç seçmen kitlesi herhangi bir alternatifin yönetimde olduğu duruma tanıklık etmediği için yaşadığı sorunlarda sorunun kaynağını bulma konusunda şüpheleri çok fazla yok. Yaşadıkları sorunların, sıkıntıların temelinde Erdoğan hükümeti ve onun politikaları olduğunu gayet net bir şekilde görebiliyorlar. Bu nedenle bu seçimden en temel beklentileri değişim. Değişim olması için motiveler ve o kadar motiveler ki seçimi kaybetme durumunun oluştuğu anlarda çok sert tepkiler gösterebiliyor, çok sert çıkışlar yapabiliyorlar. Genç seçmenin tamamı muhalif değil, onu da belirtmek gerek. Halen iktidarı destekleyen %15-18 arası bir genç seçmen grubu var. Ancak bu seçmen grubunun gençlerin ortak sorunlarından çok fazla muzdarip olmadığını ve bir şekilde kendileri ya da çevrelerinin hükümetin rant mekanizması içerisinde yer alan gruplar olduğunu düşünüyorum. Ekonomik sorunlar size yansımıyorsa hatta aksine güçleniyorsanız var olan durumun sizin adınıza değiştirilmeye ihtiyacı olmayabiliyor. Burada da benzer bir durum var. Geri kalan muhalif genç seçmene gelecek olursam, bu seçmenin seçimden değişim beklentisinin yanı sıra adaydan da iyi bir performans beklentisi var. Seçimi kıl payı kazanmak ya da seçim döneminde kaybedilecek gibi bir atmosferle karşılaşmak istemiyorlar. Çünkü gençliklerinin yok olduğunu ve bu yok oluşun bir yerde durması gerektiğini düşünüyorlar. Bu yok oluş ortada dururken de güçlü, sinerjik bir atmosfer talepleri var. Tüm bunlar elbette en basit talepler ya da oldukça seçim odaklı talepler. Bunların ötesinde, gençliklerini diledikleri gibi yaşayamadıkları ve hayatta kalma çabası gösterdikleri konular var. Yeteri kadar kültür-sanat aktivitelerine katılamıyorlar. Kendilerini geliştirebilecekleri materyallere erişemiyorlar, en basitinden kitaba erişemiyorlar. Artık Türkiye’de kendi durumlarını kurtabileceklerine dair umutları da yok. Eskiden, okursan kurtarırsın gibi bir mantık işlerken bugün, okusalar dahi sınıf atlayamayacaklarının farkındalar. Bu nedenle de aslında onlara bir gençlik borçlu olunduğunu düşünüyorlar. Adaylardan da bu borcu yerine getirecek, onlara gençliklerine dair güzel anlar yaşatabilecek politikalar duymak istiyorlar.
Geçtiğimiz yıl yapılan Türkiye Gençlik Araştırması’na göre gençlerin yüzde 56’sı politikacılara yüzde 48’i ise Cumhurbaşkanına güvenmiyor. Bu güvensizliğin altında ne yatıyor?
Kendilerini değersiz hissettirmeleri bu güvensizliğin altında yatan en önemli nedenlerden biri. Gençler yaşıtlarının başka ülkelerde nasıl hayatlar yaşadıklarını görebiliyorlar. Bu, sosyal medya sayesinde elde ettikleri bir gözlem imkânı ve kendi imkânsızlıklarını biliyorlar. Sonrasında ise siyasetçilerin söylemlerine, tartışmalara ve yaptıklarına bakıyorlar. Bundan sonrasında ise onlardan kopuyorlar. Çünkü kendi dertleri orada gündem olmuyor. Kendi sorunları, yaşadıkları gündem olmuyor ve gündemler arasında kendilerini erimiş hissediyorlar. Bunun bir neticesi olarak da değersiz hissetmeye başlıyorlar. Bu değersizliğin altında yatan anlaşılmama, önem verilmeme gibi durumların da sorumluluğunun kimde olduğunu ise oldukça net bir şekilde biliyorlar. Politikacıların yeteri kadar işlerini yapmadıklarını, onları anlamadıklarını düşünüyorlar. Özellikle gençleri karikatürize ederek genç seçmene oynamaya çalışmak, gençler arasında daha da derinleşen bir “sadece oylarımızı istiyorlar, bizi umursamıyorlar” hissine sebep oldu. Bu da onların güven duymamak için ellerinde oldukça güçlü bir neden haline geldi.
Yurt dışındaki seçimlere baktığımızda genç siyasetçilere önemli sorumluluklar verildiğini görüyoruz. Ancak Türkiye’de siyasetçilerin yaş ortalaması 50. Neden Türkiye’de gençler siyasette kendine yer bulamıyor?
Türkiye’de gençler siyasete erişemiyorlar. Bunu iki anlamda da düşünebiliriz. Hem siyasete bir özne olarak erişemiyorlar hem de bir aktör olarak erişemiyorlar. Özne olarak erişememeleri yavaş da olsa kırılmaya başladı. Gençlerin oy potansiyeli açısından çokluğu fark edildiği günden beri siyasetçilerin gençlere ulaşma çabası ortaya çıktı. İlk başta oldukça karikatürize olmuş şekilde gençlere ulaşmaya çabalayan liderler, daha sonrasında onları dinlemenin oldukça mantıklı bir yol olduğunu fark ettiler. Bu çok kıymetli ama yeterli değil. Gençleri dinlemenin devamı da var. Dinleyecekler, anlayacaklar, anladıkları sorunlara çözüm önerileri geliştirecekler ve uygulayacaklar. Bu dört aşamayı sona erdirmedikten sonra dinlemenin bir anlamı kalmıyor. Bir özne olarak muhatap alınmaları ve sorunlarına karşın onlarla temasa geçilmesi bu şekilde. Bir de siyasette sorumluluk verilmemesi, başka bir ifadeyle, gençlerin siyasette aktör olmasına engel olunması durumu var. Gençler olarak siyasete dahil olabilmek için önümüzde iki tür sermaye birikimi gereksinimi çıkıyor. Birincisi, ekonomik sermaye birikimi. İkincisi ise sosyal sermaye birikimi. Siyaset yapmak Türkiye’de oldukça pahalı. Bunun nedenlerine de ayrıca bakılması ve daha açık bir şekilde ortaya konulması gerekiyor. Ancak biz oraya girmeden devam edelim. Bir genç üniversiteden mezun olduktan sonra ya da liseden mezun olduktan sonra işe girip para kazanmaya başlayacak ve bu kazandığı paradan gereksinimlerini çıkardıktan sonra para artıracak ki siyasete para/kaynak sağlayabilsin. Bu durum gençlerin önemli bir kısmının siyasetin içerisinde var olabilmesini engelliyor zaten. Ekonomik sermaye biriktiremeyen gençler, siyasetin Türkiye’de oluşturduğu koşullarda mali gereksinimlerini bile sağlayamıyor. Bir diğer unsur ise sosyal sermaye mevzuu. Türkiye’de gençler siyasete girmek istediklerinde bir yerlerde kendilerini gösterebilecekleri alan kısıtlılığı var. Milletvekili olmak isteyen bir genç için genel başkan tarafından onaylanmış olması ya da onun tarafından seçilmiş olması gerekiyor. Ön seçim gibi gençlerin kendilerini gösterebilecekleri metotlar çok kısıtlı uygulanıyor ve onlarda da genel merkezin son sözü söylerken değişiklik yapabilme hakkı bulunuyor. Burada bir gencin yapması gereken yegâne şey, genel başkana kendini göstermek oluyor. Bu da siyasete giriş için imkânları daraltıyor, gençlerin parti içerisinde görev alma zorunluluğunu doğuruyor. Gençler, gençlik kolları üzerinden ya da yerel teşkilatlar üzerinden siyasete girmek istediğindeyse aşamalar ve bu aşamalarda gereken çevre faktörü yine gençlerin önünü tıkıyor. Amerika’da genç senatörleri, Fransa’da genç genel başkanları izlerken bizim payımıza siyasetin kas gücü isteyen kısımlarını karşılamak düşüyor. Ancak bugün gençler artık bunu kabul etmiyor ve taleplerini dile getiriyorlar. Bu mücadele umarım tabloyu değiştirir.
Arayüz Kampanyası olarak Türkiye’de genç temsil için bir iyi niyet sözleşmesi hazırladınız, bu sözleşmeye şu ana kadar hangi partiler olumlu yaklaştı? Özellikle sözleşmede gençlere bir yasama yılı boyunca mecliste staj imkanı verilsin maddesi çok dikkat çekiyor. Bu staj imkanının genç temsil sorununa bir nebze çözüm olacağını düşünüyor musunuz?
İyi niyet sözleşmesi aslında gençlerin siyasete daha rahat erişebilmelerini sağlayacak ön koşulların parti genel başkanları tarafından taahhüt edilmesi üzerinden kurgulanmış bir proje. 5 maddeden oluşuyor. Bu maddeler kısaca şöyle: 30 yaş altı milletvekili aday adaylarından adaylık ücreti alınmaması, fermuar sistemiyle Meclis’e girebilecek milletvekili kontenjanlarının en az %5’ini gençlere ayrılması, genç milletvekili adaylarına milletvekili adaylığı sırasında bir anlaşma koşulu koşulmadan onların elde ettikleri maaştan bağış vb. taleplerde bulunulmaması, Meclis’te yer alan komisyonların tamamında yasa yapım süreçlerine gençlik örgütlerinin de katılabileceği bir ilan sistemine geçilmesi için çalışılması, üniversite öğrencilerine milletvekillerimizin yanında kısa ve uzun dönem olacak şekilde, bir meclis döneminde en az bir yasama yılı boyunca stajyer olma imkânı verilmesi. Aslında burada yapmak istediğimiz gençlerin önünde yer alan engellerin hafifletilmesini sağlamak. Bunun yanı sıra bir diğer önemli gördüğümüz unsuru, gençlerin siyaseti daha yakından izleyebilmesini sağlamayı amaçladık. Aslında soruda bahsedilen staj imkanı tam olarak bunu amaçlıyor. Gençler siyasetle ilgileniyor ancak siyaset süreçleri şeffaf olmadığı için nasıl süreçler işlediği ve neler gerçekleştiğini göremiyorlar. Staj yaparken aynı zamanda bu süreçleri yakından gözlemleme imkanına sahip olacaklar. Elbette bunun yanı sıra siyasete daha çok gencin vekiller üzerinden fikir belirtebilmesini ve etkileşim sahası yaratılmasını da hedefliyoruz. Gençlerin temsilci olmak dışında da siyasete etki edebilecekleri ortamların yaratılmasını oldukça önemsiyoruz ve siyasetin bu ihtiyaca da cevap verebilir hale gelmesini arzuluyoruz. Onun dışında 4. maddeyle birlikte yasa yapım süreçlerine sivil toplum katkısını artırmayı, daha aktif bir vatandaşlık durumunun önünü açmayı arzuluyoruz. Bugüne kadar CHP, İYİ Parti, Deva Partisi, Gelecek Partisi, Demokrat Parti, Saadet Partisi ve TİP ile görüşmeler gerçekleştirdik. Şu anda 3 partide sözleşmemiz genel başkanların önünde ve buralardan cevap bekliyoruz. İlk imza için çok heyecanlıyız, ancak hangi partiden geleceğini henüz kestiremiyoruz.
“Sıkça düşülen hata gençleri tek tip bir kitle olarak görüp farklılıkları yok saymak”
Türkiye’de genç seçmen denilince siyasetçilerin aklına genellikle tek tip bir genç algısı geliyor. Genç seçmenler sadece seçim dönemlerinde çekilen videolarla, çıkarılan “rap” şarkılarla hatırlanıyor. Oysa Türkiye’deki gençler, ne tek tip türdeş bir kitle ne de siyasetçilerden rap şarkı talepleri var. Aksine gençler siyasetçilerden başta liyakatsizlik, son dönemde büyük bir krize dönen barınma sorunu, genç işsizliği gibi sorunlarına çözüm bekliyor ve sadece seçim dönemlerinde hatırlanmak istemiyor. Siyasetçilerin zihnindeki “tek tip” genç seçmen algısını ve gençlerin beklentilerini Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr Emre Erdoğan’a sordum:
Önümüzde Türkiye’nin en önemli seçimlerinden biri var ve bu seçimleri etkileyen birden fazla faktör var. Bu seçimin en önemli faktörlerinden biri şu anda ilk kez oy kullanacak 7 milyon gencin olması. Bu seçmenlerin önümüzdeki seçimden ve adaylardan beklentisi nedir?
Öncelikle ilk defa oy kullanacak seçmenlerin türdeş bir kitle oluşturmadığını belirterek başlayalım. Bu gençlerin arasında çalışanların oranı altıda bir, yarısı öğrenci ve iş arayan kayda değer bir kesim de var. Dörtte biri sağcıysa dörtte biri de solcu. Kendisini “dindar” olarak nitelendirenlerin oranı beşte bir. Sonuçta genç seçmenlerin hepsini tek bir potaya koymak yanıltıcı olur, aradaki farklılıkları mutlaka göz önünde bulundurmak gerek. Farklılıklar çok olsa da, bu seçmenleri diğerlerinden farklı kılan bazı özellikler tabii ki var. Öncelikle iletişim biçimleri çok farklı, yeni medya araçları ve yeni teknolojiler hayatlarının bir parçası haline gelmiş durumda. Whatsapp, Instagram, Youtube hemen hepsinde var. Şu ana kadar Twitter ve Tiktok kullanımı da hızla yaygınlaşıyor. Şöyle diyelim, herhangi bir konuda bir şeyi merak ettiklerinde Wikipedia’ya bile bakmıyorlar, doğrudan Youtube videolarından öğreniyorlar. Tabii ki teknoloji kullanımı da sınıfsal, bütün gençlerin aynı olanaklara sahip olduğunu ya da hakkınca kullanabildiklerini söyleyemeyiz. Ancak basit bir mantıkla şunu söyleyebiliriz, söz konusu teknoloji kullanımı olduğunda gençler arasındaki benzerlikler, farklılıklardan fazla. Gençlerin ortaklaştıkları konulardan biri de yaşadıkları sorunlar. Şu anda rakamsal ve oransal olarak Türkiye tarihindeki en fazla öğrencinin olduğu dönemdeyiz. Lisans ve üstü eğitim alan, açık öğretim dahil yaklaşık 8 milyon öğrenci var. Sadece örgün eğitime odaklanırsak rakam 4 milyon civarında oluyor. Bu öğrencilerin kendilerine özgü ihtiyaçları var; barınma, beslenme, sosyal hayatı sürdürülebilme gibi sorunlar ortak paydayı oluşturuyor. Öte yandan bu gençlerin okul sonrasında yaşamlarını sürdürebilmeleri için iş bulabilmeleri gerekiyor. 2018’den beri Türkiye, yeni iş yaratabilme kapasitesini kaybetmiş durumda, genç işsizliği %20’lerin üzerinde. En önemlisi, gençler sadece öğrencilerden oluşmuyor. Çoğunluğu kadın olmak üzere önemli sayıda genç ne eğitimde ne istihdamda ne de yetiştirmede, biz onlara “Ev Genci” ismini veriyoruz. Çünkü aralarında kayda değer sayıda da genç erkek var, eve kısılmak sadece kadınlara özgü değil. Geliştirilen politikaların bu gençleri hedeflemediğini görüyoruz. Oysa o gençlerin de başta kendilerini geliştirmek olmak üzere farklı ihtiyaçları var, pek farkına varmadığımız ihtiyaçları.
Türkiye’de genelde genç seçmeni etkilemek için atılan adımlar rap şarkı çıkarmak ya da Tiktok videosu çekmekten öteye geçmiyor. Siyasiler neden gençlerin sorunları çözmek için somut adımlar atmak yerine böyle yüzeysel hamlelerde bulunuyor?
Siyasetçilerin böyle kolaycı yollara sapmalarını, gençleri anlamaktan aciz olmalarıyla açıklıyorum. Sadece bugün değil, geçmişte de siyasetçilerin gençlerle diyalog kurmaktansa pederşahi bir role soyunup öğüt verdiklerini ya da “bana güven, gerisini boş ver sen” gibi sloganlara indirgediklerini görüyoruz. Oysa bir gence kendisi için ne iyi olacağını söylemek ya da külli bir destekle güvenmesini istemek, derdimiz olan pederşahi kültürün bir yansıması. Eğer siyasetçiler gençleri dinleyip empati kurup anlayabilseler; doğru iletişim kurabilirler. Bir de sıkça düşülen hata, gençleri tek tip bir kitle olarak görüp aradaki farklılıkları yok saymak. Öyle bir toplumdayız ki neredeyse genç sayısı kadar gençlik kategorisi var, hepsi kendine özgün. Manalı bir diyalog isteyen siyasetçi, bu özgünlükleri aklında tutar ve toptancılıktan kaçar. Onun yerine çoğunlukla pazarlama sektöründeki demode segment tanımlarına sığınıp buna göre politika ve iletişim stratejisi geliştirmeye çalışıyorlar, doğal olarak da yanlış oluyor. 6 milyon gencin tamamına “Z kuşağı” derseniz, bunların çoğunluğunun ülkenin en fakir bölgelerinde yaşayan, eğitimden dışlanmış, kadınsa muhtemelen evli ya da evde yaşayan kişiler olduğu gerçeğini göz ardı edersiniz. O zaman da sizin ya da stratejistlerinizin imgelemindeki “gençlik kalıp yargısı” ile iletişim kurarsınız ve mesajlarınız boşa gider. Gençlerin, politika geliştirmekten mesaj oluşturmaya ve mecra tercihine kadar iletişim sürecinin tamamında yer almaları lazım, üstelik bütün farklılıkları temsil edecek şekilde. Ne yazık ki ülkemizde siyaset böyle yapılmıyor, yukarıdan aşağıya ve pederşahi bilgiçlik ile işler yürüyor.
Seçim için başta Kılıçdaroğlu olmak üzere millet ittifakının adayı olarak birçok isim ön plana çıkıyor. Sizce bu potansiyel adaylardan hangisi gençlere daha yakın?
Aslında bu konuda yapılmış sağlıklı bir araştırma yok. Biz 1997’de, “Suskun Kitle Büyüteç Altında” adlı çalışmayı yaptığımızda Türkiye’yi kim yönetsin diye sormuştuk ve yaklaşık üçte bir kesim “Recep Tayyip Erdoğan” ismini vermişti, geri kalanların cismi bile yoktu. Tek bir kişiye yönelik böyle bir muhabbet göremiyorum ben. Buradaki en önemli etken aslında ülkedeki siyasal ortamın kutuplaşmış olması; hangi partiye oy veriyorsanız onun liderini ya da politikalarını takip ediyorsunuz. Dolayısıyla Cumhur İttifakı’na oy vermeye eğilimli gençlerin oyunun kime gideceğini şimdiden biliyoruz neredeyse.
Millet İttifakı’na gelince, resim biraz daha karışık, çünkü potansiyel adayların bile listesi eksiksiz değil. Öncelikle Cumhur İttifakı’na oy vermeyecek gençler illa ki muhalefet adayına oy verecekler diyemeyiz, kayda değer oranda bir gencin sandığa gitmeyeceğine dair istatistikler var. Bu gençlerin neden oy vermemeyi tercih edecekleri başlı başına bir araştırma konusu ama başka ülke deneyimleri -ki ABD’de yüksek bulunan katılım oranı %25’in altında- siyasete yabancılaşan ve siyasetin sorunlarına çözüm olamayacağını düşünen gençlerin oy vermediğini gösteriyor. Bizde de böyle bir senaryonun yaşanması muhtemel. Nasıl bir aday seçmeliyiz diye düşünenlerin bu faktörü de göz önünde tutup sandığa en fazla gencin gitmesini sağlayacak adayı bulmaları gerek.
Geriye kalan gençler arasında bazıları Millet İttifakı’nın adayına “negatif partizanlık” dediğimiz bir biçimde, diğer adayı istemediği için oy verecek, başka bir çaresi yok. Bu gençler için adaylar arasında çok büyük fark yok, çünkü hangi aday olursa olsun oylarını Millet İttifakı adayından yana kullanacaklar, siyasal kutuplaşmanın istemediğimiz sonucu. Peki, arada derede olanlar, yani adaya göre karar verecekler arasında en cazip aday kim, bunu bir düşünmek lazım.
Aslında böyle eleyerek gittiğimizde elimizde “aday elastisitesi” olan çok da büyük bir sayı kalmıyor. Yine türdeş olduklarını kabul edelim, hangi aday onları heyecanlandırır bir düşünelim. İsmi geçen adaylardan Yavaş’ın popülaritesi yüksek, milliyetçileri cezbedebilmesi açısından o bir adım öne geçebilir. Öte yandan medyada fazla yer almaması, ajandasının pek bilinmemesi ve düşük profil gitmesi, gençleri heyecanlandırmak açısından çok etkili olmayabilir. İsmi aday adayları arasında geçen İmamoğlu sokağa yakın tarzıyla bazı gençler için cazip bir aday olabilir, ancak kararsızları ya da sandığa gitmeyecekleri heyecanlandıracak lider mi, bunu bir düşünmek gerek. Son olarak, Altılı Masa’nın en büyük ayağı CHP’nin genel başkanı olması sebebiyle Kemal Kılıçdaroğlu’nu da düşünmek gerek. Son dönemdeki tarz değişikliğinin, iletişim kanalı Youtube’u tercih etmesinin ve benzeri çıkışlarının gençleri hedeflediğini düşünebiliriz, söyleminde de özel bir demografik segment olarak gençlere yer verdiği de görülüyor. Ancak bu söylem heyecan yaratıyor mu, siyasetten bıkmış gençleri siyasete ve siyasetçiye inanmaya davet ediyor mu, bilinmez. İletişim stratejisinde atılan her adımın önceden test edilmesi ve sonra da etkisinin ölçülmesi gerekir, böyle bir çaba varsa bile biz, bu konuda bilgili değiliz.
Gençlerin ailelerinden farkı ne?
Aslında en büyük fark daha eğitimli ailelerden gelmeleri. Bir nesil öncesinde annesi üniversite mezunu olanların oranı %5’ten az iken 18-24 yaş arasında bu oran dörtte bir ve gittikçe de artacak. Keza, bu yaş grubunun büyük bir kesimi kentlerde doğmuş ve büyümüş durumdalar. Daha önce görmediğimiz kadar eğitimli bir grupla karşı karşıyayız. Buna ek olarak, kitle iletişim araçlarını çok daha yoğun kullanıyorlar; gazete, televizyon, ölmüş olsa bile alternatif kanallara daha hâkimler. Yine ortalama bir gencin ebeveynlerine göre mekânsal hareketliliği çok daha fazla, hem yaşadıkları kentte hem de genel olarak daha fazla geziyorlar. Bütün bunlar bir araya geldiğinde bizim bilişsel hareketlilik dediğimiz şey yaşanıyor, bu da bildiğimiz kadarıyla daha “açık” bir dünya görüşünün oluşmasına yol açıyor. Kuramsal olarak daha az muhafazakar, daha dışa açık bireyler olmalarını bekliyoruz. Tabii burada ortalama bir gençten bahsediyoruz, tam tersi yönde hareket eden gençler de mutlaka olacaktır. Bir de gençlerin nasıl bir ortamda sosyalleştikleri de önemli. Yine kuramsal olarak sosyalizasyonlarını, yani 15-25 yaş arası dönemlerini, kaynakların kıt olduğu dönemde gerçekleştirenlerin daha maddiyatçı olduğunu söylüyorlar. Daha fazla maddiyatçılığı daha fazla güvensizlik anlamına geliyor. Ülkemiz özelinde bakarsak 18-24 yaş dilimindeki gençlerin 2013’ten bu yana yaşadıkları deneyimden bahsediyoruz, yani Gezi ile başlayan bir dizi siyasal kriz, 2018’ten bu yana yaşanan ekonomik kriz, artan işsizlik ve en önemlisi COVID-19 pandemisi. Bütün bunları üst üste koyduğumuzda daha materyalist kaygılara sahip olmalarını ve daha güvensiz hissetmelerini bekleyebiliriz. O zaman da iki çelişen güçten söz edebiliriz. Bilişsel hareketlilik ile daha dışa dönük, değişime daha açık gençlerin, yaşanan makro düzeydeki değişimlerden dolayı içe kapanmaya zorlanmaları. Bu iki zıt güç her gençte aynı şekilde gerçekleşmiyor, bazıları daha az bilişsel hareketlilik yaşarken, bazıları da kıtlık ile daha az karşı karşıya kalıyorlar. Bu da kendi yaşam deneyimleriyle birleştiğinde tek tip genç olmadığı görüşümüzü destekliyor.
Oy verme eğilimlerinde kadın ya da erkek genç seçmenler arasında belirgin bir fark var mı?
Öncelikle gençlerin kendi aralarındaki toplumsal cinsiyete dayanan farkların, ebeveynleriyle olan farklarından daha az olduğunu söyleyerek başlayalım. Bir önceki nesilde toplumsal cinsiyet duyarlılığı oldukça azdı, hatta kadınlar arasında bile eğitim ile doğrudan ilişkiliydi. Eğitimli kadınlar ve erkekler toplumsal cinsiyet bilinci konusunda diğerlerine göre daha “ilerideydiler”, ancak fark tabii ki bulunuyor, hatta eğitim ile açılıyordu. Şimdiyse toplumsal cinsiyet farkındalığı eğitim ile ilişkili olsa bile, bu faktör eskisi kadar kuvvetli değil. Bu da kadın hareketinin başarısı olarak yorumlanabilir. İstanbul Sözleşmesi konusundaki tartışmalarda partizan faktörler bir kenara bırakılırsa kadınların neredeyse bir bütün olarak tavır alabildiklerini gördük. Erkeklerle büyük bir fark vardı. İşte bu fark gençler arasında daha az görülüyor, ancak yine de fark var. Bu nedenle toplumsal cinsiyet bilinci konusunda önemli bir fark olduğunu söyleyebiliriz, ama bunun sandığa yansıması biraz daha karmaşık; parti aidiyetleri ve ideoloji gibi diğer etkenler de devreye giriyor. Öte yandan hala kadınların iş gücüne katılımının düşük olduğu bir ülkeden bahsediyoruz, kadına verilen toplumsal cinsiyet rolleri de siyasal tercihlerin farklılaşmasına yol açıyor. Evinde oturan, eğitimini erkenden bırakmış ve çalışmayan bir kadının siyasal tavrıyla; diğer kadınların siyasal görüşlerinin aynı olması pek de kolay değil zaten. Bu da toplumsal cinsiyet bilincinin yarattığı tercih farkını baskılıyor. Bir de en önemli şeylerden biri, toplumsal cinsiyet konusunda partilerin tamamının karnesinin kırık olması. Kadın meselesine açıkça sahip çıkmaktansa bu konunun da kültür savaşlarına malzeme olmasını tercih ediyorlar. Hala kadın milletvekili sayısı ya da belediye başkanı sayısı az. Bu konuda daha açık olan bir siyasi partinin ya da liderin kadın hareketinin kazanımlarından yararlanması mümkün olabilir.
Gençler arasında milliyetçilik gerçekten yükselişte mi?
Bütün ülkede milliyetçilik yükseldiğinden dolayı, gençler arasında da yükseldiğini söyleyebiliriz. Son dönemde yaşadığımız bütün gelişmeler öncelikle Türk-Kürt fay hattını derinleştirdi, hem Suriye’de yaşanan can kayıpları hem de İstiklal Saldırısı gibi PKK’ye atfedilen terör saldırıları bu konudaki milliyetçi reaksiyonerliği arttırdı. İkinci olarak, Suriyeli mültecilerin varlığı bu konuyu suiistimal eden aktörler tarafından bir günah keçisi konusuna dönüştü. Hemen her konuda mağduriyet yaşayan gençler için Suriyeli karşıtlığı, bizim “vulgar” olarak nitelendireceğimiz bir milliyetçiliğin yükselmesine yol açtı. Bu konuyu hem siyasetçiler hem de medya kolaylıkla sömürülebilecek bir konu olarak gördüklerinden, istemeseler bile bu tür bir zenofobik milliyetçiliğe hizmet etmiş oldular. Yine bu konuda ekleyebileceğimiz bir gelişme de iktidar bloğunda vücut bulan milliyetçi-muhafazakâr yakınlaşması, iktidarın elindeki bütün araçlarla yeniden üretilen bu hegemonya, milliyetçiliğin geçer akçe olmasına yol açtı. Bunu sadece televizyon dizilerine bakarak bile anlayabiliriz. Her hâlükârda, yükselen milliyetçilik insancıl ve kapsayıcı bir tür vatanperverlikten çok, dışlayıcı bir kimlik inşası; etnisiteden cinsel tercihe kadar her konu, bu dışlayıcılığın nesnesi haline gelmiş olabilir.
Fotoğraf: Devin Avery